17 Kasım 2010 Çarşamba

IZGARA PLAN, MEGARON / VI

[51] Yukarıdaki makalede yer alan yeraltı su kanallarıyla Şanlıurfa Germüş (Dağeteği) Kehriz’i krokisini krş. İçin Bkz. Özden, D. (2006) Uygur Karızlarına Yolculuk, Kaynak Yayınları, İstanbul, s.116.
[52] İng. [Kariz] Sewer, drain. Redhouse Sözlüğü (1974, Türkçe-İngilizce), Redhouse Yayınevi, İstanbul, s.641.
İnka’ların su içmek için kullandıkları bir nevi tahta bardağın, “ker” kökünden gelen “kero”; içinde su ve yiyecek taşıyan pişmiş topraktan kapların aynı köke dayalı “keramik”; Moğol ve Türklerde “Yurt” anlamına gelen “ker-ger-kerekü” kelimeleri, çadırın ters çevrilmesi halinde bardağımsı şekilleri nedeniyle benzer adları taşımaları ilgi çekicidir. Düzgüner, F. mimar.ist, Sayı:26, s.107, Şek.7. Esin, E. a.g.e., s. 16, 17, vd.
[53] Özden, D. a.g.e., s.11-13.
[54] Kem göz’ün bu bağlamdaki asıl anlamı, “tanrının gözü”ne (güneş tanrı-Ra’nın gözü, okulus-oculus) nazar değmesin, yani, “güneş yok olmasın”dır. Bu özdeyişin, uzun buzul dönemlerinden çıkan insanların, tekrar güneşi görebilme özleminden doğduğu açık. Bu insanların çekik gözleri, Homo erectus’un var olmasından, Buzul dönemleri sonuna kadarki evrede, karlarla kaplı buzullar ve gökteki bembeyaz bulutlara binlerce yıl kısık gözlerle bakmak zorunda kalmalarından kaynaklanmış olabilir. Olasılıkla, tufan sonrası Akdeniz’e ulaşan bu insanlar, bölgenin güneşli ikliminde, ancak çok uzun yıllar yaşadıktan sonra günümüzdeki göz biçimine sahip olabilmişlerdi. Yani bu özellik, bölgede hâlâ daha süregelen sisli hava nedeniyle, bölgesel şartlarla yakından ilişkili olmalı. Türklerle Kem bölgesi arasındaki bu ilişki, onların tarih öncesi dönemlerine ve Tokar’lı atalarına işaret eder. Buna dair belgelerden birini, Nuh’un Allah’tan “Yafet’e genişlik vermesi ve Sam’ın çadırlarında oturması” hakkındaki duasında da buluyoruz. Gerçekten Moğol ve Türkler, o zamandan beri bölge ve civarındaki çadırlarda oturmayı sürdürmektedirler. Ancak, yaklaşık 1500 yıl sonra döndükleri “Kem”i bu kez çöl olarak bulmuşlardı. Batıya olan Dor ve diğer göçler buna işaret ediyor. Düzgüner, F. a.g.e., s. 106.
[55] Beerşeba veya Bir Üs-Saba, İsrail devletinde şehir... Necef çölü kenarında, Lût gölüne ve Kızıldeniz’e giden
yollara hakimdir... ML./III.61. Beersheba-The Southern Border of the Kingdom of Yahuda: www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/Archaeology/beersheva.html-9k
[56] Kâşgarlı Mahmûd’a göre, Kem gözlerden sakınmak için, küçük bahçelere ve üzüm bağlarına dikilen  korkuluklara “Kōsgūk” denirdi. Kem (Khem), tanrının gözü sayılmışken, neden uğursuz sayıldığını kavramak zor değil. Tanrının gözüne koşut oluşturmak anlamında uğursuz sayıldığı kadar, masmavi gökyüzü ve ortasında Güneş tanrının gözünü temsil eden mavi boncuklarda, “uğur” manasında eş bir anlam kazanmasıyla, kendinde bu koşutluğu gören kimselere karşı, bir karşıtlık, uğursuzluğu def eden tanrının gözü anlamına kavuştuğu anlaşılıyor. Kâşgarlı Mahmûd, (2005) Divânü Lugâti’t-Türk, Kabalcı Yayınevi, Çev. S. Erdi; S. T. Yurteser, İstanbul, s.326.
