17 Kasım 2010 Çarşamba

IZGARA PLAN, MEGARON / II

 
Aset tapınağının, bir ressam tarafından yapılmış muhteşem rekonsrüksiyonu. Olasılıkla, Peristylos salondan (D) prostylos salona (B2) geçiş canlandırılmış. John Lester’den.


Piankhy’den sonra, Taharqa’ya kadar iki kral Mısır’a hükmetmiş. Bunlardan biri İÖ 713-698? tarihleri arasındaki Shabako, diğeri ise İÖ 698?-698 tarihleri arasında, geldiği gibi gittiği, ya da öldüğü anlaşılan Shebitku’dur. Shebitku’nun hemen arkasından da Taharqa geliyor. Yani, kralın arşiv sorumlusu olarak göreve geldiği tarihi, Piankhy’nin hükümdarlığının sonu olan İÖ 716 tarihini kabul etsek bile, arşivdeki belgeleri en az yirmi altı yıl incelemiş olduğu kabul edilebilir görünüyor. Yani, geçmişi araştırmak için bol bol vakit bulabilmiş. Taharqa’nın hiç kuşku duyamayacağımız bu araştırmalarının sonuçlarından en önemlisini, inşasına başlattığı Philae tapınağında görmemiz son derece ilgi çekicidir.

Philak, Küçük ada, sınır, ya da “Uzaktaki topraklar” anlamlarına geliyor. Uzaktaki topraklar, tabii ki Nubia ve Aithiopia arasındaki bir sınır, ya da Afrika’nın güney ucu veya Yunanistan değildi. Diğer tarafta Phiale (jιάλη), günümüzdeki hamam taslarının ortasındaki göbek ve etrafını suların çevirmesine benzer bir durumun ifadesidir.[1] Tıpkı Philae adası gibi. Bu kaplar Anadolu ve Yunan kültürlerinde libasyon kapları olarak kullanılmışlardı. Bu nedenle, araştırmalarımızı bu yönde geliştirmeye karar verdik. Sonuçta saptadığımız bilgiler, Mısır’ın geçmişine, bura halkının kökenlerine ait, tıpkı Eti’ler ve Göbekli Tepe’lilere benzer somut bilgiler içermesi yönünden, son derece ilgi çekici olmuştur.

Yapının bir diğer ilginç yanı, bu büyüklükteki görkemli bir tapınağın, Nil nehrinin ortasındaki küçük bir adada inşa edilmesindeki amacın ne olabileceğidir. Nil’in kenarlarında, onca kurulu kent varken, niye bunlardan birinde değil de, illâ ki Philae’de? Her an taşıp, Nil sularının işgal edebileceği bu adadaki tercihin nedeni ne olabilir?


Libasyon kabı olarak kullanılmış bir phiale’den (Omphalos-Navel of the world-Dünyanın göbeği) görünüm.[2]
Phiale (libation vessel-Wikipedia, the free encyclopedia: [en.wikipedia.org.wiki/Phiale_(libation_vessel)].



Uzun gözlemlerimiz ve araştırmalarımız, Mısırlı arşivci kral Taharqa’nın, belgelerden edindiği bilgilerle, bizleri bugün bile hayrete düşürecek mükemmellikteki seçiminin nedenini ortaya koydu. Sebep, Mısırlıların geldikleri Asya kökenlerindeki merkez, yani Ordos megaron’u, kutsal X’i-an piramitler alanı ve Erg-Enek-On’du. Marduk’un oluşturduğu karni (Apollon karneios) ve ardından kopan Büyük tufan olayları olmasaydı, Ordos ve Erg-Enek-On’u asla terketmezlerdi. Üzüldükleri şey, geride bıraktıkları manevi değerleriyle, ilk medeniyetlere işaret eden keşifler ve icatlarını gerçekleştirdikleri verimli topraklarından başka bir şey değildi. Dile kolay, Chou Adamı’ndan beri yaşayıp, ateşin ardından bakır ve bronz gibi madenlerin keşfiyle bunların kalıplara dökülmesi, dövme tekniğiyle demirin işlenmesi, yeşim ve diğer taş işçiliklerine bağlı olarak mükemmel teknikteki figürin, heykel yapımı ve pişmiş topraktan olağanüstü nitelikteki incecik çanak çömlekler (terrakota-terracotta) yanında,[3] tekerlek ve atlı arabayı, ekin ekip tarla sürmeyi keşfettikleri topraklardı buraları. Bu nedenle, tüm geçmişlerini hatırlatan bu topraklarda terkettikleri coğrafyayı canlandırıp yol haritasını gösterebilecek konumdaki tek yer olarak Philae adasının, başarıyla ve olağanüstü mükemmeliyette seçilmiş bir konumda olduğunu kavramamak mümkün değildir.

