[1] Erhat, A. (2002) Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, s.184. Ayr. Bkz. Hebe. Erhat, A. a.g.e. s.123.
[2] Anadolu-Yunan mitolojisinde, dağların ulu tepelerinin üzerinde (Olympos) oturan Bulut tanrı Zeus’u hatırlayalım.
[3] Uzak Doğuda Antik Türkler, doğaya zarar vermemek için, çizme ve çarıklarını topuksuz olarak üretirlerdi. Etilerin tüm giysilerindeki ayakkabı türleri, bu yönden dikkat çekicidir.
[4] Düzgüner, F. (2007) “Bir Güneş (Ateş Kültü) Tapınağı: Pantheon” mimar.ist, Sayı: 26, s.107.
[5] Aztek Ateş tapınağı için Bkz. Townsend, R. F. (2001) Aztekler, Çev. M. Özdemir, Arkadaş Yayınevi, Ankara, Res. 77.
[6] Düzgüner, F. (2002) “Anaplous ve Prookhthoi’de Yeni Buluntular, Hagia Maria Hodegetria ve Nea Ekklesia (Mesakepion) Kiliseleri”, Annual Supplement of Arkeoloji ve Sanat Magazine 1, s.35, Çiz.4b.
[7] Kur’ân-ı Kerîm’in çeşitli bölümlerinde, Hz. Muhammed’e inanmayanlar, onun söylediklerini “atalarının anlattıkları eski masallar” olarak niteliyorlar. Kur’ân-ı Kerîm ise, böyle söyleyenlerin cezalandırılacağını açıklıyor. Bkz. Kur’ân-ı Kerîm (1962), Çev. B. Atalay, Doğan Kardeş Matbaacılık Sanayi A. Ş., İstanbul s.327, Nahl: 24; s.467, Neml: 65, 66; s.733, Mutaffifin: 10.
[8] Eti’ler dünyanın, bir öküzün boynuzları üzerinde duracağına inanacak kadar aptal değillerdi. Gerek Mısır, gerekse Hatti ve Eti’lerin Tokar kökenine bağlı, gelişmiş zeka, sanat becerileri ve olağan dışı kültürleriyle üstün birer ırk oldukları ortadadır. Bir dünya atlasında, Pasifik okyanusuna bir bütün olarak bakacak olursak, bu okyanusun “öküz” benzetmesini fazlasıyla hak ettiğini görürüz. Ancak, tüm atlaslarda Pasifik’in değil de, Atlantik okyanusunun neden merkez olarak alınıyor olduğunu sorgulamamız gerekir. Diğer tarafta, bugüne dek bu insanları anlayamadığımız için, Çatalhöyük’ten sonraki bu en eski Anadolulu atalarımıza özür borçlu olduğumuz kanısındayız. Her ne kadar “öküz” olarak tercüme edilmişse de bu hayvan, Eti’lerin kutsal boğasıdır. Zira antik dönemlerde, insan hayatını etkileyen her doğa olayı, insan ya da hayvanlar kutsallaştırılmıştır. Bkz. Düzgüner, F. mimar.ist, Sayı: 26, dn.70. Düzgüner, F. (2010) “Thorch (Torch, Torc), Torque ve Didyma Apollon Tapınağı”, (duzguner.blogcu.com).
[9] Bu imaj şimdiye dek, bir öküz betimlemesinin boynuzları üzerine yerleştirilen dünya tasviriyle gösterilmiştir.
[10] Çin mitolojisinde, ejderha ve yılanların, nehir ve dere yataklarına hükmetmelerine dair inanç için Bkz. Eberhard, W. (2000) Çin Simgeleri Sözlüğü, Çev. A. Kazancıgil; A. Bereket, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, s.104-107, 332-334.
[11] Boyları yaklaşık olarak bir metreye kadar varan dev istakoz türü.* Anadolu-Yunan mitoslarında Phorkys olarak geçmektedir. En çok sevdiği yiyecekler arasında denizkestanesi ön sırada gelir. Bu bağlamdaki tanrıyı, betimlerden birinde, kızı sayılan Thoosa’dan (Sea urchin), yani denizkestanesinden yapılmış bir kolyeyi, boynunda taşırken görüyoruz. Bkz. Düzgüner, F. (2009) Erg-Enek-On İnsanın Kökenine Yolculuk, Homeros’un Odysseia Adlı Yapıtının Analizi, Hermes Yayınları, İstanbul, s.136, Fig.54a.