[57] Dor’ların önemli tanrılarından biri Apollon Karneios’tu. Flensted-Jensen, Pernille, Thomas Heine Nielsen & Lene Rubinstein (2000) Polis & Politics, Studies in Ancient Grek History, Museum Tusculanum Pres, Copenhagen, s.75.
[58] A brief history of people: posthumanist.net/hosted/a_brief_history_of_people.htm-250k
[59]. Özden, D. a.g.e., s.93, 94 vd. Çatalhöyük II-X yapı katları, Karbon 14 metoduna göre, İÖ 6500-5700’e tarihlendirilmiş. Tay-Yerleşme Dönem Ayrıntıları:
www.tayproject.org/TAYages.fm$Retrieve?CagNo=629&html=ages_detail_t.html&layout=web - 25k    
[60] khirka.blogspot.com/2006/09/eker-pinari-ve-turfan-daki-uygarlık.html-61k
[61] Toprağın pişirilmesiyle elde edilen tuğla su boruları (künk).
[62] Denizleri boğanın boynuzu gibi yarıp geçme cesareti gösteren, kahraman anlamında.
[63] Büyük Babil tanrısı Marduk’un oğlu Nabu’ya tapınılan bir bölgeydi.
[64] www.the plumper.com/jerus.html- 13k
[65] Yadin, Y. (1969) “The Fifth Season of Excavations at Hazor, 1968-1969”, The American Schools of  Oriental Research, The Biblical Archeologist, Vol. 32, No: 3, s.49-71.
Links.jstor.org/sici/sici=0006-0895(196909)32%3A3%3C49%3ATFSOEA%3E2.0.CO%3B2-1
[66] Lenzen, C. J. (1996) “Water And Antiquity”, TheGreenCom Project, Ph. D.
www.greencom.org/GreenCom/get_report.asp?id=72
[67] Pritchard, J. B. (1956) “The water System at Gibeon”, The Biblical Archaeologist, The American Schools of
Oriental Research, Vol. 19, No: 4, s. 65-75.
Links.jstor.org/sici?sici=0006-0895(195612)19%3A4%3c65%3ATWSAG%3E2.0.CO%3B2-K
[68] Japonya’nın güneyinde, günümüzde hala daha “Tokar” adıyla anılan Tokara adalarının İÖ 4000-3500’den önceki sakinleri. Düzgüner, F. (2007)  İnsanın Kökeni ve Kültür Taşıyıcısı Tokara Türkleri”, Arkeo Pera Perşembe Sohbetleri, 15 Kasım.
[69] Anadolu’daki Neolitik kültürlerin tamamının Uzak Doğu göçmenlerinden oluştuğunu ileri sürmek olasıdır.
Hazar denizinin kuzey ya da güneyinden oluşmuş olabilecek bu göçlerin nedeni, Nuh tufanından çok daha önce, yaklaşık İÖ 10.000’ler ve sonrasında,  bölgedeki tektonik olaylara dayalıdır. Buna ait kanıtlardan birini,
Mellaart’ın kitabında, Uzak Doğu’lu bir insanı canlandırdığı açık olan Çatalhöyük tiplemesinde görüyoruz.
Mellaart, J. (1998) Yakındoğu’nun En Eski Uygarlıkları, Çev. B. Altınok, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, Res. 82. Düzgüner, F. mimar.ist, Sayı: 23, s.79, dn.12.
[70] Borneo’nun Kalimantan bölgesinde bulunan Daktyl motifleri, bu tasvirlerin kökenine de işaret ediyor. Bkz., Düzgüner, F. (2007) “Kültür Varlıklarını Koruma ve Yenileşen Kente Uyarlama”, mimar.ist, Sayı:26, s.72.
[71] Mellaart, J. a.g.e., s.92, Res.82. Bu göçler, olasılıkla Hazar denizinin kuzeyinden, kara yoluyla yapılmış göçler olmalıdır. Altaylar’da, Gorni köyündeki Karakol’da bulunan kırmızı aşı boyalı kafatası, Çatalhöyük’tekiler gibi yaklaşık İÖ 5000’lere tarihlenmiş. Düzgüner, F. a.g.e., Şek.8.
[72] Bkz. Düzgüner, F (2009), Yazılıkaya’da Eti’lerin Kem (Khem) sembolleri, (www.hermetics.org).
[73] “Dor” adı, bizlere pek yabancı değil. Türkçe’de “doru at” dediğimiz atlara binip, Anadolu ve Yunanistan’a
varan Tokar’lı  göçmenlere takılmış bir isim olabilir?