Philae ile ilgili olarak yukarıdaki haritalarda yer verdiğimiz bilgiler çerçevesinde, tapınağın ana girişindeki iki kulenin sağında yer alan kapının bile bir anlamı olduğu, buranın Borneo adasına geçişlerini temsil ettiği ortaya çıktı. Taharqa ve mimarları, Ordos’tan (megaron), olasılıkla Kutsal X’i-an piramit alanını kutsayıp Sichuan yoluyla Malay yarımadası, Sumatra ve Borneo adalarına varışları hakkındaki yol haritaları yanında, ilk göç ettikleri ada ve bölgeleri o kadar muhteşem biçimde betimlemişler ki, bu mimari hüner ve anlatıma hayran kalmamamız, tıpkı Göbekli Tepelilere yaptığımız gibi, önlerinde şapka çıkartıp, onları övgülerle göklere çıkarmamamız olası değil.

 
Atina Akropolis’indeki Erekhteion yapısının ayrıntılarını gösterir çizimde, çatı tuğlalarının (imbrex ve tegula’lar)  fiiziksel görünümleri ve çatıdaki konumları.

Bu bağlamda, topraklarını terkeden Erg-Enek-On (Ergenekon) sakinlerinin, geçmişlerini asla unutamadıkları, kutsal saydıkları bu topraklara ait gelenek ve göreneksel inançlarını, her nereye giderlerse gitsinler, orayı betimleyen yapılar içinde, bu topraklarda ölenler (Mısır Ölüler Kitabı) adına ve geldikleri yeni topraklarda başlarına bir daha böyle bir felâketin gelmemesi için kutsal dua mekânları inşa ettikleri anlaşılmaktadır. Yani bu insanlar, sonuçta megaron’a (Malakka kapıları’ndan Ordos’a) ulaşan tapınaklarını her ziyaret edişlerinde, eski kutsal topraklarına tekrar geri dönüşü; ziyaret sonunda ise, bu toprakları tekrar terk edişlerini yaşamışlar.[4] Kendi payımıza, bu ziyaretlerin geçmişte yaşanan kötü olaylar ve bu olayların bir daha olmaması anlamlarını kapsayan duaları içerdiğini söylememize gerek olduğunu sanmıyoruz. Yüzyıllar sonrasında, ancak bu sayede megaron yapıların kökenini saptayabildik. Onlara minnet duygularımızla birlikte teşekkür borçluyuz.

Doğal ki, Mısır’da bölgeyi en iyi bir şekilde tanımlayan tapınak mimarisi, geçmişe ait hafızaların giderek zayıflaması sonucu Anadolu, Yunan ve Roma sanatında bu ayrıntıları kaybetmiş. Ancak Mısır, Mezopotamya ve Urartu mirası tapınaklar, bu bölgelere ait mimarilerde, eskiye has yeni tanımlamalar, mimari öge ve tezyin sanatının gelişmesiyle birlikte, tapınak mimarisinin ana hatlarını koruduğu, bunun yanında daha sade, ama görkemli yapılara dönüştükleri anlaşılıyor. Bunların arasında, Didymaion Apollon mabedinin plânının da bu çerçevede değerlendirilebilecek olması, ilgi çekicidir. Sellasının üzeri, tıpkı Ordos gibi açık olan tapınağın, içinde yer alan megaron (naos), girişte iki yana çıkıntılı ve öndeki sütunlar arasında mevcut beş geçişli plânıyla dikkat çekicidir. Diğer yanda, Anadolu ve Yunan tapınaklarının çatı tuğlaları ile, günümüzde Çin’deki Antik çatı tuğlaları arasındaki şaşırtıcı benzerlik, dikkatlerden kaçmamaktadır.

Daha önceki bir makalede değindiğimiz gibi, Büyük tufan sonunda günümüzde çöl haline gelmiş verimli topraklar, deniz sularının bu çanaklarda toplanıp bir daha geri dönememesi ve buralarda yerleşmesi sonucunda, tuzlu suyun etkisiyle ortaya çıkan asit sülfat, toprağı önce gri çamur haline dönüştürmüş; daha sonra, diplerde oluşan demir sülfürlü tabakalarla da onu zaman içinde çöle çevirmişti. Ancak sel sonrasında, coğrafi yapının yükseltileriyle dağlardan hızla inen sel sularının, deniz seviyesine yakın ovalarda biriken deniz suyunu, yine hızla denize akıtması sonucunda, yukarıda değinilen kimyasal reaksiyonlara maruz kalmadan, durumu en az zararla atlattığı anlaşılıyor. Yani, toprağın bereketi (Demeter), önce terk ettiği bu topraklara yaklaşık bin, ya da bin beş yüz sonrasında tekrar dönebilmiş. Bunu, Erg-Enek-On’luların bölgeyi terk ettikleri İÖ 4000-3500, 3000 yıllarının ardından, bugünkü Çin halkını oluşturan, o zamanki tufan nedeniyle nüfusunun çoğunluğunu kaybetmiş Erg-Enek-On halkıyla araları açık olan Yunnan’lı Çinlilerin, Yunnan platosundan İÖ 2000 dolaylarında inerek, İÖ 1000 dolaylarında bölgedeki topraklara hakim olmalarından anlıyoruz.[5]