* “Palinurus barbarae-Giant Spiny lobster-Palinuridae-Gigantik istakoz-Rock lobster-Kaya istakozu” adlarıyla anılan istakoz türü, Madagaskar adasında 2006 yılında keşfedilmiş. Yaklaşık 1.5 feet (0.46 m ) uzunluğunda ve 4 Kg ağırlığındaki bu istakoz türü, Hint okyanusunda Somali’den Kenya, Mozambik ve Madagaskar adasına kadar olan bölgede yaşıyor. Şimdiye dek rastlanan en büyük türü, 1 m’den biraz daha fazla. Çin’de Sarı denizden Filipinler’de Manila adasına kadar olan bölgede yaşayanları “Chinese Giant lobster” olarak biliniyor. İngiltere yakınlarında bulunan Pink Spiny lobster türü, 0.60 m uzunluğunda ve 4.2 Kg imiş. “Poseidon” adıyla da anılıyor. Bu nedenle Odysseia’daki Oyuk mağaralar’ın, Klimanjaro dağının Hint Okyanusu’nda, Madagaskar’a bakan kıyılarında olduğunu anlayabiliyoruz. Bu bağlamda, Phorkys’in Palinurus barbarae olduğu ortadadır. Yukarıdaki betimde, başında çift istakoz tasviri taşıyan Phorkys’in istakozlarından sağdakinin Pasifik’in batı, Yani Çin kıyılarını; soldaki istakozun ise Hint okyanusunun Madagaskar ve Etiyopya kıyılarına sembolize ettiği anlaşılmaktadır.
[12] Tasvir edilen Pasifik’teki öküz görüntüsünü, ancak harita, ya da uzaydan çekilmiş fotoğraflarda görebiliyoruz. Eti’lerin bunu nasıl gördüğü ve bu benzetmeyi nasıl keşfettiklerini anlamak oldukça zordur.
[13] Aztek’lerde İkiz yılan ve akbaba betimlemeleri için Bkz. Townsend, R. F. (2001) Aztekler, Çev. M. Özdemir, Arkadaş Yayınevi, Ankara, s.59, 60, 185, Res.33, 35, 120. Townsend, hemen her Aztek betimlemesini kurban merasimi, ya da vahşi olaylara bağlamış. Oysa, resim 120’de, akbabanın üzerindeki boşlukta kalbe varan atardamar ve insan eli betimleriyle Kem’deki hayatiyet ve canlılık tasvir edilmiş. Sembolün üzerindeki sekiz daire tasviri, sekiz kutsal kent (Khem-MU), bunun da üzerindeki baklava dilimlerinin içinde Hayat Ağacı motifleri yer alıyor. Burası, Asya’daki Kem, yani Tarım havzasıdır. Heykelde, tanrının gözü tüm görkemleriyle betimlenmiş İkiz kobra yılanları ve akbaba tarafından korunmaktadır. Tapınaklarda, kurbanlardan kalp çıkarma adetinin, artık geçmişte kalan Kem’deki hayatiyete kurbanlar adanırken, dualarla birlikte gönderme yapıldığı anlaşılmaktadır.
[14] Düzgüner, F. (2008) “İstanbul’da Okeanos’la Tethys ’in Kızı Tykhe’nin Forumu: Forum Constantini II”, mimar.ist, Sayı: 30, s.80, 81.
[15] Aztek’ler Aztlan adasından ayrılırlarken, akılları Kem’de kalmıştır. Tanrının gözünün daire şeklinde betimlenmesi hakkındaki görsel bilgi için. Bkz. Townsend, R. F. a.g.e., Res.33. Maya’larda, tanrının gözünün benzer bir görünümünü Yağmur tanrısı Chak figüründe görüyoruz. Tanrının kukuletasının ön tarafında, kirpiklerine kadar betimlenmiş okulus’un sol tarafındaki figür tam olarak seçilemiyor ise de, akbaba tasvirine benziyor. Ancak, sağ tarafta, sol omzuna doğru uzanan betimin kobra yılanı olduğu açıkça görülüyor. Coe, M. D. (2002) Mayalar, Çev. M. Özdemir, Arkadaş Yayınevi, Ankara, s.183, Res.123.
[16] Sembol, ikiz yılanların (Gog-Mogog fay merkezleri) tekrar harekete geçip yeryüzünü felâketlere sürüklememesi, insanların toplu ölümlerine neden olmaması, sağlıklarını koruması anlamında, yılanlara gösterilen saygı, ya da hürmeti ifade etmektedir.