[74] Asya’daki Kuş devletinin kökeni, Afrika’da Somali-Rendille ve Güney Aithiopia’ya dayanıyor. Bu halk, 
Aithiopia kaynaklı Gabbar dilini zamanla değiştirerek, Borana Oromo diline dönüştürmüş. Cultural profile of
the Gabbra People of Kenya and Ethiopia: Orvillejenkins.com/profiles/gabbra.html-10k
[75] Uzak Doğu’daki Pallas, Afrika’da Tritonis (Victoria gölü) gölü kıyısında genç Athene ile çocuk Pallas (Sabahları, Tritonis gölünün üzerinde toplanan, hafif ve ince sis tabakası) arasındaki oyunlarda, Herodotos’un anlattığı Pallas’tan farklıdır. Buradaki Pallas, Marduk’un atmosfere sürtünerek kızması ve Pasifik okyanusu sularını buharlaştırması sonrasında, bölgede oluşan çok yoğun ve kesif bir sis tabakasıdır. Yani yaşlı Pallas’tır. Pallas, yani yoğun sis tabakası, Zeus’un görüşünü engellediği için, tam bu sırada Styks’le birleşir (Çin’de Si Kiang nehri) ve bugün Si Kiang nehrinin deltasını oluşturan dört çocukları olur.
[76] Olasılıkla, İoncadaki “Z= Zeta” harfine olan benzerliği nedeniyle Zetos (Zethos) adını almış olmalıdır.
[77] Çin’de, Si-Kiang nehrinin Güney Çin denizine döküldüğü deltada, kuzeyden aşağı doğru olan ikinci akarsuyun, diğerlerinden ayrılış noktasında, insanın topuğu şeklinde meydana gelen oluşum.
[78] Bia, ya da Bie. Erhat, A. a.g.e., s. 74.
[79] Zeus’un şahsında, halkın Styks’i asla unutmayıp özlediği, Zeus’un (Bulut tanrı) gittiği her yerde akarsu ve deltaların bulunduğu belirtilmek isteniyor. Erhat, A. a.g.e., s.277.
[80] “Pontos’un dölleri” denirken, deniz, yani okyanus suyunun oluşturduğu (doğurduğu-okyanusta doğan) sis
anlatılmak isteniyor. Bu nedenle Pallas’ın anlamının “Sis” olduğu çıkıyor ortaya. Doğayı, dolayısıyla Styks’i
sarıp sarmalaması nedeniyle, erkek kişiliği yakıştırılmış olmalı.
[81] Viktorya gölünün yüzeyinde, özellikle sabahları oluşup, esinti etkisiyle oynaşan sis anlatılmak isteniyor . Oluşan yüzeysel sis yoğun olmadığından, “çocuk Pallas” olarak adlandırılmış.
[82] Athene’nin Pallas adlı kız arkadaşının heykeline verilmiş isim. Tanrıça’nın, Afrika Tritonis  (Viktorya) gölü
etrafında yapılan kadınlar arası araba yarışlarını, yani geçmişini hatırlatması nedeniyle değerli bir heykeldi.
[83] Erhat, A. a.g.e., s.233, 234.
[84] Yani, Athene’nin büyüdüğü yerin Tritonis (Viktorya) gölü civarı olduğu söylenmek isteniyor. Buna göre, tanrıçanın kenti Skherie de bu civarda olmalıdır.
[85] Viktorya gölünde oluşan sis anlatılmak isteniyor. Buradan, savaş tanrıçası Athene’nin, sisler içindeki kalkan
ve mızraklı  (yağmurun sicim şeklindeki damlaları) görüntüsüyle, Sis’e (Pallas) karşı kalkanını sallaması ve mızrağınısis kümelerine doğru attığı bir oyunu imgelemek olasıdır. Tritonis gölünün etrafında, Aithiopia’lı kızların oynadıkları savaş oyunları için Bkz. Herodotos (1991) Herodot Tarihi, Çev. M. Ökmen, Remzi Kitabevi, İstanbul, IV.180.