Dolayısıyla, o zamanlar Yunnan platosundan Si Kiang nehrine kadarki toprakların sahibi olabilen Yunnan’lılar, yalnızca uzun zamandır göz koydukları Erg-Enek-On topraklarının değil, onların geride bıraktıkları yüksek bir kültürün (Tokar kültürü) de mirasçısı olmuşlardı.

 
a= Antik bir Çin tapınağındaki çatı tuğlaları (tegula ve imbrex’ler), çörten ve aralara yerleştirilmiş bitki motifleriyle bezeli terrakota levhalar. b= Bir Anadolu-Yunan yapısının çatısından geriye kalmış, Antik terrakota kiremit parçalarından görünüm; 1. Tegula; 2. İmbrex’ler.

Bu kapsamda, Erg-Enek-On sakinlerinin yarattıkları kültüre ait belgeleri,  yalnızca Mısır, Mezopotamya, Anadolu, Yunanistan ve Roma imparatorluğuna hakim olan keramik, pişmiş topraktan (terrakota) yapılmış figürünler ve heykel sanatında değil, dini ve sivil mimaride de görmemiz gerekmektedir. Aradan geçen en az beş bin yıllık sürece karşın, buna kaynak oluşturan izleri Antik Çin sanatında bulmamız ilgi çekicidir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

  1. Anadolu, Yunan ve Roma mimarisinde pişmiş topraktan yapılmış çatı kiremitleri, Antik Çin yapılarındaki çatı kiremitleriyle bire bir benzeşim göstermektedir.
  2. Çatı kiremitlerinin ters yarım daire kesitli ve tabanı düz çanak oluşumlu ( ) iki ayrı tipte imal edilmiş olan uçları, ortaya çıkabilecek kötü görüntüyü önleyebilmek amacıyla, Antik Çin mimarisinde, ön yüzleri ejder (yanardağ püskürükleri sembolü); Anadolu ve Yunan sanatında grifon (aslan) betimleriyle süslü çörten’ler, ya da palmet motifli pişmiş toprak levhalarla kaplanmıştır. Düz çanak biçimindeki kiremit uçlarının ise, çeşitli bitki motifleriyle bezendiğini görüyoruz.
  3. Anadolu, Yunan ve Roma mimarilerinde, çatının alınlık yan kenarlarıyla tepesinde bulunan palmet motifli tepe ve köşe akroter’lerini, Antik Çin sanatında, ejder motifleri ağırlıklı olsa da, bazen çeşitli hayvan ve bitkisel motiflerle bezeli olarak, ancak çok daha abartılı bir şekilde süslenmiş biçimde görmekteyiz.
  4. Antik Çin kültürüne ait tapınaklarda sıklıkla rastlanan tavan altı ahşap kaset işçiliğine, benzer şekilde Anadolu, Yunan ve Roma mimarisinde, son derece mükemmel işlenmiş mermer kasetlerde tanık oluyoruz.
  5. Anadolu, Yunan ve Roma mimarisinin İonik tarzına hâkim ögelerden biri olan diş kesimi bezemelerini, ahşaptan yapılmış olmalarına karşın, Antik Çin mimarisinde de görmemiz, ayrıca dikkat çekicidir.
  6. Yine bu mimaride rastladığımız yuvarlak ve kare biçemli ahşap ve mermer sütunlar, dikkatlerden kaçmamaktadır. Özellikle yuvarlak sütun ve taştan sütun kaideleri, Yangshao kültüründe gördüğümüz, dromos’lu piramit biçimindeki konut mimarisinde rastladığımız sütun ve kaideleriyle olan benzerlikleri nedeniyle, önemli bir ayrıntıyı oluşturmaktadır.
 
a= Üzeri ejder (yanardağ püskürükleri) betimli çörten’den ayrıntı. b= Günümüzdeki bir Çin yapısında, Anadolu, Yunan ve Roma tapınak mimarilerindeki akroterleri hatırlatan, ejder biçimli tepe ve kenar akroterleri..