[17] Eserin fotoğraf çekiminde sol tarafın çok ışık alması nedeniyle, bu taraftaki ikinci ikiz tanrıça görülememekteydi. Bu nedenle, işlenişleri benzer olan İkiz tanrıçalar ve eser hakkında daha ayrıntılı bilgi aktarabilmek üzere, sağdaki tanrıça figürünü kopya ederek sol tarafa yapıştırmak zorunda kaldık. Durumu belirtmek üzere, ara boşluklar düz renkle ifade edilmeye çalışılmıştır. Yerinde yapılacak çalışmalarda, daha somut sonuçlar alınacağı kanısındayız.
[18] Bkz. Düzgüner, F. Erg-Enek-On, s.32, 34, 77, Fig.2a-c, 2d, 29b.
[19] Yani, batıdakiler doğudan batıya; doğudakiler, doğudan daha öte doğuya (Amerika kıtası) gitmişler.
[20] Maya’larda benzer bir tasvir için Bkz. Coe, M. D. a.g.e., s.141, Res.83.
[21] Tanrı Sarruma’nın başında, çember şeklindeki “tanrının gözü” sembolleriyle süslü kukuleta’nın benzer şekli için Bkz. Townsend, R. F., a.g.e., s.85, Res.43. Resimde, kukuleta üzerinde görülen ve yine dairesel olarak gösterilmiş “tanrının gözü” sembolü “Ficas”, yani “fixation= Marazi bağlılık, düşkünlük” olarak değerlendirilmiş. Coe, M. D. a.g.e., s.145, Res.89.
[22] Tufan sonrası pek çok gemiyle dünyanın çeşitli yerlerine göçlerin yapıldığı anlaşılıyor. Bu nedenle buradaki kurtarıcının, Eti’lerin Nuh’u olma olasılığı akla gelmektedir.
[23] Nuh tufanında seller, Kem’e (Taklamakan çölü) kadar uzanmıştı. Tarım havzasının bir zamanlar deniz olduğu hakkındaki iddialar bu nedenle doğrudur. Deniz suyuyla kaplı alan, bol suyla beslenemediğinden zamanla kurumuş, tuzlu deniz suyu nedeniyle, uzun zaman deniz suyunun altında kalan, zengin bitki örtüleriyle kaplı toprak, oluşan asit sülfat etkisiyle önce gri çamur haline dönüşmüş, daha sonra diplerde demir sülfürlü tabakalar oluşturarak verimsiz hale getirip zaman içinde çölleştirmiştir. Denize kıyı oluşturan sahillerdeki kum tabakasından biraz ötede başlayan, ve deniz suyunun etkisinin kalmadığı yerlerdeki sınırda oluşan yeşil alanlardaki oluşumlarla karşılaştırınız.
[24] Sembol, tüm MU kültürüne aittir. Bu nedenle, Eti’lerin adalardan batıya gidişinde bir problem yaratmaz.
[25] Ainu’lar, Prehistorik dönemlerde Japonya’nın Tōhoku bölgesi ve Hokkaidō adaları yanında, Asya’da Baykal gölünün kuzeyinde Evenki; Sibirya’da Yukagir, Eskimo, Chulchi; Çin’de Ulchi ve Negidal’da açılan Antik mezarlardan ele geçen fosil Ainu iskeletlerinde saptanmış. Günümüzde de aynı bölgelerde hâlâ yaşamaktadırlar. Krş. İçin Bkz. (bp2.blogger.com/.../nm_6R1t3zmc/s400/s_ainu.jpg). (gallery.beardcommunity.com/albums/uploads11/a...).
[26] Kem göz’ün bu bağlamdaki asıl anlamı, “tanrının gözü”ne (güneş tanrı-okulus-oculus, Ra’nın gözü) nazar değmesin, yani, “güneş yok olmasın”dır. Özdeyişin, uzun buzul dönemlerinden çıkan insanların, tekrar güneşi görebilme özleminden doğduğu açıktır. Bu insanların çekik gözleri, Homo erectus’un var olmasından, Buzul dönemleri sonuna kadarki evrede, karlarla kaplı buzullar ve gökteki bembeyaz bulutlara binlerce yıl kısık gözlerle bakmak zorunda kalmalarından kaynaklanmış olabilir. Olasılıkla tufan sonrası Akdeniz’e ulaşan bu insanlar, bölgenin güneşli ikliminde, ancak çok uzun yıllar yaşadıktan sonra günümüzdeki göz biçimine sahip
olabilmişlerdi. Yani bu özellik, bölgede hâlâ daha süregelen sisli hava nedeniyle, bölgesel şartların fiziksel yapıyı biçimlendirmesiyle yakından ilgili olabilir. Türklerle Kem bölgesi arasındaki yakın ilişki, onların tarih öncesi dönemlerine ve Tokar’lı atalarına işaret eder. Buna dair belgelerden birini, Nuh’un Allah’tan “Yafet’e genişlik vermesi ve Sam’ın çadırlarında oturması” hakkındaki vasiyetinde de buluyoruz. Gerçekten Moğol ve Türkler, o zamandan beri bölge ve civarındaki çadırlarda oturmayı sürdürmektedirler. Ancak, yaklaşık 1500 yıl sonra döndükleri “Kem”i bu kez çöl olarak bulmuşlardı. Batıya olan Dor vb. göçler buna işaret ediyor. Düzgüner, F. (2007) mimar.ist. Sayı: 26, s. 106.