[86] Herodotos, a.g.e., IV.189. Gorgo’nun yılan saçlı [Tüylü Kotuz (Yak öküzü) lamar’ın içinde acı çeken yüzü
ve volkanik lavları betimleyen saçları] başını taşıyan kalkanı. Gorgo’nun Afrika’daki varlığını, başını kesen
Perseus’un, Viktorya gölünden dönüş yolunda Habeşistan’dan (Aethiopia-Yüzü yanıklar ülkesi) geçmesinden anlıyoruz. Bkz. Herodotos, a.g.e., II.91. Perseus. Erhat, A. a.g.e., s. 243. Aigis, Bulut tanrı Zeuz’un, göklerden yere yağdırdığı şimşeklerdir.
[87] Hesiodos, Yunanlılara yaranmak için Herakles’ten sonra Pallas’a da ölümü yakıştırmış. Tabii ki amaç ortada. Mitoslardan birini daha Uzak Doğu kaynağından koparmak. Böylece Yağmur tanrıça Athene’nin şahsında, ona sis silahını da giydirmiş ve adı Pallas Athene olmuş.
[88] Düzgüner, F. (2008) “Yurt ve Piramit Mimarisinin Kökeni: Yangshao Kültürü”, mimar.ist, Sayı 28, s. 104.
[89] Erhat, A. a.g.e., s.326, Tab.6.
[90] Düzgüner, F. a.g.e., dn.22.
[91] The big underground river in China: Ya da; Karst Landscape and Tourism Explonation around
Fengyu cave, China’dan: www.karst.edu.cn/cave/fengyu.htm-10k    
[92] Zetos, Guangzhou’dan itibaren, güneye dönüyor ve devamında kuzey doğuya doğru bir kıvrım meydana getiriyor. Nehir bu şekliyle İonca ve Yunanca’da “Z”, yani Zeta harfini oluşturmaktadır. Zetos adı, büyük olasılıkla bu biçeme dayalı olarak verilmiş olmalıdır.
[93] Hesiodos Theogonia’sında, Nike’den “güzel topuklu” diye bahsediyor. Si Kiang deltasında Nike (2) ve Kratos (3) kollarının ayrım yeri, tıpkı bir insan ayağının topuk kısmına benziyor. İki kolun güney doğuya doğru olan uzantısındaki ara bölge ise, Nike’nin ayağının parmak uçlarına doğru devamı şeklinde betimlenmiş. Erhat, a.g.e., s.74.
[94] Krait, zehirli bir Asya yılanı. İsim, bu kökten türetilmiş Kra>i<tos şeklinde olmuş olabilir ?
[95] Hoang-Ho’dan Yang-Çe’ye kadar uzanan alandaki “Soğuk bataklıklar” düşünüldüğünde, “sty= domuz ağılı (ahırı), çok pis, bataklığa benzer yer anlamlarında “Soğuk bataklıklar”daki Styks’e uygun. Bölgenin sisli havası kapsamında, kasvetli hava anlamına gelen “pall” kökünden, Pallas’ın sisli hava anlamına geldiği, ikisi arasındaki, birleşimin çok sisli bir havada gerçekleştiği ortaya çıkıyor. Styks’in çocuğu Bia’nın, “Bias= çapraz, verev” anlamlarından, körfeze akan diğer üç koldan çapraz olarak ayrılıp Güney Çin denizinde Makao limanına dökülen kol olduğu açık. Zeus Styks’i, Marduk’un geçmesi sırasında, sıcaktan buharlaşıp kesif bir sis oluşturan deniz suyunun ardından, tufanın tamamen geçmesi ve sis perdesi tamamen açıldıktan sonra görmüş olmalı. Bölge coğrafyasının, yaklaşık altı bin yıldır değişmemesi, bizler için bir şanstır.
[96] Djehuti’nin halk dilindeki isimlerinin Memphis’in dışında Yukarı Mısır’da kullanılması, onun ikinci kökenindeki toprakları, yani Aithiopia’yı işaret eder.
[97] Ptolemaios Klaudios (Batlamyus) (108-168). ML./XVI, 328, 329. bkz: Hermes Trismegistos. ML./IX.9.
[98] Ogdoad ya da  “önce yaratılmış sekiz tanrılar” deyimiyle, canlıların, denizle karanın birleştiği yerde, ilk oluşan varlıklar olan kurbağa başlılarla, bunların, daha sonra karaya geçip sürüngenleri oluşturduğu kastediliyor olabilir. Bu ifadenin, Darwin’in “Evrim teorisi”yle olan yakın benzerliği ilgi çekicidir.