  1. Tapınak alanına, toprak seviyesinden birkaç, bazen da çok basamaklı krepisle ulaşılması, aradaki benzerliklerden bir diğeridir.
  2. Anadolu, Yunan ve Roma mimarilerinde asıl öge olan sütun kaideleri, bunların üzerinde dikili sütunlar, sütun başlıkları, abaküs (tamu), bunların üzerinde arşitrav, iki yumurta dizisi arasındaki friz ve diş kesiminden (korniş) sonra en üstte yer alan alınlıktaki tanrı kabartmalarının, Uzak Doğu’daki Karni (Marduk ve tektonik olaylar) yanında Büyük tufana da atıfta bulunuyor olması, son derece dikkat çekicidir. Stereobat, insanoğlunun doğuşu ve yetişme evresi, yani temelini oluşturur. Stylobat, öğrenme ve eğitim sürecidir. Bu kısa süreç geçildiğinde, artık yaşamın devamı için temel (sütun kaidesi) oluşmuş ve hayat görüşü edinilmiştir. Bu, geniş tabanlı bir eğitimdir. İçinde yer alan unsurlardan aile yanında, akrabalar, yakın çevre, okul vb. gibi ayrıntılar, bu temeli oluşturur. Artık temelini oluşturmuş bireyin önünde uzun bir yol, ya da yollar (sütun üzerindeki kanallar-kanelira-canalis) vardır. Yolların sonundaki volütlü sütun başlığı, Uzak doğudaki karni (Apollon karneios) olayına işaret etmektedir. Felâket gelip çatmış, ölüm (abaküs-tamu-hesap tahtası) noktasına varılmıştır. Üç evreden (sınav) geçen (arşitrav) ruh, tanrılar katına ulaşır. Burada gördüğü, ölümüne neden olan tanrılarla devler (Uzak Doğu’ya hakim olan tektonik olaylar, püskürükler), yani bir Gigantomahi (Gigantomakhia) sahnesi, ya da tanrılar toplantısı (pantheon) vb. sahnelerdir. Olasılıkla sorgulanan ruh adına, burada son karar verilmektedir. Ancak insanın ruhu, buradan daha yukarıya, yani alınlığa ulaşamaz. Zira alınlık, her zaman güneş (svastika) ışığı alan, üzerine hiçbir zaman gölge düşmeyen, aydınlığa ulaşmış, ermiş ve bilge insanlara, yani tanrıların ta kendisine ayrılmıştır. İnsanoğluna değil.[6]

 
a= Yine Çin mimarisindeki tuğla döşemelerden genel görünüm. b= Antik bir Çin mabedinde, tuğla döşeme tekniği ve çatının en üst ve orta noktasındaki tepe akroter’iyle, bunun her iki yanına abartılı şekilde yerleştirilmiş ejder motifleri. Buradaki Ejder heykellerini, Bergama Zeus sunağındaki Gigantomahi sahneleriyle, tepe akroterini ise, Didyma Apollon tapınağının alınlığındaki tepe akroteriyle karşılaştırınız. a. (www.flickr.com/.../benoit_remillard/2896122507/). b. (  www.thailandsworld.com/index.cfm?p=107). (didimrealestate.net/pages.php?PageType=CityInfo)


Tüm verileri gözden geçirdiğimizde, daha sadeleşmiş ve anlam bakımından öze dönmüş olsalar da Mısır, Mezopotamya, Anadolu, Yunan ve Roma mimarisiyle, Uzak Doğu mimarisi arasındaki benzerlikleri yadsımak; bunları, kaynaksal olduğu açık olan bu mimariden soyutlayıp görmezden gelmek olanaksızdır.

Sonuç olarak, ızgara plânlı kent yapılarının kökeninin de Uzak Doğu kaynaklı olup olmadığı konusunda, haklı olarak kuşkuluyuz. Zira, Mısır’da ızgara plânı uygulayan ve Uzak Doğu’lu oldukları neredeyse kesinlik kazanan bu halkın, geldikleri yerde de benzerlerini yaratmış olabilecekleri ortadadır. Ancak, gelecekte yapılacak arkeolojik çalışmalar sonunda, doğal ki konuyla ilgili kanıtları ortaya koyacak somut buluntulara gereksinimimiz var. Bunlar olmadan, şimdilik kesin bir şey söylemenin olası olmadığı açıktır.