[27] Büyük Dünya Atlası (1985) Arkın Kitabevi, İstanbul.
[28] !950’li yıllarda Ödemiş’te henüz dört, ya da beş yaşlarındayken, dede dediğim “Mutuş ağa-Mustabey” lakaplı, sarışın, mavi gözlü, iri kıyım ev sahibimiz vardı. O zamanlar sarışın olduğumdan pek çok severdi beni, kendine benzettiği için. Ben de onu tabii. Bu resmi gördüğümde onu hatırladım. O kadar çok benziyor ki.
[29] Düzgüner, F. (15 Kasım 2007) ArkeoPera’da Perşembe Sohbetleri. Düzgüner, F. (2008) “Yurt ve Piramit Mimarisinin Kökeni: Yangshao Kültürü”, mimar.ist, Sayı: 28, s.102-110.
[30] Mitos, geleneksel biçimde masallaştırılmış. Olasılıkla, öldürülen insan Pelops değil, bir oğlu olması için tanrılara adadığı ve Pelops adını verdiği siyah bir koçtur. Çok sevdiği hayvanın etini yedirdiği tanrılarsa, o dönemlerde tanrılara eş koşulan hayvanlardan biri olabilir. Tıpkı, Garipçe Köyü’nde (Liknias) yaşamış Phineus’un başına bela olan Harpya’lar (Harpyia) gibi. Bu bağlamda Pelops’un yaşama dönüşü, kurban edilen Pelops’un yerine olan gerçek oğlu Pelops’tur? Düzgüner, F. (2009) “Garipçe Köyü (Liknias) ve Gypopolis Tepesi”, mimar.ist, Sayı:32, s. 103-106. Eyüpgiller, K. K. (2009) “Karadeniz Boğazı Kaleleri, Karipçe Kalesi, Rumelifeneri Kalesi”, mimar.ist, Sayı: 33, s.103, 104. Düzgüner, F (2009) “Doç. Dr. Eyüpgiller’în Eleştirisine Bir Yanıt”, mimar.ist, Sayı: 33, s. 105.
[31] Akheron, Nun, Ölüler denizi, Kara katranlı nehir, Erg nehri, Lo nehri.
[32] Herodotos Güneş Sofrası’nda yaşayan Etiyopyalılar için şöyle diyor: “…Kambyses’in elçiler gönderdiği bu Ethiopia’lılar kendilerini dünyanın en iri ve en güzel insanları sayarlardı”. Burada yazarın, “İkhthyophagos” lar* derken Yüzü Yanıklar, yani Siyah derililerden bahsettiği açıktır. Herodotos, (1991) Herodot Tarihi, Çev. M. Ökmen, Remzi Kitabevi, İstanbul, III.20.
* “İkhthyophagos” adı, bileşik bir kelime. Açacak olursak: İkhty (İchty)= Antik dönemde, büyük bir balığın içinde pek çok küçük balığın tasvir edildiği bir bereket sembolü, Amulet, ya da tılsımdır. Kısaca “balık” anlamına geliyor; Op>s= Yüz, göz demektir; Hagos= Günümüzde de, daha çok Etiyopya’da kullanılan bir erkek adıdır. Bu bağlamda “İkhthyophagos” adının, Balık yüzlü (gözlü) Hagos’lar anlaına geldiği açıklık kazanmaktadır. Sonuçta bileşik ismin, Elepantine’de oturan Aithiop’lara Perslerin verdikleri bir ad olduğu anlaşılıyor.
[33] Erhat, A. a.g.e., s.188.
[34] Carpiceci, A. C. (1998) Art And History of Egypt, Casa Editrice Bonechi, Florence, s.72, 73, 140, 141. Düzgüner, F. (2008), mimar.ist, Sayı: 28, s.107, 108.
[35] Herodotos, a.g.e., II.136.
[36] Diğer tüm betimlemelerin aksine, tanrı Teşup’un başının cepheden tasvir edilmiş olması, dikkat çekicidir.
[37] Düzgüner, F. (2007) “Yurt, Praitorion, Kilise ve Cami Mimarisi İlişkileriyle Volkanlar”, mimar.ist, Sayı: 23,
s.77-89, Şek.6.
[38] Lloyd, S. (1967) Early Highland Peoples of Anatolia, Thames & Hudson, London, Fig. 130.
[39] Khorsabad’taki Haldi ve Bagbartu’ya ait Urartu tapınağındaki sütunlarda mevcut bağlarla karşılaştırınız.
[40] Kral IV. Tudhaliya ile tanrı Sarruma’ya ait yukarıdaki resimde, tanrının sırtında taşıdığı sembolle karşılaştırınız.
[41] Düzgüner, F. (2009) “Aklanmayı Hak Eden Tarihçimiz: Herodotos”, www.hermetics.org/herodotos.html-113k.
[42] Mısır firavunlarının hüküm süreleri hakkında, çeşitli kaynaklarda birbirine yakın, ancak değişik tarihler vardır. Biz, bunlar arasında ortalama tarihleri almayı yeğledik.
[43] Neşa, Türkçede “Buğday unu “ demektir. Dolayısıyla, “Un üretenler= Uncular” kapsamında, “Tarım yapanlar”, “Tarımcılar- Tarım toplumu” anlamlarına geldiği ortadadır. Bkz. Redhouse (1974) Türkçe-İngilizce Sözlük, Redhouse Yayınevi, İstanbul. s.880.
[44] Türkçe’ye “kanış” olarak geçen kelimenin anlamı, “inanç, itikat, mezhep, din, akide-persuasion”dır. Bu bağlamda, “İnaçları olan toplumun dili”, ya da “Un’cuların dili” anlamlarının yakıştırılması olası görülebilir. Redhouse, a.g.e., s.594, 595.
[45] Tevrat, (1974) (Kitabı Mukaddes-Eski ve Yeni Ahit), Kitabı Mukaddes Şirketi), İstanbul, Tekvin, 23. 3-20.
[46] “Ethi” adının “Aithi” olarak yazıldığını önce Homeros, daha sonra da Herodotos’tan öğreniyoruz. Homeros, (1984) İlyada, Çev. A. Erhat; A. Kadir, Can Yayınları, İstanbul, I 423, XXIII 206, s.589. Yüzü Yanıklar. Homeros (1988) Odysseia, Çev. A. Erhat; A. Kadir, Can Yayınları, İstanbul, I. 22, 23; IV. 84; V. 282, 287, s.430. Herodotos (1991) a.g.e., II. 11, 12, 22, 28, 29, 30, 110, 139, 146, 161; III. 114; VII. 90.
[47] Ethi Map/New Caledonia Google Satellite Maps: (www.maplandia.com/new-caledonia/ethi/-3k). Sand, C. (1998) “Asian Perspectives”, The Journal of Archaeology for Asia and the Pasific, Vol.37.
[48] Lapidary: Hakkâk, oymacı, kıymetli taş kesicisi anlamına geliyor. Bu anlam, Teselya’da bir boy olan Lapith’ler (Lapithai) ve Eti’lerin geldikleri ada olabilecek Ethi (Maré) adasındaki Lapita kültürüyle büyük benzerlik göstermektedir. Yeni Kaledonya dilindeki “xaapeta → Lapita”dan gelen kelime, “bir delik kaz” anlamındadır. Taş oyma ustalarının, eserlerini kalemle hak ederken delikler kazarak ortaya çıkardıkları göz önüne alındığında, Lapita kültürlerinin, taş oyma ustaları Eti’lerin nesillerinden olduğu ileri sürülebilir görünüyor. Erhat’a göre bu halk, kendilerinden önce bölgede oturan Pelasg’ları kovarak, Pindos, Pelion ve Ossa dağlarının eteklerinde yerleşmişlerdi. Ancak adlarına Knidos ve Rhodos’ta da rastlanması, bize göre onların Teselya’ya yine Afrika’dan adalar yoluyla geldiklerine işaret ediyor. Erhat, A. a.g.e., s.193. Homeros, Troia savaşında Lapith’lerden bahsederken şöyle diyor: “Ama kapıda iki yiğit adam çıktı karşılarına, Lapith’lerin, taşkın canlı kargıcıların oğulları, biri güçlü Polypoites,* Peirithoos’un** oğlu, öteki Leontes, insanların baş belâsı Ares’in dengi. Kapıların önünde duruyordu bu ikisi, dağlarda dimdik duran meşeler gibi”.