[99] Baboon’lar, şafak vaktinde ağaçların üstünde, göğüslerini açarak doğuya doğru bakar ve ısınmak için güneşin
doğuşunu beklerler. Mısırlılar, Djehuti’nin Emerald tabletlerindeki söylemleri nedeniyle, kökenleri olan Asya’ya karşı özlemlerini, bu maymunların kişiliğinde bağdaştırmış olmalılar.
[100] Dünyanın.
[101] krş. A-men-eul-ho kiu-pi-che. Chavannes, E. (2006) Batı Türkleri Tarihi, Çev. M. Sirman, Töre Yayın Grubu, İstanbul, II. 344. İfadenin açılımı: Eul= Kara; Ho= Prenslik; Kiu-pi-che= Bir Türk ünvanı. Bu çerçevede ifade,
“Amen’in karanlık (yer altı, ya da uzayın karanlık boşlukları) prensliğinin kiu-pi-chesi” anlamına geliyor.
[102] Büyük bir bölümü batan kara parçası Atlantis değil, Uzak Doğu’da “Mneseus-MU” adıyla anılan adalar zinciridir. Atlantis için söylenen “battı” deyiminin, günümüzde başımıza gelen çok büyük bir deprem ya da yangın felaketi karşısında, “dünyamız battı” dememizle eşdeğer bir söylem olduğu anlaşılıyor.
[103] Bu ifadeden, Nuh tufanından önce de Afrika’ya gelenlerin olduğu anlaşılıyor.
[104] Günümüzde de aynı adla anılan Undal dağı (Undal-san), Kuzey Kore sınırları içinde, Gaeseong kenti yakınlarındadır. Yaz ortasında bile insanın kemiklerini donduracak derecede soğuk olan Gimryongsa (Naenggol-Soğuk vadi) vadisi, doğal güzelliğiyle, cennetten bir köşe gibi. Bölgenin, Büyük tufanın koptuğu Xinhailien’le olan karşılıklı konumu, Djehuti’nin, Atlantis adası kapsamında söylediği Undal adası deyimine ek olarak, Kore isminin içinde gizli “KEOR” adıyla birlikte, Undal adasının burası olduğu açık. Günümüzdeki “Kore” adının Persephone efsanesinin kökenini oluşturduğu anlaşılıyor. Persephone (toprağın bereketi), Uzak Doğu’da Marduk’un  (Apollon Karneios) dünya atmosferine teğet geçmesi sırasında ortaya çıkan tektonik olaylar ve ardından oluşan Nuh tufanı nedeniyle Büyük Okyanus’a ve Hades bataklıklarına (günümüzde Sichuan’daki Soğuk bataklıklar)gömülmüş. Demeter kızını tüm dünyada aramış. Yani, bu olaylardan kaçan insanlar tüm dünyaya yayılıp bereketli topraklar aramışlar. Demeter’in Hades ve Zeus’a küskünlüğü nedeniyle, bölgede toprağın bereketi kalmamış. Uzak Doğu’daki felaketin geçtiği Akheron ve civarına bereketin gelmesi, Zeus’un bulduğu çareyle (Bu çare, Bulut tanrı Zeus’un, asit sülfat etkisiyle çamur haline gelen toprakları bol yağmur suyuyla yıkayarak temizlemesi şeklinde açıklanabilir) sona ermiş. Yani, bu topraklara uzunca bir süre sonra tekrar bereket gelmiş. Bkz., Kore, Persephone, Demeter, Hades. Erhat, A. a.g.e., s.180, 242, 85, 120-123.
[105]  Karneios” ile “inkarnasyon” arasında bir bağlantı olup olmadığı konusundaki araştırmanın, gerekli olduğu kanısındayız.
[106] Amenti adı, Anadolu ve Yunan mitolojisindeki Akheron ırmağı ve kayıkçı Kharon mitosunu hatırlatır. Ancak, içerdiği kapsamlı ayrıntılarıyla, bu mitosun kaynağını oluşturduğu açık. Amenti, ölüm olayı ve bu sırada bedeni terkeden ruhların, ölüm ötesine geçişlerindeki hallerini ifade ediyor. Öte aleme geçiş, üzerinde kayıkların betimlendiği okyanus, Mısır ölüler kitabındaki papirüslerde “Nun”dur. Ölüler, içinde merdiven bulunan bir kayıkla Nun’u geçer ve “hakikat salonu”na ulaşır. Merdiven, bu geçiş sırasında, ruhun yükselmesine işaret ediyor. Anadolu -Yunan mitolojisinden farklı olarak, kayığın dümencisi, kimi zaman Khu-en-ua, kimi zamansa Horus’tu. Bedeni terk eden varlığın yargılanmasındaki olaya, Osiris başkanlık  eder. “Amenti” terimi büyük olasılıkla, Hıristiyanlıkta “Amen” ve İslam’da da “Amin”in kökenini oluşturuyor. Khu-en-ua’nın kayığındaki merdiven, Hıristiyanlık’taki Ambon, İslamda da Mimber olmalı?