Ancak asıl değinmek istediğimiz ve önemli olan, Ordos ve Erg-Enek-On’da başlayan neolitik ve Bronz çağından itibaren, tarım ve hayvancılığa dayalı kentleşme sürecinde, bu yerleşim yerlerine dışarıdan gelebilecek bir saldırı anında surların içinde korumaya alınan halkın, kuşatma altındaki en büyük gereksinimi olan su sorunudur.

Yer altı su kanallarının ilk kez Byzantion’da inşa edilmediği ortada. Özden’in bir eserini kaynak alarak yaptığımız çalışmalara göre,[7]  biz bu tarihin çok daha gerilere, Uygur’lardan önce Uzak Doğu’ya kadar uzanmış olabileceği (en geç İÖ 4000-3500) olasılığı üzerinde duruyoruz. Yakın bir gelecekte, İç Moğolistan ve Çin’de yapılacak kazılarda buna ait kanıtlara ulaşılması, bilimsel açıdan pek sürpriz sayılmayacağa benziyor.

Özden, Uygur kehriz’leri (karız-kariz-karaz-kerhiz-keriz)[8] olarak adlandırılan kanalları 2500-2200 yıl öncesine tarihlemiş. Bu tarih, yaklaşık olarak İÖ 500-200’leri kapsar. Biz, Özden’le aynı fikirde değiliz. Bu nedenle, Çinliler tarafından Çin’in üç büyük harikasından, Çin Seddi’yle eşdeğer bir uygarlık harikası sayılan kehriz geleneğinin, tarihsel dökümünü yapmanın faydalı tartışmaları beraberinde getireceği kanısındayız.[9]


Yeryüzünün uzaydan çekilmiş fotoğrafındaki kare içinde, Taklamakan çölünün [Kem-Khem- Güneş’in gözü-tanrının gözü (Okulus-Oculus)- Ra’nın gözü] görünümü (Büyük Dünya Atlası, Arkın Kitabevi). Sağ üstteki karede; Türklerde kem gözün değmemesi için hâlâ daha kullanılan tanrının gözü (nazar) boncuğu.[10]


Antik dönemin önemli merkezlerinden biri, Nubia (Kush kültürü) ve Mısır’la, yani Siyahi Krallık’la bugünkü İsrail arasında sınır oluşturan Beer-şeba’ydı. Antik kent bugün, İsrail’de hâlâ benzer bir adla anılan, modern Be’er Sheva’dır (Arapça: Tell es-Saba).[11] Kent, o zamanlar, her iki ülke arasındaki önemli konumu nedeniyle, “Border of the Kingdom” olarak anılmış.

Konuya değinmeyi, Nuh tufanından sonra Afrika’ya ulaşan Uzak Doğulu göçmenlere ait, Mısır tapınaklarında “promis-sırlar” olarak saklanan bilgi ve belgelerin, tapınak rahiplerinden Musa peygambere, dolayısıyla Tevrat’a geçtiğini tahmin ettiğimiz somut verilerin doğruluğunu belgelemek için seçtik. Tevrat’ın genel anlamda Mısır ve buraya gelen Asyalı göçmenlerin, geçmişlerine ait sırlarını içeren tarihi bir kaynak olduğu ortada. Be’er Sheva’daki geniş alan, 1969-1976 yılları arasında kazılmış ve yerleşimlere ait kalıntılar birkaç tabaka halinde ortaya çıkarılmış. Kazı sonunda bulunan, etrafı muhkem duvarlarla çevrili yerleşimler, Yahuda’nın monarşik dönemlerindeki küçük kalelere ait kalıntılar. Bunlar, Pers-Roma dönemleri arasına tarihlenmiş.


 
Orta Asya’ya, Ethiopia’dan Meroe, Mısır, Ön Asya, Kafkasya ve Hazar denizinin kuzeyinden inen Tokara’lılar ve daha sonra Chou’lardan oluşan Türklerin, yerleştikleri Doğu Türkeli ve Tarım havzasına yakın Kem (Mısır’da Khem)[12] bölgesinde, tanrı “Ra”nın gözü: I= Nuh’un, gemisiyle Xinhailien-Lianyungang’dan çıkış noktası; II= Afrika’da Klimancaro dağına vardığı nokta. Yaklaşık İÖ 4000-3500; III-V= Ethiopia yoluyla Mısır’a varan Nuh’un Ham, Sam, Yafet adlı oğul ve silsilesi. İÖ 3500-3000 arası; VI-VII= İÖ 2500’de Mezopotamya ve Girit’e varan Sümer ve Minos’lular; VIII= Kar’lar ve Leleg’lerle yakın zamanda Troya’yı kuran Troya’lılar, yaklaşık İÖ 2900; IX= İÖ 2000 dolaylarında Yunanistan’a varan Akha’lar; X= Yaklaşık İÖ 2000’de, Sincan’daki Kem’e (Khem-X’injiang) ana vatanlarına varan Tokara’lılar; XI= İÖ 1000 yıllarında, batıya göçen Chou Türklerinin, Tokara’lı Türklerle buluşmaları. Bu kültürlerin ardından gelen Uygur’lar, yaklaşık olarak İÖ 200-1759 yılları arasında hüküm sürmüşlerdi; XII= Kem’den İÖ 1200’de Kafkaslar ve Yunanistan’a varan Demir kültürüne sahip Dor’lar (Tokar’lar).[13]

Höyüğün en üst katı, Beer-şeba’nın İÖ 8. yüzyıl katmanını oluşturuyor. Bu katman, Yahuda’nın monarşik döneminin güneydeki krallık sınırıydı. Kent, içerdiği yapısıyla, önemli bir savunma ve uç kale görevini üslenmiş. Şehir, duvarlarla çevrilmiş bölgelere ayrılmış. Dış yüzeye yakın çevredeki dairesel yollar, kent duvarlarının yapısal tarzına uygun. Ana cadde, kentin merkezini kesecek şekilde boydan boya uzanıyor; kale içindeki tüm sokaklar birbirleriyle, kare bir plânda karşılaşıyor (Izgara plân). Drenaj sistemi, yağmur sularını merkezi bir kanalda toplamak üzere, sokakların hemen yan taraflarında inşa edilmiş. Bunlar, toplanan suları kent kapısının dışına açılmış bir kuyuya, kapının altından geçirilerek ulaştırılmış. Sistem, kentin kuzey doğusunda da, duvarla birlikte inşa olunmuş. Buradaki taş merdiven basamaklar, kayaların içine oyulmuş derin bir sarnıca iniyor. Sarnıcın kent kapısının dışında olması, kayanın altında yer alması nedeniyle bir tehlike oluşturmamış. Tüm ayrıntılarıyla düşünülmüş sistem, kentin uzun süre kuşatılması sırasında dahi, tüm su gereksinimini sağlayacak düzeyde olması bakımından, o zamanlar için kuşkusuz yaşamsal bir olguydu.

Beer-şeba’yı, Etrüskolojist Mario Lopes Pegna’nın İtalya’da Etruria ve Latium’da ele aldığı, İÖ 700’lere tarihlenen yeraltı su kanallarıyla[14] Mısır’da Krallar vadisinde keşfedilen drenajlı su kanalları arasında bir bağlantı noktası oluşturması nedeniyle ele aldık. Anadolu İon, Lidya, Likya vb. kültürlerde gelişmiş şekilleriyle ortada olan sistemin, çok daha eskiye dayandığından kuşku yok. İlk kuruluşu yaklaşık İÖ 2900 olan Troya’daki (Troia-İlion-İlium) sarnıç ve su kanalları da bu çerçevede ele alınmalı.

Sistemin, Kem’deki (Khem-Sinjan özerk bölgesi-Taklamakan çölü) kehriz’lerden farklı olmadığı ortada. Tarihlemeyse, kehriz’lerden biraz daha geriye, İÖ 700’lere varıyor. Özden, Anadolu kehriz’lerini dünyanın ilk yeraltı sulama sistemlerinin başında yer aldığını söylüyor. Bu tarihlerden daha geriye gidecek olursak, Çatalhöyük’te İÖ 6000’e tarihlenen sistem, oldukça dikkat çekici.[15] Yazarın söyleminden yola çıkarak, Anadolu’dan Mısır’a doğru: İÖ 2000-1500 yıllarına dayanan Eski Hitit döneminde Tavanuva (Tyana’Heraklia-Tyana-Tayan-Tavanna-Osebia-Kemerhisar); İÖ 1380-1200’lere dayalı Büyük Hitit İmparatorluğu; Asur-Tuvana krallığı ve İÖ 740’lardaki Urartu “Rusa Sulama Sistemi”nden, İÖ 3500’lerde Mezopotamya Sümer ve Asur kültürleriyle ortalama aynı tarihleri kapsayan, Mısır’daki Krallar Vadisi’ne kadar uzanıyoruz. Yaklaşık olarak İÖ 1240’larda, Hitit kralı Tuthalia zamanında tanrıça Hepat’a adanan, düzgün taşlardan, kille birleştirilerek yapılmış baraj benzeri yapılardaki havuzlarda biriktirilen suyun, filtre edildikten sonra, kanallar aracılığıyla kilometrelerce uzaklıktaki Alacahöyük’e ulaştırıldığı biliniyor. Van’daki Urartu Şamram kanalıysa, kral Menua döneminde (İÖ 810-780) yaptırılmış. Halen, günümüzde bile kullanılmakta.

Necati Çavdar, Çorum’un güneyindeki Alaca Köy Şeker Pınarı’yla ilgili olarak yapılan çalışmada, bir yeraltı sulama kanalına rastlandığını söylüyor.[16] Köyün Alacahöyük’e yakınlığı dikkat çekicidir. Bunun hemen güneydoğu yakınında. kehriz’e döşenmiş pöhrek,[17] buranın geçmişinin oldukça eskiye dayandığının bir göstergesi. Çavdar’a göre, su hangi kotta bulunmuşsa, bir insanın içine rahatça sığacağı tüneller de, içine çok az taş döşenerek o kota kadar kazılmış. Olasılıkla, önceden tamamı taş döşenerek inşa edilmiş kehriz, bazı yerleri tahribata uğradıktan sonra, geç bir dönemde tekrar elden geçirilmiş olmalı. Bu nedenle, toprağın suya karışmasını önlemek için pöhrek’ler döşenmiş. Bize göre keşif, Alacahöyük yerleşimiyle ilgili yeni bir bulgu olabilir.

Mezopotamya’da, Sümer, Asur ve Akkad’ların bölgede gerçekleştirdikleri sulama tesisleriyle ilgili oldukça geniş bilgiler mevcut. Hattâ Yeni Babil tekstlerinde Pallukkatu’dan (Felluce-Falluja), Fırat nehrinin batı kıyılarını takip eden ve taşıdığı yoğun sularla Borsippa (Birs Nemrud-Denizlerin boynuzu,[18] ya da muhteremi)[19] yakınında büyük bir göl oluşturan su kanalları, erken dönem yazıtlarına “Güneş tanrının kanalı” olarak geçmiş.

 
Gyllius’un da, Yerebatan sarnıcında dış yüzey ya da içerden su alma sisteminden bahsettiğine benzer, Kehriz’den su çekme. Fengyu mağarasıyla karşılaştırınız.


Ürdün nehrinin batısındaki Kudüs (Jerusalem), Gibeon, Megiddo,[20] Gezer ve Hazor’da[21] benzer su tesisleri var. Tell Irbid’de kaya-kesimli kanal sistemi mevcut. Roma döneminde tekrar kazılarak bunlardan faydalanılmış. Kayalarda açılmış sarnıçlar, Van Çavuştepe Kalesi’ndeki kayalara oyulmuş sarnıçları andırıyor. Daha sonraki dönemlerde Megiddo, Hazor ve Tell as-Sa’idiyeh (Ürdün Gedik vadisi) mükemmel örneklere sahip. Tarım arazilerinin sulanmasında taş ve kireçli harçlardan inşa edilmiş baraj ve suyolları kullanılmış.[22]


a= Konya Beyşehir İlçesi’nde, Eflatun Pınar Hitit kutsal anıt ve havuzu: Altta, küçük tanrıların tuttuğu çift Güneş Kursu’nun aşağısında, olasılıkla yeryüzüne inmiş fırtına tanrısı Taru ve güneş tanrıçası Wuruşema; Yanlarda, İkinci derece tanrılar daha büyük bir Güneş Kursu’na (gökyüzü) dayanak oluşturmuşlar. Gökyüzünde, tanrıların gücünü yansıtan dört aslan tasvirinin üstünde, eserin tümüne hakim durumda, yine fırtına tanrısı ve olasılıkla Arinna’nın güneş tanrıçası figürleri yer almış. Taru’nun şapkasının üstünde dağ tasvirleri (polyphemos) var. Büyük Hitit Krallığı (Hitit İmparatorluğu) dönemi, İÖ 13. yüzyıl; b= Yapıdaki kompozisyon ve figürlere açıklık getiren bir çizim.


Kent alanlarında kayaların içine oyulmuş şişe boyunlu olarak nitelenebilecek sarnıçlar Demir çağına, yaklaşık İÖ 1200-332 arasına tarihleniyor.[23]

Özden, Van’da önemli bir bölümü Urartu döneminden kalma 54 kehriz’le birlikte, Anadolu’da 1,000’i aşkın kehriz’in olduğuna değiniyor. Ancak, yazarın ifade ettiği şekilde, sistemin Çin’in Uygur bölgesiyle İran kökenli olduğu konusunda, onunla aynı kanıda değiliz.

Günümüzde, Sudan’ın Kızıldeniz kıyılarındaki Tokar kentinden sonra,[24] Güneydoğu Anadolu bölgesinde, Orta Fırat bölümünde, Adıyaman İli, Kâhta İlçesi’ne bağlı Akıncılar Bucağı’nın eski ismi olan “Tokarız= Tokar’lıyız” adının, Uzak Doğu kaynaklı olduğu açık. Bunu, olasılıkla adı değiştirilmiş pek çok “Tokar” isimli kentten sonra arda kalmış olduğu anlaşılan, Moskova’nın batısında, Avrupa sınırına yakın “Tokar” kentinin varlığından da anlamak mümkün. Bu benzerlik, Tokar’ların, Mısır’dan Mezopotamya yoluyla Kafkaslar’a ulaştıkları yola da işaret eder görünür. Niğde Aksaray’a 35 km uzaklıkta Hasan dağı yamaçlarında kurulu Dikmen Köyü’nün de eski adı Tokarız’dı. Yerleşimin Çatalhöyük ve Acemhöyük’e yakınlığı dikkat çekicidir.[25] Eskiden her ikisinin adı, Yukarı ve Aşağı Tokarız idi. Çatalhöyük VI. tabakaya (İÖ 5825) ait çekik gözlü adam başı betimlemesiyle tapınak duvarlarındaki boğa, koç ve el (daktyl’ler) tasvirleri,[26] İÖ 4000-3500 tarihlerini kapsayan Tokar’lı Nuh’un, Büyük tufan sırasında Afrika’da Klimancaro dağına demir atmasına, oradan Aithiopia, Nubia, Mısır, Mezopotamya, Anadolu, adalar ve Yunanistan’a varan İÖ 3. bin göçlerinden çok öncesine işaret etmekte. Yani, Çatalhöyük’lülerin Uzak Doğu’dan Anadolu’ya olan göçleri de, tıpkı Tokar’lar gibi, bu bölgedeki yüksek tektonik olaylardan bir kaçıştı. Mellaart’ın kitabında Uzak Doğulu tipi gösteren resim, bunun açık kanıtıdır.[27] Tokar adının yayılım alanlarının bir rastlantı olduğu hakkında ortaya atılacak savları şimdiden duyar gibiyiz. Bu iddiada bulunacak olanlara, tarihi gerçeklerin nasıl çarpıtıldığını daha iyi anlayabilmeleri için,“Herodot Tarihi” adlı eserdeki “Libya Ulusları” adlı bölümü, yineleyerek daha dikkatli okumalarını, okuduklarını harita üzerine yerleştirerek gerçekleri bir kez de kendilerinin görmelerini salık veririz. Aynı doğrultuda, Yazılıkaya’daki Aith (Eth-Eti) kabartmalarını, bizzat yerinde görerek, araştırmalarını yinelemelerinde de büyük yarar olacağı kanısındayız.[28]

İÖ 3. bin Bronz kültürü göçleri, Mısır ve Ön Asya’dan (Sümer, Asur, Akad) hareketle, Kafkaslar üzerinden Kem bölgesine ikinci kez ulaşan Tokar’larla, batıya hareketlenen Akha’lara (Aka’lar. Bronz kültürü); bunun ardından, aynı bölgede yerleştikten bir süre sonra, bu kez Taklamakan’dan (Kem) batıya doğru hareket ettiği açık olan İÖ 1200’lerdeki Dor (Demir kültürü)[29] göçlerine işaret ediyor. Urartu’lar, Dor göçleri sırası ya da biraz sonrasında, Van civarında yerleşen Tokar’lar olmalıdır. Hazar denizinin güneyinden geçen göçler sonrasında oluşan kültürlerse, öncelikle kökenleri Urartu’lar gibi İÖ 900’lere dayanan Persler; daha doğudaysa, Hindistan’ın kuzey ve batısında yerleşen 1.- 3. yüzyıllardaki Kuş’lardı (Kushan’lar).[30]

Kehriz’lerin kaynağının mitolojiye, dolayısıyla Uzak Doğu’ya dayalı olduğu açıktır. Ayrıntıları, Hesiodos’un anlatıları yanında Mısır kaynaklarından da edinebiliyoruz. Şöyle söylüyor Hesiodos, Styks için:
Okeanos kızı Styks Pallas’la sevişti,[31]
 Zetos’la[32] Nike’yi doğurdu, güzel topuklu,[33]
 Sonra Kratos’la Bie’yi,[34] o yaman çocukları;
 Zeus nerede oturursa, onlar oradadır,
 Zeus nerede yürürse, ardındadır onlar,
 ayrılmazlar gümbürtülü Zeus’tan[35]





1 yorum:

  1. çooooooooooooooooooooooooooookkkkkkkk ama çooooooooooooooooookkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk bet








    kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk



    vfggf


    YanıtlaSil