* Poly>poites: Poly= çok; Poites= Uç,doruk, tepe (Yapıların) anlamları kapsamında “Çok tepeli” anlamındadır.
** Peiri>thoos: Peiri= Olasılıkla dilimizdekinin aynı, yani “peri” anlamındadır; Thoos= Phorkys’un kızı Peri Thoosa hatırlanacak olursa, Etiyopya ve Madagaskar dolaylarının ünlü “deniz kestane”lerini temsil eden Phorkys’un kızı peri Thoosa ile, yani Etiyopa ile ilgili bir isim olduğu anlaşılmaktadır.
Homeros, İlyada, s.XII, 127-194.
[49] (1.bp.blogspot.com/.../s400/granstepset.JPG).
[50] Pırazvana (bırazvan). bıçağın sapa geçen sivri kısmı. Eser belki de, bir asa şeklinde tasarlanmıştı. Ahşap asanın tepe kısmına takılıp perçinlenen barbazan, gündönümlerinde Stonehenge’nin ortasında güneşe karşı dikiliyor, ışığın esere belli bir açıyla vurması sağlanıyordu ?
[51] Pek çabuk unuttuğumuz geçmişle olan bağlarımıza karşın, Antik Türkler ve Moğollar tarafından son derece kutsal sayılan bu piramit, bize göre, büyük olasılıkla Adem’in piramit mezarıdır.
[52] Düzgüner, F. (2007), mimar.ist, Sayı: 26, s.108, Şek.9.
[53] Chou Adamı’nın (Homo erectus pekinensis) volkanik arazi nedeniyle, Choukoutien’deki arazide bulduğu demir filizine çok şey borçlu olduğu ortada. Öncelikle, sertliği ve kesici özelliğiyle dikkatini çeken bu madeni doğal ki yaşadığı mağaraya taşımıştı. Nemden oksitlenen maden, bir süre sonra renk vermiş, çakmak taşı aletlere şekil vermek için kullandığında ise oluşan kıvılcım nedeniyle ateşi keşfetmişti. Bu nedenle, İÖ 1.800000 myö’den, yaklaşık İÖ 5000’e kadar bu madenle haşır neşir olan Hebei’deki İç Moğolistan insanlarının, yaklaşık 1.795.000 yılda edindiği deneyimlerle, Neolitik dönemdeki çanak çömleklerini Terra Sicillata tekniğinde boyayıp fırınlarda pişirir hale getirmeleri, hiç de kanıksanacak bir olay değildir. Hele, İÖ 4000-3500 arasında bakırı keşfedip onu işleyecek duruma geldikleri düşünüldüğünde, olması gereken, doğal bir sonuç olduğu ortadadır. Nuh’un şarap içtiği biliniyor. Öyle anlaşılıyor ki, onlar da şarapları amphoralarla taşıyorlardı.
[54] Bu tarihler, Etilerin Anadolu’daki varlıklarıyla ilgilidir. Yoksa, Uzak Doğu’da oldukları dönemlerde, yukarıda anılan tüm teknikleri, en geç İÖ 5. – 4. binden beri bildikleri ortadadır.
[55] Troia I’deki ilk yerleşim, yaklaşık olarak İÖ 3000-2500’dır. Tarihlerdeki saptamalar, buradaki eserlerin tarihlemeleri üzerinden gerçekleştirilmiştir. Ancak, pek çok eser üzerinde yapılacak karşılaştırmalı analizlerin de, benzer sonuçlar vereceği kanısındayız.
[56] Düzgüner, F. mimar.ist, Sayı: 28, s.106.
[57] Bkz. Düzgüner, F. Erg-Enek-On, s.192, Fig.88.
[58] Tanrı Djehuti Mısır’da, en eski haliyle İbis kuşu şeklinde de betimlenmiştir. Bir bataklık kuşu olması, tufan sonrası bataklık haline gelmiş olan Çin’de Hoang-Ho ve Si Kiang nehirleri arasıyla Afrika’da Nil nehri kıyılarını hatırlatır. İbis, Afrika’ya yeni ulaşan göçmenlere, bataklıklarda kendisine yiyecek ararken, besinlerin bulunduğu alanlarla basılabilecek kuru yerleri gösterdiği için kutsal sayılmış olmalıdır. Djehuti’yi, çevresi kent sembolleri ve yazılarla süslü bir tabak üzerinde, başında thyrsos’uyla tasvir edilmiş eserdeki betimle, Maya yazmanlarının koruyucusu Hunahpu ve Tavşan tanrıyla karşılaştırınız. Coe, M. D. a.g.e., s.112, Lev. XVII, s.200, Res.136.
[59] Tablodaki tarihler, Uzak Doğu kültürlerine göre düzenlenmiştir.
[60] Batılı bilim adamlarına göre, İnsanın kökeni Afrika’dır. Ancak Afrika’da beyaz tenli insan kökenini ortaya koyacak bir fosil türü mevcut değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır. Onların bu varsayımlarına göre, siyahi Afrika Homo erectusu (Turkana boy-Turkana çocuğu) buradan dünyaya yayıldı ise, Avrupalıların nasıl beyazlaştıklarını açıklayacak bir verilerinin olmadığı da açıkça ortadadır. Aksinin iddia edilmesi, “Afrikalı Turkana çocuğu Avrupa’ya vardığında, zamanla kendi kendine mi beyazlaştı?” sorusunu akla getirir. Oysa Uzak Doğu’da günümüzde bile hâlâ daha yaşayan Japonya’nın Tōhoku bölgesiyle Hokkaidō adası ve Bering boğazından Beijing’e kadarki alanda, Ainu’ların prehistorik dönemlerden bu yana süren varlıkları, beyaz insanların geldikleri kökene açıkça işaret etmektedir.* İnsanoğlunun, kâinatın oluşumundan bu yana, tıpkı diğer canlılar gibi evrim geçirdikleri ortadadır. İskelet yapımızdaki Kuyruk sokumu kemiği (Sakrum), genlerimizden gelen varlığını, bazı anormal hallerde ve ender de olsa kendini hâlâ göstermektedir [Görsel belge için Bkz. (1.bp.blogspot.com/.../s400/human_tail8.jpg)]. Bu bağlamda, Charles R. Darwin’in “Evrim teorisi”, Tanrı’nın varlığını yadsıyan bir teori değil, tam tersine onun varlığını kanıtlayan bir teoridir. Örnekleyecek olursak; insanoğlunun yaptığı ve kendini yaratıcı görüp övündüğü her şey, başlangıçta yenidir, ancak zaman içinde eskimeye, yok olmaya mahkûmdur, yani bir daha var olmamak üzere ölür. Oysa yaratıcı Tanrı’nın ölüm olarak bizlere gösterdiği her olay, yeni bir oluşum, gelişim ve evrime dönüşecek sürekli bir devinim içindedir. Bazı canlı türlerinin doğadan yok oluşları, onların görevlerini tamamlayıp, yeni canlıların oluştuğunu, yeni bir ortamın doğmakta olduğunu göstermekten başka bir anlam taşımaz. Tanrı’nın, tıpkı insanlarda düşündüğümüz gibi, her canlı, doğa ya da uzay parçasını, ayrı ayrı yaratmak için uğraş vermediği ortadadır. Başlangıçta yarattığını, gelecekte ve sonuçta olacağını bildiği gelişim sürecine bırakmış, oluşan her şey, bu devinim süreci içerisinde, doğa ya da kâinata uygun bir şekil ve zamanda biçim değiştirmiş ve değiştirmeye de devam etmektedir. İnsanoğlunun, dünyanın kor biçimindeki ilk halinin ardından geçen uzun bir süreç sonunda, deniz, dağ, göl, bulut, oksijen ve nehirlerdeki tatlı suların yarattığı uyumlu bir ortam içinde oluşan favna ve florayla donanmış doğa harikası ortamında ve tam seçilmiş bir zamanda evrimini tamamladığını görmemek mümkün değildir. İşte insanın bu evrimine ait kültürel verilerin ilk saptandığı yerin Uzak Doğu toprakları olduğunu yadsımak, bize göre Batı’nın büyük bir tarihsel yanılgısıdır. Tüm bunlara, beyazların Uzak Doğu’ya Avrupa’dan geldikleri iddiasında bulunan bilim adamlarının, her zaman olduğu gibi, bu konulardaki yanlış yönlendirmeleri nedeniyle değinmek zorunda kaldık. İçerikte yer alan tinsel bölümün, konudan ayrı olarak herkesin inancı doğrultusunda değerlendirmesi gerektiği açıktır.
* Bkz. Düzgüner, F. a.g.e., s.105, dn.31. Ainu’ların ataları, Hokkaidō adasını Kai, Kuyi, Kuye, Qoy gibi isimlerle adlandırmışlardı. Kuzey Atlantik okyanusunda, Karayipler’deki “Turks and Caicos İslands= Türk ve kayık adaları” hatırlanacak olursa, bu isimlerden “Kai”nin Türkçedeki “kay-kaymak-kayık”; “Qoy” kelimesinin ise “koy>mak” fiilini, ya da “körfez” anlamındaki “koy” kelimesini hatırlattığı ortadadır. Turks ve Caicos Adaları-Vikipedi: (tr.wikipedia.org/wiki/Turksve_Caicos_Adaları-52k).
[61] Bu tür fiziksel değişimlerin, tıp doktorları tarafından bilimsel olarak ayrıca incelenmesi gerektiği kanısındayız.
[62] Platon (2001) Kritias, Çev. E. Güney; L. Ay, Sosyal Yayınlar, İstanbul, a.g.e., 114 c.
[63] Kansu, Ş. A. (1946) İnsanlığın Kaynakları ve İlk Medeniyetler, CI, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, s. 91, 94, 95, 161, 162.
[64] İÖ 5. binde, Orta Asya’daki Tarım havzasından, bugünkü Çin ve karşısındaki Japon adalarına kadar hüküm süren Tokar kültürünün (Kem-MU kültürü) dilleri, “Tokar A” ve “Tokar B” olarak ayrılmıştır. Buna benzer şekilde, Büyük tufan öncesinde Uzak Doğu’da yerleşik Tokar kültürü “Tokar I”; İÖ 2000’lerde Tarım havzasına ikinci kez varan Tokar kültürünü de “Tokar II” kültürü olarak adlandırmak gerektiği düşüncesideyiz.
[65] Düzgüner, F. a.g.e., s.107.
[66] Herodotos, Herodot Tarihi adlı eserinin tamamında, Yunan anakarasında oturanları “Yunanlılar” olarak tanımlamaktadır.
[67] Hsiung-nu (ferocious slaves= vahşetin köleleri) adı, Çinlilerin Hunlara verdiği küçük düşürücü lakaplardan sadece biri. Bu ad, “vahşi, yırtıcı, kudurmuş (ferocious)” anlamına geliyor. İsmin. Volkanlardan akan ve demir cevheri de içeren lavların, önünde engel tanımayan akıntılarına gönderme yaptığı açıktır. Ancak, onlara saygı ifade eden pek çok lakap da takılmış. Bilim adamları, Çin’le ilgili ifadelerinde, Hunları küçük düşürücü diğer lakaplara pek değinmiyorlar. Bunlar arasında, Hsiung-nu, Hiung-nu, Xiong Nu vb. gibi pek çok isimler de yer almaktadır. Bunlar bilimsel literatürde, Çinlilerden önceki dönemlerde Türklerin İç Moğolistan ve Çin’deki varlığına işaret etmesi nedeniyle, kullanılmamaktadır. Turkic World-Huns Dateline-1766 BC-336 AD:
[68] Bkz. Jackie Sixx, Etruscan Language. (http://www.geocities.com/jackiesixx/caere/languagepage.htm).
[69] Bazı kaynaşık dillerde yer gösteren isim hali. İsmin –de hali; Bu şekildeki isimlere ait. Redhouse (1986) English-Turkish Dictionary, Redhouse Yayınevi, İstanbul, s.579.
[70] Polenezyalıların, Orta ve Güney Amerika’da azınlık olsalar da hâlâ yaşamakta olan Yüzü Yanık’lardan Maya, Aztek ve İnka’lara olan akrabalıkları yadsınamaz. Anadolu halkının ise, geçmişi İÖ 6. binlere dayanan Moğolistan, Çin ve Endonezya adalar grubundan gelen Yüzü Yanıklarla, ağırlıklı olarak beyaz tenli, sarışın, renkli gözlü Ainu kökenli Tokar Türklerinin gen ortaklığından oluştuğu ortadadır. Saçın, kimyasal olaylara reaksiyon göstererek renk değişikliklerine uğrayabildiği bilinen bir gerçektir. Tarım havzasında saptanan Tokar Türklerine ait mumyalardan pek çoğunun kızıl saçlı olmaları, Büyük tufan sonrasında deniz suyunun toprakta meydana getirdiği önce asit sülfat, daha sonra da derinlerde ortaya çıkan demir sülfürlü tabakaların etkisiyle oluşmuş olup olamayacağı konusunun, ilgili bilim adamlarınca ayrıca araştırılması gerektiği kanısındayız.
[71] Konunun Dilbilim kapsamına girmesi nedeniyle, bu konudaki uzman değerlendirmelerine başvurmanın daha sağlıklı sonuçlar vereceği kanısındayız.
Best Casino in the world 2021 (2021)
YanıtlaSilDiscover the best casinos in the world including slots, table games and live dealer 점심 메뉴 룰렛 tables. 아시안부키 bwin Casino: Vegas casino Luxury Casino. Rating: 4 · 10 moonpay votes