[107] Kökeni, eskiden Orta Asya’daki “Kem”, yani tanrının gözüne (okulus) benzetilen Sincan’daki (Xinjiang özerk bölgesi) Taklamakan çölü. Tufan öncesi, bölge çöl olmadan önce burada yaşayan insanlar Khem-Mu’lulardı. Djehuti, tufan sonrasında Afrika’ya göçen bu insanların, kurdukları en son kültürü oluşturan Mısırlılara, bu nedenle “Khem insanları” olarak sesleniyor. Kem’in bir zamanlar iç deniz olduğu hakkındaki söylemler, tufan sonrası Kem çanağında biriken deniz suyunun bölgeyi işgal etmesi ve çok uzun bir süre sonunda kurumuş olması nedeniyle doğru olmalıdır.
[108] Agwanti, adı, Mısır’ın ölüler kitabında geçiyor. Şaman’ın, Hayat Ağacı’ndan göğe yükselmesine benzer biçimde, ruhun olgunlaşarak göğe yükseliş, ya da tırmanışına işaret ediyor.
[109] Kâşgarlı Mahmûd’ta bu kent sıralaması: 1. Bargsan; 2. Pokrovska yakınlarındaki bir kent (?); 3. Merinda (?);
4. Narinkol; 5. Karaşar= Yangı (eski Yen-k’i; 6. (?); 7. (?); 8. Câbârqa (Japonya-Hyaonas), şeklinde olabilir.
[110] Kâşgarlı Mahmûd, a.g.e., Arka kapak içi harita.
[111] Afrika.
[112] Topraktan biri soğuk, biri sıcak çıkan iki kaynak günümüze kadar ulaşmış. Bunlar olasılıkla, bugün Güney
Afrika Cumhuriyeti’nde Avalon kenti yakınında, sıcaklığı 43º santigrat olan, Avalon sıcak su kaynağı; diğeri ise, Kenya Nairobi’de “Ewaso Nai’beri”, yani soğuk su yeri (kaynağı) olarak bilinen kaynaklar olmalı.
Avalon Springs Montagu South Africa, Timeshare Resales Rentals and...:
Global Adrenaline: Africa: Kenya:
[113] Yeryüzü, Atlantis adası olarak nitelendiriliyor. Pangaia bilimsel anlamda, yaklaşık 225 milyon yıl önce, yeryüzündeki karaların henüz birbirlerinden ayrılmamış durumda, bi,r bütün halinde oldukları durumu gösterir jeolojik bir terimdir. Bkz. Historical  perspective [This Dynamic Earth, USGS]: (www.pubs.usgs.gov/gip/dynamic/historical.html-12k).
[114] Kuzey Afrika. Günümüzde bölgede yer alan Sahra çölünün, bu dönemden önce çöl olmadığını açıklıyor
Kritias bu sözleriyle. Platon (2001) Kritias, Sosyal Yayınlar, Çev. E. Güney; L. Ay, İstanbul, 113c- 114a-d.
[115] Herodotos’un Herakles sütunları dediği, Baobab ağaçlarıdır. Bu ağaçlar, Ekvatoral özellik göstermekte ve
Hindistan’da da bulunmaktaysa da, gövde çapları 7-11 m’yi bulan bu ağaçlar, daha çok Afrika ve Madagaskar’a özel bir tür. Latincesi  “Adonsonia digitata” olan ağaç, Herodot’un bahsettiği şekilde Afrika’da Sudan Mozambik arasında, ayrıca Mali ve Botswana’da, Güney Afrika savanlarında, Ekvator civarlarında yetişiyor.
[116] Akbaba’nın kanatları genişçe bir yay (hilal) çiziyor. Bu yayın sağ üst ucu, Tokara’lıların yola çıktıkları Sarı denizi; kanadın sol üst ucuysa, vardıkları yer olan Afrika’yı gösteriyor. Bu aynı zamanda bir  torc=torque
yani gerdanlıktır. Dolayısıyla, çıkıştan sonra takip ettikleri yol haritasının biçimini gösterir. Torc, yaklaşık İÖ
2000’lerde Tokar’ların Kem’e tekrar varmalarıyla tamamlanmıştı. Akbabanın sol kanadı, bu varışı temsil
ediyor. Yani Mısırlılar, ya buraya varmayı hedefliyorlar, ya da bu varıştan haberdarlar. Bu nedenle, Yafet’in
oğluna taktığı isim, Çincede Türklere verilen ve “To…” ile başlayan isimlerden de anlaşılacağı gibi, Antik Türkçedeki dil kuramlarına göre “Türk” değil, “Torc” ya da “Torque” olmalıdır. Amblem, bu nedenle neredeyse tüm Mısırlıların boynunda gerdanlık olarak yer alıyordu. İngiltere’nin güneyinde, Salisbury yakınlarındaki
Stonehenge’in güney batısında, Plymouth’un kuzeybatı sahilindeki Torquay (ay, ya da çark biçimli gerdanlık)
kenti, günümüzde Sudan’ın Kızıldeniz kenarındaki Tokar kentinin adından da anlaşılacağı gibi, Mısır’dan çıkan Tokara’lıların, Anadolu’da yukarıda adları geçen “Tokarız” yerleşimlerinden, Moskova’nın batısındaki Tokar kenti yoluyla nereye kadar vardıklarının açık kanıtıdır. Düzgüner, F. mimar.ist, Sayı: 28, dn.32.
[117] Asya ve Avrupa.
[118] İndonezya adaları, Avustralya.
[119] Kuzey ve Güney Amerika.
[120] Arktika ve Antarktika.
[121] Kritias, batık kıta dediği Atlantis için şöyle diyor: “…O ada ki, söylediğimiz gibi, Libya’dan (Afrika), Asya’dan daha büyük olduğu halde…”. Platon, a.g.e., 108e- 109.
[122] Herodotos, a.g.e., s.8.
[123] Herodotos, a.g.e., II.11, 12 vd.
[124] Homeros (1988) İlyada, Çev. A. Erhat; A.Kadir, Can Yayınları, İstanbul, I.423, XXIII.206. Homeros, Odysseia, I.22, 23, IV.84, V. 282, 287.
[125] Herodotos, a.g.e., II.28. Bu göl 1,435 m. derinliğiyle, 1,620 m. derinlikteki Baykal Gölü’nden sonra, dünyanın en derin ikinci gölüdür.
[126] Herodotos, a.g.e., III.17-19, 23, 24.
[127] Bu Elephantine kenti, Nil’in kaynağına yakın bir yer olan Zambiya’daki (Zambia) Mitumba ve Muşinga dağları arasında kalan, Bangweulu bataklığı (Elephantine-Bangweulu Swamps) civarındaydı. Thebai ise Aithiopia’da aynı adı taşıyan ikinci bir kent olmalıdır.
[128] Düzgüner, F. (2007), mimar.ist, Sayı: 26, s.104.
[129] Procopius (1994) İstanbul’da Iustinianus Döneminde Yapılar, Birinci Kitap, Çev. E. Özbayoğlu, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, s.27, md.10. Düzgüner, F. (2002) “Anaplous ve Prookhthoi’de Yeni Buluntular, Hagia Maria Hodegetria ve Nea Ekklesia (Mesakepion) Kiliseleri, Efsanelerden Günümüze İstanbul,  Annual Supplement of Arkeoloji ve Sanat Magazine , s.41, Çiz.8, 10-13, Res. 7, 8. Düzgüner, F.  (2007) “Altın Kapı Meryem Kilisesi ve Silivri Kapı Kutsal Ayazma Suyu”, mimar.ist, Sayı:25, s.104, 105.
[130] Atlan>tea kelimesini lâtin dillerinde araştırdık, ancak biz bir sonuca varamadık. Türkçede ise, bileşik kelime olduğu açık olan ifade için, aradan binlerce yıl geçmesine karşın iki kelime bulduk. Bunlar “Atlan” ve günümüzdeki halk dilinde artık kullanmadığımız “Tea>rüf” kelimeleridir. Yani, Atlan>tea-rüf  bileşik ismine ait son hecenin atılarak kısaltılmış şekli olarak çıkıyor karşımıza. Arkaik anlamları ise şöyle: Atlan= Ata binmek, atın şahlanması;  Tea>rüf= (Arp.) Keşfetme. Birbirlerine haber verme. Bir diğerini haberdar etme. Atlantea’nın bu bağlamdaki bileşik anlamı ise şöyle özetlenebilir: “Ata binerek keşfe çıkma ve yeni keşfedilen yerleri birbirlerine haber verme, bu yerler hakkında geride kalanları bilgilendirme, ya da kısaca “Ata binerek keşfedilen topraklar” olmalıdır. Bu kapsamda, aklımıza hemen İnka’ların tanrısı Viracocha’nın kemeri üzerindeki betimler geliyor. Betimlerde de görüldüğü gibi, kent sembolleri üzerindeki haberciler, bir olayı birbirlerine, kentten kente bağırarak haber vermektedirler. Tabii, tasvirin yer aldığı alanın kısıtlı olması nedeniyle, atlı habercilerin betimlerde gösterilememiş olduğu açıktır. Bu arada, Osmanlı ordusundaki akıncı beylerinin komutasındaki akıncıları da unutmamamız gerekir. Geleneğin oldukça eskiye dayandığı anlaşılıyor. Bkz. Redhouse (1974) Türkçe-İngilizce Sözlük, Redhouse Yayınevi, İstanbul, s.94, 1111. Düzgüner, F. Erg-Enek-On, s.32, Fig.2b, d.
[131] Pan= Bütün (Entire); Gaia= Toprak ana (Earth). Dünyanın 250-225 milyon yl öncesindeki ilk oluşumunda, bütün toprakların bir arada olduğunun ileri sürüldüğü teori.
[132] Düzgüner, F., a.g.e., s.230-234, Fig.120.
[133] ELASIPPOS= (“Ela” kökünden Elapse+sip+pose): Üzerindeki buzulları, şaşırtıcı biçimde yudumlayarak içip bitiren kıta; MESTOR=  (“Mest”  kökünden Mestizo: Melez. Kırma. İki ayrı ırktan gelen insanların bulunduğu yer; EVAIMON= (“Eva” kökünden Evacuate, ya da Evacuee): Tehlike yerini (Asya’daki tektonik olaylar) boşaltan, tahliye eden, uzaklaşan insanların geldikleri yer; AMPHERES= (“Amp” kökünden Ampere): Elektrik akımının (Marduk-Apollon Karneios olayı) en güçlü yaşandığı yer; GADEIROS= (“Gad” ve “air” kökünden ): Başıboş dolaşan. Güneşe serilen (Herodotos’ta “Güneş sofrası). Ateşe gösterilen[Marduk-Apollon Karneios’un yeryüzüne teğet geçtiği yön, Afrika’da Turkana gölü-Çin’de Ordos (Yen-men) doğrıltusuydu] toprak parçası; MNESEUS= (“Mne” kökünden Mnemonic=Mnemosyne): Hafızaya yardım eden. Hafızayı kuvvetlendiren. Hafızaya ait; AUTOKHTON= (“Autochton): Esas yerli. Bir yerin kadim insanı; AZAES= (“Azalea” dan): Amerikan hanımeli (beyaz çiçekli). Açelya. Rho>a<dodendron; DİAPREPES= [“Diap(h)” kökünden Diaphragmatic. Diaphysis. Diapositive. Diaper]: Diyafram gibi. Kemik gövdesi. Diyapozitif. Çocuk  bezi. Bu bezi sarmak, değiştirmek (gerçekten Antarktika, dünyanın altına sarılmış çocuk bezini andırıyor).
[134]  “Gümbürtülü Zeus” adı buradaki anlamıyla, Styks gibi nehirleri, taşıdığı yoğun yağmur sularıyla besleyen, gök gürültülü kara bulutları işaret ediyor. Kutsal Olympos’un bulutlu tepeleridir oturduğu yer. Zaten Zeus’un elindeki atribüsü olan şimşeği ortaya çıkaran da, gökteki kara bulutlar değil midir?
[135] Pallas (Sis) Athene. Homeros, a.g.e., VII.15, 37-42; Phaiak’ların Odysseus’u görebilmeleri için sis olmaktan çıkar, VIII.8-12, XIII.190; Odysseus’u sis’te saklamaya gelir, XIII.302.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder