9 Kasım 2010 Salı

GÖBEKLİ TEPE II

a= Fuente Magna’nın iç bölümünde yer alan çiviyazıları; b= Bir Sümer tabletindeki çiviyazısından örnek; c= Akad çiviyazısı örneği. Sümer ya da Akad çiviyazılarının Fuente Magna’daki çiviyazılarına benzemedikleri görülüyor. Ancak, Fuente Magna çiviyazısının, Sümer ve Akad çiviyazılarının kökenine işaret ettiği ileri sürülebilir. Bu nedenle yazının, ileri sürülen İÖ 3500’den daha erkene tarihlenmesi gerektiği kanısındayız.[72]

 
Pasifik okyanusu ve Endonezya’da Büyük tufan öncesinde, İÖ 5000-3500 yılları arası kültür dağılımı.[73] (Atalay, Y., Arş. Hrt.).

     Dolayısıyla, Yeni Zelanda’da  yapılmış  taş  kapların, Nevali  Çori  ve  Göbekli  Tepe’nin  Çanak  Çömleksiz
     Neolitik taş kaplarıyla benzer biçimler taşımış oldukları anlaşılmaktadır.

Dikilitaş B/14: “B” Yapısı’nın tamamı henüz açılmamış. Schmidt, merkezi taşlar dışında, yalnızca diğer iki dikilitaşta daha kabartma eserlerin olduğunu belirtiyor. Bunlar Dikilitaş 6 ve 14’tür. Dikilitaş 14’ün “T” başlığının üzerinde olduğu görülen tilki betiminin her iki yöndeki bölümleri, büyük oranda çevre duvarlarıyla kapatılmış. Bu nedenle, doğal olarak üzerindeki sembolün ne olduğu hakkında bugüne kadar sağlıklı bir sonuca ulaşılamamış. Ancak, yukarıda elde ettiğimiz bilgiler ve gerçekleştirdiğimiz çizim sayesinde, bu hayvanın Komodo ejderi olduğu ortaya çıkmıştır.[74]

Dikilitaş B/15: Yazara göre, bu taşta da diğerlerinde olduğu gibi kol kalınlığında bir delik vardır. Ancak bunun kör bir delik olduğu anlaşılıyor. Batıda, yalnızca kabartmalı baş tarafı açığa çıkarılmış. Schmidt’e göre burada, beş parmaklı ayağı olan bir hayvan, bir ayı, aslan ya da leopar kabartması yer almaktadır.[75]
Schmidt’e göre, belki bir tilki kabartmasının tasvir edildiği Dikilitaş 14. Bize göre burada tasvir edilmiş hayvan, Komodo ejderi olmalıdır. (Arş. Çiz.).


Dikilitaş B/6: Schmidt’in, dikilitaşın “T” başlığının yan yüzünde saptadığı betim son derece önemlidir. Yazar bu hayvanı sürüngen, ya da leopar [–“Doğuran tanrıçalı” Grup Resmi?] olarak tanımlamış. Ancak Göbekli Tepe sakinlerinin, Yeni Zelanda’dan başlayıp Endonezya adaları yoluyla Anadolu yönünde sürdürdükleri anlaşılan göç yollarına baktığımızda, yazarın ilk tahmin ettiği sürüngen motifinin, yolculuk haritasına bire bir oturduğunu görüyoruz. Yani bu hayvan, büyük olasılıkla Bali adasının ünlü çatal dilli sürüngeni Komodo ejderi-Veranus Komodoensis’tir [Comodor (Komado)]. B ve A yapılarına genel anlamda baktığımızda, tilki betimlerinin yer aldığı B Yapısındaki 9 ve 15 numaralı dikilitaşların arasından geçerken, Yeni Zelanda’dan çıkıp, 6 ve 7 numaralı dikilitaşlar arasından Bali adasına girmiş oluyoruz. Dolayısıyla bu yolculuğun, Yeni Zelanda’dan Anadolu’ya doğru yapılan, İngiltere, İrlanda ve İspanya’nın Minorka adaları öncesi son yolculuk olduğu ortaya çıkmaktadır.

a= Göbekli Tepe’de, Dikilitaş 6’da, “T” başlığın arka yüzündeki dört ayaklı sürüngen; b= Yeni Zelanda taş işçiliğinden bir örnek. Olasılıkla bir deniz kaplumbağası betimlenmiş.
a. (Arş. Çiz.).

Buradaki ejder heykelciği, üstten  kuşbakışı  biçiminde tasvir edilmiş. Bunun altında gövdede yer  alan diğer hayvan ise, tamamı açılmamış olması nedeniyle tümü görülemese de, oldukça kalın kıvrımlı bir yılan betimidir.

Teiresias’ın “Çatal adası” dediği Bali’nin çatal dilli sürüngeni Komado ejderi [Comodor (Komado) Dragon].
Scientific American: The Komado Dragon Scientific American.com...:
(www.scientificamerican.com/print_version.cfm?articleID=000EFE16-865c1CD6-B4A8809EC588EEDF-37k).


Bize göre, birden çok fazla olduğu anlaşılan kutsal alanların, bölgede yer alım sıralarının da bir anlamı olabilir. Örneğin, B Yapısı’na bu bağlamda baktığımızda, tilki betimlerinin ejder betimine göre kuzey merkezde yer aldığı görülüyor. Yeni Zelanda, Bali adasına göre güneyde kalmaktadır. Dolayısıyla, Yeni Zelanda’dan (güney) çıkışla Bali yönünde (kuzey) göç eden Patu-paiarehe’lerin hareket doğrultusunda, buradaki tasvirlerin yer aldığı yönler arasında bir zıtlık vardır. Yani, A ve B yapıları yer değiştirmiş olsaydı, haritasal uyum sağlanmış olacaktı. Bu kapsamda, kutsal alanın tamamının açılması halinde, diğer dikilitaşların, bu yönde yapılacak bir çalışmaya ışık tutabileceği, olasılıkla dairesel bir değerlendirme yapıldığında, belki de ilk çıkış noktalarından Anadolu’ya varışlarına kadar bir yol haritasının çizilmiş olabileceği varsayımını düşünmek, son derece heyecan ve umutla bekleyebileceğimiz bir sonuç doğurabilir. Tabii ki bu değerlendirmelerin, aynı tabakadaki yapılar arasında gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Büyük olasılıkla, Yeni Zelanda’ya göç etmeden önce, Patu-paiarehe’lerin bir süre ikamet etmiş olabilecekleri Komodo adasının coğrafi konumu.(Atalay, Y., Arş. Hrt.).

4. C Yapısı – Erkek Yaban Domuzu Dairesine Giden Bir Giriş (Dromos) ?
Yazar C Yapısını, haklı olarak dromos’lu yapı olarak tanımlamış. Klytemnestra’nın mezarı olarak örneklediği Miken mezarı ise en erken İÖ 1600-1100 arasına tarihlendirilebilir. Oysa Uzak Doğu’da ilk örneklerini, Yangshao kültüründe İÖ 5000-3000 tarihleri arasında gördüğümüz dromos’lu piramidal yapıların devamını Afrika’daki Nübye’de Meroë piramit mezarlarında görüyoruz.[76] Dolayısıyla, Yunanistan’da görülen dromos’lu yapıların kökeninin Uzak Doğu olduğu açıktır.

Yine aynı yapıda, “U” biçimli kapı taşının arkasında bulunmuş, ters yatan erkek yaban domuzu tasvirli kabartma levhasının, bir duvar levhası (ortostat-orthostat) olduğu anlaşılmış. Bize göre ölü bir yaban domuzunu gösterir bu sahne, yaban domuzlarının sembolize edildiği Komodo adasında doğmuş yeni bir felaketi ifade etmektedir. Sanatçı, bu yeni felaketin ardından yeni bir kapı açarak, uzun bir yolculuktan sonra (uzun dromos) başka bir yere göç edildiğine işaret etmekte olmalıdır. Yani Schmidt’in dediği gibi, burası “Ölüler ülkesi”ne giriş değil, Lapita’lıların Komodo adasından (Ölüler ülkesi) kaçışlarıdır.[77]

Kendi payımıza, Büyük tufan sonrasında, ölmüş bir yakınını yerden üzüntüyle kaldırırken, yalvarırcasına göğe (Güneş tanrıya) bakan bir Uzak Doğulu betimi. aşağıdaki figürlerle krş.  (Schmidt, K., 2007).

Komodo adasında yoğun biçimde bulunan yaban domuzları, adanın sembolünü oluşturmuşlar. Bu sembolün, benzer biçimde İç Moğolistan ve Çin’de İÖ 4000’den önceye ait olan kutsal hayvanlardan Tüylü kotuzun (Yak öküzü-daha sonra Gorgo başına dönüşmüştür) yerini aldığı anlaşılıyor. Bu bağlamda, sembol olarak seçilen hayvanların, yaşadıkları bölgedeki yoğunluklarına göre seçildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, bugün bile hâlâ daha devam eden, bölgelere göre saptayabildiğimiz hayvan yoğunlukları, ya da önemli diğer özelliklere göre baskın karakter taşıyan coğrafi tanımlar günümüze, geçmişimiz hakkında birer şifre taşımaktadırlar. Bu nedenle, yazarın Antik mitolojideki apotropeik (tehlikelerden koruyucu güç) kerberos ile yabani domuz arasındaki benzetiminde, onunla aynı kanıda değiliz. Zira buradaki yaban domuzları, Hades’in girişini kontrol eden kapı bekçisi değil, yaşanan bölgedeki felaketlerin sembolü ve aynı zamanda da kurbanıdırlar.[78]

Hongshan kültüründen, Büyük tufandaki felaketle ilgili olduğu anlaşılan heykelcikler: a= Kucağında, ölen bir yakınını taşımış olabilecek figürin; b= Ölmüş bir yakınını, yerden kaldırmak üzere, yere diz çökmüş bir başka heykelcik;[79] c= Tüylü kotuzun, boynuzlarıyla göğsünden yakalayıp, lamar, ya da selden çıkarttığı ölü bir Hongshan’lı.[80]
a. (EBay Store-CHİNA NOTION:Hongshan Culture: Ancient Chinese: stores.ebay.com/HHINA-NOTION-Hongshan-Culture-WOQQcolZ4QqdirZ1Qqfsub23755686QqftidZ2QQtZkm-60k).
b. Aynı kaynak. c. Aynı kaynak.

Schmidt, apotropeik yorumuna değinirken, bazı heykellerde insan ya da hayvanların insan kafalarına sarılmış durumda tasvir edildiklerinden bahsetmektedir. Biz, dizleri üzerine çökmüş durumdaki bu heykelin, bir insan kafasını değil, olasılıkla oluşan felakette kaybettiği bir yakınını (çocuğu olabilir) kucaklayıp topraktan kaldırırken, bir taraftan sanki tanrılara “Günahı neydi?” dercesine göğe doğru bakmakta olduğu sanısındayız.[81] Benzer heykelcikleri, Uzak Doğu’da Hongshan kültürüne ait figürinlerde görüyoruz. İlk heykelcikte, yere diz çökmüş, ellerini dua pozisyonunda göğe doğru açmış (ya da kucağında birini taşıyan) bir insan; ikincide, yine yere diz çökmüş diğer bir insan figürünün, yerdeki bir şeye doğru uzandığı (belki ölen bir yakını ya da çocuğunu yerden kaldırmak istercesine); üçüncü figürde ise, Uzak Doğu’nun kutsal Tüylü kotuzunun, boynuzlarıyla göğsünden tutup kaldırmaya çalıştığı, olasılıkla ölü bir adam betimini görmemiz mümkündür. Tüylü kotuz daha sonra Gorgo’ya dönüşecek ve Kızılderili totemlerindeki yerini alacaktır.

Benzeri bir betimi, Göbekli Tepe’ye çok yakın, Yazılıkaya Eti kabartmalarında görüyoruz. Tıpkı Göbekli Tepe’de diz çökmüş heykelde olduğu gibi, burada “Tanrılar geçidi” olarak tanımlanmış kabartma kompozisyonun, aslında, kucaklarında ölüleri taşıyan Aith (Eth-Eti) halkı olduğu anlaşılmıştır. Betimlerin, Uzak Doğu’da on binlerce insanın hayatına mal olan Büyük tufan olayıyla yakından ilişkili olduğu ortadadır.

Dikilitaş 26’nın yan yüzündeki yaban domuzu ve yılan kabartmaları. (Arş. Çiz.).


Dikilitaş C/26, 28: Her iki dikilitaşın alınları üzerindeki küçük erkek yaban domuzu kabartmaları ilgi çekicidir. Schmidt’in ifadesine göre, Dikilitaş 28’de, gövdenin sağ yüzünde aynı şekilde yer alan başka bir hayvan kabartması, ön yüzünde ise soyut bir sembol yer almaktadır. Sembol, dikey bir yarımayın, yatay durumdaki bir kirişin üzerinde yer aldığı bir şekildir. Yazara göre bu iki işaret, papaz atkısı benzeri yan şeritlerle çevrelenmektedir. Benzeri bir sembol, Dikilitaş 18’de de yer alıyor.[82]

Dikilitaş C/23: Schmidt’e göre, bu taşın sol gövde yüzeyinde, neredeyse doğal ölçülerde bir yaban domuzu (Komodo adası) kabartması görülebilmektedir. Hayvanın gövdesi, tümüyle çevre duvarı tarafından kapatılmıştır.

Dikilitaş C/11, 25: Yazar’a göre Dikilitaş 25, tahrip olmamasına karşın göze çarpan bir özelliğe sahip değildir. Dikilitaş 11’in ise, “T” biçimli baş kısmı tahrip görmüştür. 1.5 m derinliğe kadar açığa çıkartılan batı yüzü, orta çevre duvarı tarafından tamamen kapatılmış olduğundan, üzerinde kabartma olup olmadığı anlaşılamamıştır.

Dikilitaş C/12: Schmidt “T” başlıkta yer alan betimleri “Ağdaki Ördekler?” olarak tanımlamış. Kendi payımıza ördekler, Çin’de Choukoutien (Zhoukoundianai) yakınlarındaki Antik Kazlar geçidi’ni (Goose pass) hatırlatmaktadır.[83] Dolayısıyla ördek ya da kaz motifleri, Aith’lerin bu merkezden çıkışlarını, yani yaptıkları göçün kaynağını işaret etmektedir. Ağ şeklindeki arka plan, bölgede yaşanan şiddetli depremlerin toprakta yarattığı sismik titreşimler ya da yarıklara işaret etmektedir.[84] Zira buradaki çizgisel betimler, kuşların alt kısmında işlenen dağ tasvirlerinden oldukça farklıdır. Kazlar, tektonik olaylardan duydukları korku nedeniyle göğe yükselmişler ve dağların üzerinden uçarak uzaklara olan yolculuklarına başlamışlardır. Betimdeki dağlar, büyük olasılıkla Patu-paiarehe’lerin ana vatanları olan, etrafı dağlarla çevrili Erg-enek-on’dur.  Aith’lerin bu merkezden Vietnam, Kamboçya, Tayland, Sumatra, Bali, Nusa tenggara, Komodo, Ethi (Maré) adalarıyla Yeni Zelanda’ya kadar yaptıkları yolculuk hatırlandığında, kazların da aynı bölgelere yaptıkları göçler anlam kazanmaktadır. Başlığın sol altında, yazarın kol genişliğinde olarak tanımladığı deliği görebiliyoruz.

Dikilitaş 28’de, papaz atkısı içindeki, altta yatay bir kiriş ve üzerinde dikey duran yarım ay sembolü. Aslı tam olarak görülemediğinden temsili olarak çizilmiştir. Sembolün, Göbekli Tepe’lilerin Çin’den Bali, ya da Nusa Tenggara ve Komodo adasına kadar olan ilk göçlerine işaret ettiği sanısındayız. (Arş. Çiz.).


Dikilitaşın ortaya çıkarılmış bölümünde, üstte dişlerini gösteren bir yaban domuzu ve bunun hemen altında, Schmidt’in de dediği gibi bir tilki tasvirinin yaklaşık üçte birlik ön kısmını görebilmekteyiz. Yaban domuzları (wild boars), Uzak Doğu’da Srilanka, Sumatra, Bali, Japonya, Ryukyu adaları, Tayvan, Hainan ve Doğu Hint adalarıyla özellikle Komodo adasında çok miktarda yaşamaktadırlar. Komodo adasının, özellikle Doğu Nusa Tenggara (Sumbawa) ile Batı Nusa Tenggara (Flores) adaları arasındaki konumu dikkat çekicidir. Domuzların en bol olduğu adanın bu özelliği, güneyde Yeni Zelanda’ya olan göçler sırasında, Bali adasının ardından, olasılıkla ikinci konakladıkları yer olduğunu gösterir bir kanıt oluşturuyor olabilir.

Burada yer alan hayvan sıralamasına bakacak olursak, Antik Patu-paiarehe’lerin bizlere anlatmak istediklerini daha iyi kavramamız olasıdır. En üstte, tektonik olayların neden olduğu depremler nedeniyle, kuşları takip ederek başlayan göç; daha sonraki bir zamanda, domuz resmiyle sembolize edilmiş Komodo adasında, belirsiz bir süre yerleşimleri; en altta ise, Komodo adasında yeniden oluşan tektonik olaylar nedeniyle, Yeni Zelanda’nın sembolü olan Tilki buzuluna işaret eden tilki betimiyle birlikte Yeni Zelanda’ya varışın tasvir edildiği anlaşılmaktadır.

a= Dikilitaş 12’nin, kabartmalarla dolu sağ yanı; b= Aynı dikilitaşın ön yüzünde, yaban domuzu, sol yanda ise, ana tavşan etrafında öbeklenmiş pek çok yavru tavşan, hak edilerek oyulmuş iki yılan, tilki, ceylan ve Komodo ejderi tasvirleri. (Arş. Çiz.).

“T” başlığın alnında da bir yaban domuzu tasviri yer almaktadır. Arka tarafında ise, varlıkları kazınarak yok edilmeye çalışılmış iki yılan betimini görüyoruz. Bunların hemen sol altında saptadığımız oldukça büyük boyuttaki tavşan tasvirinin tek olmadığını, kâh annelerinin sırtına çıkarak saklanan, kâh onun önünde sol tarafa doğru hızla koşarak kaçan korkmuş tavşan betimlerine ek olarak, sayılarını saptayamadığımız daha pek çok tavşan tasvirlerinin varlığı anlaşılmaktadır. “T” başlığın bu yönde sağ tarafındaki uçta, yerde otlayan bir yaban keçisi başı ile bunun karşısında, saldırmak üzere bekleyen bir Komodo ejderini saptamamız olasıdır.

Üstteki yılanların boyları kısadır. Tavşan motifiyle yılanlar arasında olasılıkla küçük bir tilki motifi yer alıyor. Genel anlamda, yılanların büyüklük ve uzunlukları depremin çok şiddetli; kısa ve küçük oluşları, onlardan zarar görmediklerini ve düşük ölçekli depremler olduklarını gösteriyor olabilir. Yani aynı zamanda, depremlerin ölçütlerine de işaret etmektedirler. Olasılıkla yılan betimlerinin sonradan kazılarak yok edilmeleri, artık depremlerden kurtuldukları, ya da depremlerin kökünün kazındığı anlamlarına gelmektedir. Tavşanların en bol bulunduğu ada Yeni Zelanda’dır. Buradaki tavşan ve tilki motifleri, Patu paiarehe’lerin bulundukları yerin açık kanıtını oluşturmaktadır.

Schmidt, yapıların üzerinin örtülü olmadığına kanıt olarak, C Yapısı’nın duvarı üzerinde in situ şeklinde ele geçen yırtıcı bir hayvan heykelinin varlığını ileri sürüyor. Bu heykele dikkatlice baktığımızda, sol tarafın duvar yapısına uydurulmak üzere oluşturulan çıkıntının oldukça düzgün bir işçilik gösterdiği, ancak sağ tarafının yine düzgünce bir şekilde kırılmış olduğu anlaşılıyor. Heykel, olasılıkla vaktiyle bir heykel grubundan, ya da iç mimarideki yerinden çıkarılmış, ya da kopmuş olabilir. Kazı sırasında in situ olan bir eserin, zamanındaki yerinin de mutlaka burası olacağı anlamına gelmediği kanısındayız.[85]

C Yapısı’nın hemen arkasındaki kapı delik taşının üstünde, ters yatmış yaban domuzu kabartması. (Arş. Çiz.).

Diğer tarafta Qermez Dere, Jerf el-Ahmar kült yapısı EA53 ve Nevali Çori III. Evre’deki kült yapılarında, Göbekli Tepe kutsal alanındaki yapıların ilk örneklerini görüyoruz. Jerf el- Ahmar’daki kült yapısının rekonstrüksiyonunda da görüldüğü gibi, her üç kült yapısının da üzerlerinin, bir tavan örtüsüne sahip olduğu açıktır.[86] Bu nedenle biz, şimdilik kaydıyla, Asya ve Yeni Zelanda’da saptanabilecek örnekler dışında, Stonehenge’den önceki ilk kubbeli yapıların Kuzey Mezopotamya’da oluşturulmuş olduğu kanısındayız.

5. D Yapısı – Taş Çağı Hayvanat Bahçesinde
Merkezi Dikilitaş D/18: Schmidt, bu taşı Nevali Çori’deki dikilitaşlara benzetmiş. Yazar, “T” formunun altındaki gövdenin yan dar tarafında stola (iki yandan aşağıya doğru dikey olarak inen kabartma çift bant) ve geniş yüzeyde ise kollar bulunmaktadır diyor.[87]

“T” başlığın dar yanındaki sembol, bizlere çok önemli bir şeyleri anlatmaktadır. Üstte “ ” harfine benzeyen işaret, Patu-paiarehe’lerin son olarak vardıkları Göbekli Tepe ve civarındaki yerleşime işaret ediyor. “ ”nin sol dikey çizgisi Avrupa-Afrika kuzey-güney çizgisini; sağdaki dikey çizgi ise, Asya’dan Yeni Zelanda’ya kadar olan doğrultuya işaret etmektedir. Ortada elips şeklinde içi boş olan bağlaç, Yeni Zelanda’nın kutsal sembollerinden Delikli- taş’tır. Patu-paiarehe’leri sembolize eden Delikli-taş, her iki kıta arasına yerleştirilerek, onların bu iki kıtayı birleştiren yerde, yani Anadolu’da olduklarını ifade etmektedir.

Bunun hemen aşağısında yer alan yatay ay motifi içinde yer alan sembol, yine bir Delikli-taş’tır. Patu-paiarehe’ler bizlere bu kez, Anadolu’ya geldikleri yeri, yani Çin’den Endonezya adalarına kadar olan adalar grubunun oluşturdu ay motifine bağlı, onun içinde yer alan Yeni Zelanda’yı işaret etmektedirler. Dolayısıyla, buradaki her iki Delikli-taş bir Bullaun-stone (Bullaum-stone) olup bizlere Yeni Zelanda’yı göstermektedir.

a= D Yapısında, Dikilitaş 18’in konumu; b= Dikilitaş 18’den ayrıntı; c= Dikilitaş 18’in göğüs tarafında “H” biçimli sembolün altında, ay formlu şekil içindeki ortası delikli çember (Delikli-taş).
  1. Schmidt, K. 2007. b, c. (Arş. Çiz.).

Taşın geniş gövdesinde, Schmidt’in Nevali Çori’deki örneklere bakarak “kol” şeklinde tanımladığı betimler hakkında, onunla aynı görüşte değiliz. Kolun omuz kısmının “ ” sembolü hizasından çıkmış olması dikkat çekicidir. Bize göre bu betim, saban (enek), ya da orağa (kalıç) işaret etmektedir.[88] Yani Anadolu’ya geldiklerinde burada mevcut olmayan tarımı, Yeni Zelanda’dan kendilerinin getirdiklerini anlatmak istemişlerdir.

Yukarıdaki tasvir bir enek, yani saban sapı ve onun ucuna takılan metal (bronz) kısımdır. Olasılıkla metal kısım bir bağ ile enek’e bağlanmıştı. Bunu resimde de saptamamız mümkündür. “T” başlığın altında yer alan alın üzerindeki ay motifi, Patu Paiarehe’lerin Yeni Zelanda’dan Güney Doğu Anadolu’ya (Göbekli Tepe) yaptıkları yay şeklindeki seyahatlerini; İçindeki daire, Delikli Taş Kültürü’nü, Üstteki “ ” motifi, Avrupa-Afrika, Asya-Endonezya adaları arasında, kültürlerini taşıdıkları yeri, yani Anadolu’yu gösteriyor. Ortadaki Delikli taş, kültürlerinin vardığı o zamanki son noktayı, yani Göbekli Tepe’yi işaret etmektedir.


D Yapısı’nda, batı yönündeki merkezi dikilitaşın göğüs kısmındaki bukranion kabartması. (Arş. Çiz.).


Betimlerde saptanan bu olağan üstü anlatım tarzı, günümüzde abartılı bir yaklaşım olarak görülebilir. Ancak bu üstün kültürdeki anlatım zenginliğine işaret eden Ramirez Kodeksi’nden alınmış aşağıdaki Aztek betimine baktığımızda, bunun hiç de öyle olmadığı anlaşılıyor. Piramidal bir yapıya ait olduğu açık olan betimde, Anadolu-Yunan mitolojisinde Hayat Ağacı’nı tasvir ettiğini bildiğimiz sütunları, burada da görmekteyiz. İkiz tapınağa ulaşan ve ilginç bir şekilde perspektif olarak tasvir edilmiş merdivenlerin alt basamak seviyesinden başlayan sütun kaideleri, sütun gövde ve başlıkları, abaküs (tamu-ölüler diyarı-Hesap tahtası) seviyesinde betimlenmiş düz bir alanda, Tlaloc ve Huitzilopohtli’ye kadar yine perspektif verilerek uzatılmış.[89] Sanatçının, Tlaloc ve Huitzilopohtli’nin görüntüsünü bozmamak ve tamu alanına yerleştirilecek ölülerin tasvirindeki zorluk yanında, anlaşılamaz olabileceği kaygısıyla Uzak Doğu’daki Erg (Akheron) nehrinde ölenleri betimleyen kafataslarına, aynı günümüzdeki bir grafik, ya da harita açılımlarına ait lejantlarda olduğu gibi yan tarafta bilgi vermiş olması, son derece ilgi çekicidir (siyah okla gösterilmiştir). Anlatımdaki bu üslup, Kem-MU’nun ne denli yüksek bir kültür olduğunu gösterir en önemli belgelerden birini oluşturmaktadır. Tasvirin konumuzla olan yakın ilgisini, sütunların altında ve her iki yanda yer alan, ağızlarıyla birbirlerine geçmiş olup birbirlerini tetikleyen İkiz yılan tasvirlerinde açıkça görebiliyoruz.

Batıdaki Merkezi Dikilitaş D/31: Dikilitaş gövdesinin dar tarafında, yanlarda oldukça geniş tutulmuş papaz atkısı arasındaki çukur bant içinde bir bukranion (geç dönem Anadolu-Yunan mitolojisinde Gorgo-Medusa başı.[90] tasvir edilmiş. Bu betimin “ölüm” işareti olduğuna yukarıda değinmiştik. Yanlardaki papaz atkısının sol bantı, olasılıkla Asya’yı, sağdaki bant ise Amerika’yı göstermektedir. Ortadaki alçak şerit ise, Sümerlerde Ölüler denizi- Türklerde Erg nehri- Mısırlılarda Nun- Anadolu-Yunan mitoslarında Akheron, Katranlı nehir-Çinlilerde Lo nehri olarak tanımlanan Japon ve Sarı denizden, Güney Çin denizine kadar uzanan denizler kuşağını temsil etmektedir. Dolayısıyla “ölüm sembolü” olan bukranion, bu denizler kuşağının içinde gösterilerek, Marduk’un (Apollon karneios) bölgeden geçişi sırasında oluşan tüm tektonik felaketler, denizden fışkıran lamar, bunun arkasından gelen çok büyük boyutlardaki tusunami dalgaları ve tüm bunların ardından oluşan Büyük tufan’da ölenleri göstermektedir.[91]

Aztek’lerin Ramirez Kodeksi’nden alınmış bu betim, “Fetih sonrasında, parmaklıklar arasına dizilmiş raflardaki kafatasları” olarak yorumlanmış.
(en.wikipedia.org/wiki/Human_sacrifice_in_Aztec-culture-138k).


Dikilitaş D/19: Yazar bu dikilitaşın, günümüzde gövde başlangıcı olan “T” başının kırık parçasının kaldığını belirtiyor. Taşın alın tarafında görülen yılan kabartması dışında başkaca bir betim görülmüyormuş. Yılan betimlerinin bölgedeki tektonik olayları simgelediğine, daha önce çeşitli kez değinmiştik.[92]

Dikilitaş D/20: Schmidt’e göre, Dikilitaş 19’un kuzeydoğu yakınındaki bu taşın üzerinde görülen tahribat izleri, az önce değinilen izlerden çok daha derindir. “T” başlıkta herhangi bir betim mevcut değil. Gövdenin göğüs tarafında aşağıya doğru kıvrılan ve bir öküz ile karşı karşıya gelen bir yılan tasviri var. Yazar haklı olarak şöyle diyor: “Bu iki hayvan dar alanda, stola kanatları için ortada öylesine yer bırakmıştır ki, sanki boğa dikey kenara sıkıştırılarak, yukardan gelen yılan ile kafa kafaya gelmesi sağlanmıştır. Bu buluşma hiç de barışçıl bir izlenim vermemektedir. Boğanın oldukça belirgin şekilde bükülmüş ayakları, hayvanların düzeniyle –yılan yukarıda, boğa aşağıda-, yani boğanın yılan ile olan kavgasını kaybettiği anlamı çıkartılabilir”.[93] Schmidt’in bu mükemmel yorumuna övgüden başkaca söyleyecek bir şeyimiz olamaz. Gerçekten, Marduk’un atmosfere sürtünerek geçişi sırasında, Pasifik sularını kaynatıp buharlaştıran sıcaklığı yanında, denizin içindeki volkanları da faaliyete geçirmesi nedeniyle denizden fışkıran lamarın, oluşan tusunamiyle birlikte, neredeyse deniz seviyesindeki alçak Çin ovasından içeri girerek karaları basmasını sembolize eden yılan, bölgenin kutsal öküzü Tüylü kotuz’u alt etmiş, pek çoğunun hayatını elinden almıştı.
Amerika Kızılderili’lilerinden bir Apaçi şamanı’na ait ritüel tören maskesi. Mask, bir Gorgo başını tasvir ediyor. 1= Arkada bir taç oluşturan nesnenin çevresinin tamamı, Anadolu-Yunan mitoslarındakine benzer şekilde, belki yılanlar değil ama kotuz’un volkanik katrana bulanmış tüyleriyle çevrelenmiş. Bunlar yılanları, yani lav akıntılarını (ejder) temsil ediyor; 2= Bunlarun içindeki dar, yuvarlak banttaki noktalar, uzaktaki küçük adaları; 3= İçteki geniş bantta, üst kısımları yuvarlak nesneler, volkanları (yedi adet. Alttaki ikisinden ejder başları çıkmış); 4= Daha küçük boyutta olan üst kısımdaki Gorgo başı, korkunç felaketin bu adaları da etkilediğini; 5= Asya kıtasının büyüklüğüne eşdeğer Gorgo başı, felaketin olduğu ana kaynağı. Yanardağlardan akan lavlar ve lamar’a işaret eden ejder başlarını; 6= Çenenin altından sarkan tüyler, Tüylü kotuz’u (Yak öküzü) betimliyor.[94]
 (http://www.eso-garden.codancing/Mask - Nootka, 1915).

Yazara göre dikilitaş’ın gövdesi tahrip olduğu için, bu sahnenin hemen altında yer alan tilki sembolünün sadece kafası görülebilmektedir. Yukarıda da çeşitli kereler değinildiği gibi, tilki sembolünün Tilki buzulu, yani Yeni Zelanda’yı temsil ettiği ortadadır. Dolayısıyla, tektonik olayları sembolize eden yılana karşı gelme uğraşı içindeki kutsal Tüylü kotuz, yılanla Patu-paiarehe’ler arasına girerek Yeni Zelanda’yı korur durumda gösterilmiştir. Biz, şayet saptamamız doğru ise, boğa figürü ile tilki arasında olasılıkla bir Komodo ejderinin varlığını gözlemledik. Schmidt, eserin gövdesi üzerinde, birinin yalnızca kontur hatları kalmış iki tilki kabartmasından daha bahsediyor.

a= Asya Türklerinde Gorgo başı. Esin’e göre, Hsiung-nu devrinde, t’ao-t’ieh  (= Gorgo) maskesine Çin’de atfedilen koruyucu yüzdü. Kuzeye de yayıldığı söylenen bu yüz şekli, Hsiung-nu idaresindeki Kırgız Türklerinin memleketi olan Sibir ilinde, bir hükümdar sarayının kapılarında tunçtan maske şeklindeki kapı tokmaklarında görülmektedir. Eserin sağ boynuzunun kopuk ve eksik olduğu görülüyor; b= Gorgo başıyla tezyin edilmiş bir Yunan tabağından görünüm;[95] c= Peru’da, Huaca de la Luna’da bir piramitin I. platformunda günyüzüne çıkarılan freskodaki Gorgo (Quetzalcoatl) başı.
a.  Esin, E. 2006.
b. Medusa&Gorgons-Greek monsters, mythology, pictures-Medousa...:
    (www.theoi.com/Pontios/Gorgones.html-75k).
c. Huaca de La Luna: (www.arqueologia.com.ar/peru/laluna.htm-23k).

İç yüzünde yılan, öküz ve tilki tasvirleri yer alan Dikilitaş 20. (Arş. Çiz.).


Dikilitaş D/21: Schmidt’e göre, “T” başlıklı dikilitaşın gövdesi üzerinde, neredeyse doğal büyüklükte bir ceylanın ön kısmı ve ayakları görülüyor. Gövdenin arkası, çevre duvarlarıyla örtülü durumdadır. Yazar buradaki ceylanı, Yukarı Mezopotamya’da görülen Dorkas ceylanına benzetmiş. Bunun altındaki hayvan sembolünün ise, Asya yabani eşeği “onager” olabileceğini ileri sürüyor.[96] Bize göre her iki tasvir, Patu-paiarehe’lerin Anadolu’ya varmadan önce İç Moğolistan’da yaşadıkları sırada, bölgede mevcut olan hayvanları betimlemektedir. D Yapısı’nın Moğolistan’dan başlayan göçleri sembolize ettiği düşünüldüğünde, buradaki ceylanın, Moğolistan’da yaşayan Przewalski ceylanı (Procapra przewalskii), veya Doğu Avrupa’dan Moğolistan’a kadarki bölgede yaşayan Mongolian Saiga (tatarica), ya da Moğol ceylanı (Mongolian Gazelle-Procapra gutturosa) adıyla anılan hayvanlardan biri olma olasılığı oldukça yüksektir.

Yazar, taşın ön yüzüne uygun ışık geldiğinde, hiç alışılmadık iki hayvan resminin daha seçilebildiğine değiniyor. İlk bakışta böcek, ya da örümceğe benzeyen hayvanların, aceleyle kazılmış betimler mi, yoksa ayrıntılı olarak yapılmış eski kabartmalar mı oldukları hakkındaki kuşkular dile getirilmektedir. Kendi payımıza örümcek motifi, sık sık bozulan yuvalarını yeniden kuran, bunun için sakin ve güvenli yerler arayan hayvanları temsilen, göçmenlerin Anadolu topraklarında buldukları güvene işaret etmektedir. Bu nedenle tasvir, Patu-paiarehe’lerin, geçmişte kaç kez güvenli sanıp yineleyerek yerleştikleri vatanlarını, güvensiz olduğunu öğrenmeleri nedeniyle artık sildikleri, ancak asla unutmadıkları anlamına gelebilir.

Dikilitaş 21’in yan yüzünde, üstte bir ceylan ve bunun altındaki yabani eşek betimleri. (Arş. Çiz.).

Dikilitaş D/22: Schmidt’e göre, taşın soldaki geniş yüzeyinde yine bir tilkiye ait baş kısmı görülmekte, göğüs tarafında ise, stola şeritlerinin arasında tek bir yılan betimi aşağıya doğru kıvrılarak inmektedir. Tasvirin, yukarıda değindiğimiz motiflerle aynı anlama geldiği kanısındayız.[97]

Dikilitaş D/30: Dikilitaşın alın tarafındaki kabartmalarda, neredeyse tepe noktasında ters döndürülmüş “H → ” işareti yer almaktadır.[98] Betimin, daha önce Dikilitaş 18’de gördüğümüz sembolün benzeri olduğu, ancak ters durması nedeniyle, Patu-paiarehe’lerin Uzak Doğu’daki konumlarını gösterdiği açıktır. Olası tahribat, ya da aşınmalar nedeniyle, sembolün ortasında görmeyi umduğumuz Delikli-taş’ı burada açıkça göremiyoruz. Ancak sembole dikkatlice bakıldığında, buna ait izleri görmemiz mümkün olmaktadır. Yani buradaki betimler, kutsal Bullaun-stone sahiplerinin Uzak Doğu’da bulundukları döneme aittir. Olasılıkla ya Komodo adası, ya da Yeni Zelanda betimlenmiştir. Sembolün sağında gördüğümüz kıvrımlı yılan tasviri, bu kez adanın güneyinde oluşmuş ve etkileri güneye doğru yönelip kuzeydeki adayı etkilememiş olan başka bir volkanik faaliyeti gösteriyor olabilir.

a= Dikilitaş 22’de saptanabilmiş bir tilki başı ve ön ayaklarına ait kabartma; b= Dikilitaş 30’un üzerinde ters “H” sembolü, yılanlar ve yabani eşek kabartmaları. (Arş. Çiz.).

Gövdenin yan tarafında yer alan betimlerin, Marduk, yani Uzak Doğu’da oluşmuş karni olayının yerini belirleyici olması bakımından çok önemlidir. Burada, bölgeyi işaret eden sembol, yazarın Asya yabani eşeği dediği hayvandır. Bu hayvan Doğu ve Güney Moğolistan’daki çöl ve bozkırlarda günümüzde de yaşayan bir hayvandır. Bölgede oluşan tektonik olayların şiddetini gösterebilmek üzere, alan yetersizliğine karşın sanatçı, sağ bölümde çok sayıda yılana (dört adet) yer vermiş. Onager’i ise, sol tarafta dikey durumda göstererek onu sıkıştırmak zorunda kalmış. Onager’in bulunduğu alan İç Moğolistan’ı; yılanların kıvrılarak aşağıya doğru aktığı alan ise, kuşkusuz Sarı deniz ve Kuzey Çin denizini temsil etmektedir. Ancak içlerinden birinin, yazarın da saptadığı gibi çift başlı olması, volkanik tetiklemelerin, birinin kuzey, diğer tetiklemenin ise güneyden geldiğine işaret etmektedir.

a= Moğolistan’ın doğu ve güneyindeki çöl ve bozkırlarda yaşayan Przewalskii atları (Equus caballus przewalskii); b= Göbekli Tepe’den, taştan oyulmuş bir akbaba (bugün de Taklamakan’ın batısında yaşayan Keşiş Akbaba, Mısır’daki adıyla Nekhbet) heykelinden kopmuş başa ait parça.

Dikilitaş D/38: Yazar, dikilitaşın başında bir boğa kabartmasının yer aldığına değiniyor. Öküzün Erg nehrini (Akheron) sembolize ettiği açıktır. Oldukça kötü durumda koruna gelmiş kabartmalarda altı adet hayvan tasviri yer almaktadır. Schmidt, boğa figüründe görülebilenlerin, sadece ayaklar ve Dikilitaş 2’deki öküz figüründe olduğu gibi aynı pozisyonda işlenmiş başın karakteristik bir bölümü olduğunu belirtiyor. “T” başlığın altındaki gövde yüzeyinde, yukarıdaki öküz ile karşılaştırıldığında daha iyi seçilebilen, ama yine de iyi korunamamış tilki figürü görülmektedir. Bunun altında, neredeyse Dikilitaş 12’dekinin ikizi sayılabilecek kadar ona benzeyen erkek yaban domuzu yer almaktadır. Bunun da aşağısında, yatay olarak soldan sağa doğru dizilmiş üç kuş vardır. Bunlardan soldaki, kısa bacaklı, ördeğe benzer bir kuştur. Onun önünde ise daha farklı, uzun ayak ve gagaları olan diğer iki kuş yer almaktadır. Yazar Bu iki kuşu, belki leylek, belki de sanatçının kötü biçimde resmettiği iki turna olarak değerlendirmiş.

Dikilitaş D/32: Schmidt, bu taş üzerinde hiçbir kabartmanın olmadığını söylüyor.[99] Gövdenin iç yüzeyinde ise, kısmen stola şeritlerinin üstüne gelen bir bukranion’un bulunduğu görülmektedir. Yazar haklı olarak, daha önce Dikilitaş 2 ve 31’de saptadığı “bukranion ve stola” desenlerinden sonra, burada bir üçüncüsünün elde edildiğini söylemektedir. Dikilitaşın sol yüzeyi de kabartmalarla süslenmiş. Ancak çevre duvarı bu yüzü büyük oranda kapattığı için, sadece küçük bir açıklığın görülebildiğinden bahsedilmektedir. Burada ise, büyük bir kuşun kafası ve yuvarlatılmış uzun gagası dikkati çekiyor. Schmidt, burada ne bir ördek, ne bir turna ve ne de bir leyleğin değil, daha çok karaleyleği andıran bir kuşun betimlendiği kanısındadır.[100]


Dikilitaş 38 üzerindeki tilki, yaban domuzu ve üç adet göçmen kuş tasvirleri.[101] (Arş. Çiz.).


Dikilitaşın gövde yüzeyinin sağında yer alan, üstten itibaren tilki, domuz ve aşağıdaki göçmen kuşlar ele alındığında, kuşların göç yollarını takip ederek İç Moğolistan’dan başlayan göçlerin, buradaki tasvirde, aşağıdan yukarıya doğru betimlendiği görülmektedir.

43 numaralı dikilitaş üzerinde: Yumurta dizisi şeklinde sembolize edilmiş dağlar; saplı çantalara benzetilebilecek adalar ve üzerlerindeki küçüklü büyüklü dağlar arasında kesintilerle gösterilmiş çok sayıdaki dere ya da nehirler; turna kuşu, “H” ve ters “H” sembollerinin yanında yılan; Delikli taş sembolünü, kanatları üzerinde saygıyla Yeni Zelanda’dan Anadolu’ya kadar taşıyan ana akbabayla yavru akbaba. Altta: Sol tarafta, yukarıdan aşağıya doğru bir şerit halindeki bantın en üstünde, görülemeyen bir sembolün sağından dolanan yılan; bunun altında tilki ve Komodo ejderi sembolleri. Sağdaki daha geniş alanda: Üstte, yuva kurmak üzere ağ ipliklerini döşeyen örümcek, göğsünü gururla kabartmış, mutlu ördek ve bunun sağındaki kırık ve eksik bölge yakınında, zemine doğru koşturarak uzaklaşan sincap betimleri görülüyor. (Arş. Çiz.).


Dikilitaş D/41: Yazar, Henüz tamamı kazılmamış bu dikilitaşlarda, şimdilik herhangi bir kabartmanın tespit edilemediğini söylüyor. Yalnız Dikilitaş 43’ün daha sağdaki baş ve alın kısmında büyük desen gruplarının görüldüğüne değiniyor.

Dikilitaş D/43: Schmidt’in, bu dikilitaşa ait bir resmi kitabının sonuna eklemeyi ihmal etmediği anlaşılıyor.[102] Bu tutum, eser üzerindeki kalabalık betimlerin öneminden ileri gelmiş olmalıdır.

Eserde, “T” başlığın en üstteki ince bantı içindeki dağ betimleri, Anadolu-Yunan mimarisindeki tapınakların saçaklık bölümünde yumurta-ok dizisi (egg-and-dart/tongue) dediğimiz şekilde gösterilmiş.[103] Bunun altında, üzerlerinde bir ya da ikişer dağ tasvirleri, Mısır “Ölüler kitabı”ndaki dağ betimlerine çok benziyor. Bunlar, Çin’den başka dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen, külah biçimindeki karsit dağ oluşumlarıdır. Uzak Doğu’daki bu dağ oluşumlarının, sanatçılar tarafından tüm dağ betimlerinde sembolleştirilmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Çin’in Guangxi Otonom Bölgesi’nde, Guilin’e 110 km, Lipu’ya 16 km uzaklıkta, Shanhe’deki Fengyu mağarasının yakın yüzeyinde, ilgi çekici Fenglin karsit oluşumları. Nun’un, Re’nin güneş kayığını elleriyle başının üstünde taşıdığı resmin arka fonunda tasvir edilen adalardaki dağ betimlerine benzerlikleriyle dikkat çekiyor.
Karst Landscape and Tourism Exploitation araund Fengyu Cave, China: (www.karst.edu.cn/cave/fengyu.htm-10 k).


Tasvirde yer alan adalar, Sumatra, Bali, Komodo adalarıdır. Adaların birleşim yerlerinin ilkinde bir turna kuşu betimi var. Kuş, adalar arasında devam eden göçlere işaret etmektedir. İkinci adayla üçüncü ada arasında bir yaban domuzu; üçüncü adanın sağında ise Komodo ejderi betimlenmiş. Şayet yukarıda saptadığımız, adaların özelliklerini gösterir hayvan betimlerinde, o zamandan bu yana bir değişiklik olmadıysa, şifre sıralamasında bir yanlışlığı tespit etmemiz olasıdır. Örneğin yaban domuzunu Komodo adası, Komodo ejderini ise Bali adasının sembolü olarak saptamıştık. Oysa buradaki sıralamada Bali adasının sembolünü yaban domuzu; Komodo adasının sembolünü ise Komodo ejderi olarak görüyoruz. Göbekli Tepe bilgeleri ya da sanatçılarının belleklerinde bir takım kayıpların oluştuğu ortadadır.[104]



Bunların sağında büyük boyuttaki bir turna kuşu sembolü, kuşların (dolayısıyla Patu-paiarehe’lerin) yaptıkları göçlerin başlayıp bittiği yeri işaret ediyor. Üst bölümde yer alan ters “H= → ” sembolü Yeni Zelanda’yı, alttaki “H” işareti ise, Anadolu’da yerleştikleri bölgeyi göstermektedir. Dolayısıyla altta Göbekli Tepe’yi işaret eden “H” sembolünden çıkıp, ona dokunmadan sol taraftan aşağıya doğru inmiş yılan (deprem) sembolü, Göbekli Tepe’lilerin, artık tektonik olaylardan uzak kaldıklarından başka bir anlam taşımamaktadır.

Göbekli Tepe’den, Komodo ejderi betimi. (Arş. Çiz.).

Ada ve dağ tasvirlerinin alt bölümündeki ilk sırada, daha küçük ölçütlerde olmak üzere bir sıra dağ; bunun altında kesik kare çizgilerle bütünleşmiş bir nehir; bunun da altında yüksek dağ sıralarının varlığını saptıyoruz. Bunun aşağısında, üstte kesik ve kalınca bir çizginin altındaki dairesel bir kabartmayla betimlenmiş Delikli-taş sembolü yer alıyor. Sembol, sol tarafta ve oldukça büyük boyutta tasvir edilmiş ve kanatlarını iki yana açmış akbaba tarafından, sol kanat üzerinde taşınmaktadır. Böylece, Delikli-taş sembolünün kutsal Keşiş akbaba (Monk vulture-Nekhbet) tarafından da kutsanmış olduğunu anlıyoruz. Soldaki akbaba tasviriyle, onun sağında nispeten daha küçük boyda gösterilmiş yavru akbaba motifi son derece ilgi çekicidir. Bize göre burada, çok uzun bir yolculuktan sonra Anadolu’ya varmış olan Göbekli Tepe’liler, bu uzun yolculuğun geçtiği süreye, yaklaşık olarak işaret etmiş de olabilirler.[105] Bir akbabanın ortalama ömrü yaklaşık 100-118 yıl arasındadır. İkinci genç akbaba, ilkinin yaklaşık 1/3’ü kadar görünüyor. Böylece göç süresinin, yaklaşık 100 ve 118 yıl ömrü üzerinden en az 130, en çok ise 148-150 yıllık bir sürede gerçekleştiğini saptamamız olasıdır.

Alt bölümde, sol tarafta üst üste bir sıra hayvan motifi yer alıyor. Bunlardan en üstteki hemen hemen hiç görülmüyor. Yalnız bu figürün altından çıktığı anlaşılan bir yılan (deprem sembolü) betimi, sağ taraftaki örümceğe varamadan sol yukarı doğru kıvrılarak uzaklaşmış. Yani Yukarı Mezopotamya’da yeni yuvalarını kurmuş olan Örümcek’e (Göbekli Tepe’liler) zarar verememiş. Aşağıda, büyük olasılıkla Yeni Zelanda’nın sembolü olan tilki (Patu-Paiarehe’ler); bunun da altında yer alan betimin, küçük de olsa görünen başından Komodo ejderi olduğu anlaşılıyor. Tüm bunların sağında ve orta bölümde, bir örümcek tasviri var. Örümcek, kuyruk kısmından çıkardığı ağ iplikleriyle Göbekli Tepe civarındaki yuvalarını (Patu-paiarehe’lerin yeni yerleşim yerleri) koruyor. Bunun hemen altında ve solda, olasılıkla uzunca boynuyla bir yaban ördeğini görüyoruz. Ördek bizlere, onurlu, gururlu, içi rahat etmiş bir vaziyette bakıyor. Sanki, “Patu-paiarehe’leri nihayet rahat edebilecekleri bir yere ulaştırdım”, der gibidir. Ördeğin sağında, yukardan aşağıya doğru art arda koşmakta olan iki tavşan (uzun kuyruklarıyla daha çok sincap olabilir), örümcekten hızla uzaklaşmaktalar. Bu son iki hayvan tasviri, Patu-paiarehe’lerin yerleştikleri bu bölgenin ormanlık bir alan olduğunu, yaptıkları ibadet ve yerleşim imarları nedeniyle, korkan hayvanların bölgeyi terk ettiklerini gösteriyor olabilir. Bu betimin hemen sağ bölümünde büyük kopuk ve eksiklikler vardır.

Dikilitaş D/33: Schmidt, dikilitaşın “T” başlığında, daha önce C Yapısındaki Dikilitaş 12’de gördüğümüz “ağ”daki kuşları anımsatan, ördek biçiminde üç hayvanın varlığına değiniyor Yazar bunları, büyük olasılıkla toy kuşları (Otis tarda-Great busterd-Toğdarı)[106] olarak adlandırmış. Schmidt, Göbekli Tepe’deki kazılarda ele geçen hayvan kemikleri arasında, bu kuşa ait kemiklerin bolca bulunduğuna değinmektedir. Bu üçlü grubun içinde, benzeri dördüncü bir hayvanın daha varlığı saptanmış.[107]

Gövde yüzeyinde resmedilmiş betimler, yazar tarafından turna kuşu olarak değerlendirilmiştir. Burada da Schmidt’in dikkatini çeken, aynı Dikilitaş 2 ve 38’de olduğu gibi, turna kuşlarının dizlerinin insan bacağı şeklinde tasvir edilmiş olmasıdır. Bize göre burada anlatılmak istenen, göçmen kuşlar bağlamında, insanların yaptıkları göçlerin bu kuşları takip ederek gerçekleştirmiş olduklarıdır. Kendi payımıza, son derece dikkatli ve iyi birer gözlemci oldukları kuşkusuz olan sanatçıların, bilmeyerek böyle bir yanlışlığa düştükleri kanısında değiliz. Schmidt, Göbekli Tepe’de tasvir edilen bu hayvanların göç yollarına uygun olarak yaptığı saptamada, turna kuşlarının Ön Asya’da uzun süreli konuk olmadıklarını, Avrasya’nın kuzeyindeki bataklık alanlarda kuluçkaya yattıktan sonra sonbaharda Afrika’nın sıcak bölgelerine doğru uçtuklarını söylemektedir.[108]


Kendi payımıza, Dikilitaş 33’ün sağ yüzünde en çok dikkati çeken, turna kuşunun boyun hizasından başlayıp tabana kadar devam eden kıvrımlar halindeki yılan betimleridir. Yılanların başları, gövdenin dar tarafında yukarıdan aşağıya doğru dizilmiş bezekler halindedir. Turna’nın gagasının ucunda ise, Dikilitaş 30’da gördüğümüz ters “H ” sembolü yer almaktadır. Resimden tam anlaşılamıyorsa da, ortadaki bağlaçta yine bir Delikli-taş’ın bulunması gerektiğini düşünmekteyiz. Bu sembol bize, olayın henüz Uzak Doğu’da geçtiğine işaret etmektedir. Üst paralel çizgi Asya’yı; ortadaki Delikli-taş, Patu-paiarehe’lere ait kültürün bulunduğu yeri, yani Endonezya ve buradan Yeni Zelanda’ya kadar uzanan adalar grubuna işaret ediyor. Delikli-taş, alttaki yatay şerit üzerine, yani tam olması gereken yer olan Yeni Zelanda’ya oturtulmuştur.

a= Ördek türü kuşlar, turnalar, ters “H” sembolü ve yılan kabartmalarıyla dolu olan Dikilitaş 33’ün sağ tarafı; b= Dikilitaş’ın ön yüzünde, en üst yan bantlarda, birbirlerine sarılmış İkiz yılan motifleri; bunun altında üçgenlerle sembolize edilmiş dağlar; en alt iki yan bantta, yanlardan bu yüze dönmüş yılanların başları. Orta bölümde: En üstte, yine birbirlerine sarılmış durumdaki ikiz yılanlar, bunun altında, birbirlerinden çözülmüş, karmaşadan kurtularak tek başlarına hareket edebilen yılanlar ve bunlara ait üç yılan başı, bunun altında ters “H” sembolü, altı ayaklı bir örümcek ve bunun da altında, sol taraftan gelip örümceğe zarar vermeden geçen dört yılan ve üç yılan başı betimlenmiş. Sağdaki dizide yer alan yılan görünümlü betimler, erkeklik uzuvlarıdır. Göbekli Tepe sakinlerinin yeni yurtlarındaki yoğun üremeyi gösteriyor olabilir. c= Aynı dikilitaşta doğal büyüklükteki tilki kabartmasıyla sol yanında görülen yılanlar. (Arş. Çiz.).


Dikilitaş gövdesinin dar yüzünde, geniş yüzeyde tasvir edilen olayların burada da devam etmekte olduğunu, yan yüzde gövdelerini gördüğümüz yılanların, bu yüze döndürülmüş başlarından anlıyoruz. Her iki yandaki stola’nın süslemelerle işli olduğuna, ilk kez burada şahit olmaktayız. Yüzey, sanki yukarıda daha az yüksek ve aşağıya indikçe giderek artan yükseklikte üç ayrı panoya ayrılmış gibidir. En üstteki panoda, stola üzerlerinde çift, ortada ise üçlü biçimde, birbirlerine sarılmış ikiz yılanlar yer almaktadır. Bunun altındaki ikinci panodaki stolanın üzerlerinde üçgen dağ motifleri yer alıyor.  Aynı sıradaki orta panoda ise, yukarıdan kıvrımlar halinde aşağıya doğru inen üç yılan görmekteyiz. Ancak yılanlar, başlarının altındaki  H” sembolüne ulaşamamışlardır. Sol tarafta dizilmiş yılanbaşlarının, ortadaki bölgeyi etkileyemediğini, stola çerçevesinden aşağıya inemediklerini görüyoruz. Yılanbaşlarıyla yaklaşık aynı hizada başlayan ve yılanbaşı betimlerine çok benzeyen sağdaki tasvirlerin, erkeklik organları olduğunu, en aşağıdaki betimden daha iyi bir şekilde anlamaktayız. Güneydoğu Anadolu’da artan nüfusu simgeleyen fallos’lar, depremlerin  buradaki halka bir kayıp verdirmediğini, nüfusun hızla artmakta olduğunu ifade ediyor olabilir. Ancak, Uzak Doğu’dan ayrılmış olsalar da, hâlâ daha yılanların tehdidi altındadırlar.[109] Göbekli Tepe ve çevresindeki Patu-paiarehe yerleşimlerini sembolize eden “H ” işaretinin altındaki altı ayaklı örümcek, burada kurdukları yerleşimlerindeki yeni yuvalarında sukunet içinde, sağ salim yaşadıklarına işaret etmektedir. Ayaklar, bölgede kurdukları kent sayısına işaret ediyor da olabilir. Yeni yurtlarındaki (Anadolu) tektonik olayların, nereden gelirse gelsin kendilerine zarar vermediğini, alt bölümde orta nişin solundan çıkıp, kendilerine dokunmadan, kıvrımlar halinde aşağıya doğru kayan ve üçü tam olarak görünen (birinin yalnızca kuyruk kısmı var) yılanlardan anlaşılmaktadır. En alttaki üçlü yılan gurubu, her iki yandaki yılanbaşlarının aşağıya doğru giderek daralmış olması nedeniyle arada sıkışıp kalmışlar, dolayısıyla aşağıdaki sekiz ayaklı ikinci örümceğe (Yukarı Mezopotamya’da kurulmuş ikinci güvenli yerleşkeler) ulaşamamışlardır. Buradaki örümceklerin, Patu-paiarehe’lerin güneyde bir başka yerde kurdukları yeni yuvalarını ve buradaki keyifli yaşamlarına işaret ettiği açıktır.

Gövdenin diğer yüzünde, ayağa kalkmış bir tilki betimini görmekteyiz. Tasvir aynen, bir hayvana akrep, yılan ve benzeri hayvanların saldırısı sırasında, bunların arka ayakları üzerinde dikilerek kendilerini korumaları şeklinde gösterilmiştir. Tilkinin ayakları önündeki yılan kıvrımları bir öbek halindedir. Ancak, buradaki yılan tasvirlerinin çok silik bir şekilde işlendiği görülüyor. Yani bu deprem, çok hafif şiddetteki bir depremdir ve tilkide ancak bir irkilme halini ortaya koymuştur.

Göbekli Tepe’de “A-B” yapılarının batısında, henüz numaralandırılmamış dikilitaşlar.
Son Dönem İnşası ve Aslanlı Dikilitaş Yapısı

Schmidt, bu bölümde şunları söylüyor: “II. Tabaka, kazı alanında şimdiye kadar birbirlerine bağlanamayan bir açmada tespit edilmiştir. A ve B Yapılarının batısı, dikilitaş başlarının olduğu yüksekliğe kadar, kısmen küçük mekânlı, genelde dikdörtgen biçimi mekânlar bulunmaktadır. Burada yedi mekân ya tamamen ya da kısmen açığa çıkartılmıştır. Dış duvarların ise sadece doğu tarafta olabileceği şimdilik tahmin edilmekte; bu nedenle bu yapıların mekân düzeni gibi konular çok fazla açıklanamamıştır. Görebildiğimiz tek şey ise, mekân dizisinin büyük oranda güneybatıdan kuzeydoğuya, III. Tabakanın yapılarına doğru yöneldiğidir. Kısmen 1 m yüksekliğe kadar korunagelmiş duvarlar, nispeten küçük kaba taşlardan yapılmıştır. Tabanlar ise terrazzo benzeri zemine sahiptir.

…güneybatıdaki bir mekânda, büyük oranda parçalanmış dikilitaş kaidesinin yanında, birleştirildiğinde 80 cm’lik bir halka oluşturan, kemer biçimli, dirsek kalınlığında dört parça bulundu. Daha önce yüzeyde bulduğumuz benzeri halkalar, daha doğrusu halka parçalarının

Göbekli Tepe’de, yuvarlak planlı, “T” formlu dikilitaş kutsal alanlarının ortak özelliklerini gösterir rekonstrüksiyon denemesi: 1= Çevre duvarı; 2a-k= “T” biçimli dikilitaşlar; 3= Dikilitaşların tepe noktalarında, çeşitli boyutlarda oyulmuş yuvalara tutturularak inşa edilmiş kerpiç bölümler; 4= Kerpiç eklerden geçirilerek birbirlerine bağlanmış çevre kirişleri; 5= Merkez hatıllardan gelip, çevre kirişlerine uzanan bağlantılar; 6= Terrazzo tekniğinde inşa edilmiş taban; 7= Merkezi dikilitaşlar; 8= Dilek kuyusu kapsamında kullanılmış taş kâse (Delikli-taş). Kutsal alanda, İç Moğolistan, Komodo adası ve Yeni Zelanda’dan sonra vardığı Anadolu’da, eski geleneklerini terk etmeyen bir Patu-paiarehe şamanı, Delikltaş’ın önünde, elindeki thyrsosuyla tanrılara dilekte bulunuyor; 8a= Ana hazne ve kanal; 9= Hatılların üzerine oldukça sık biçimde kaplanan ince dal ve yapraklar; 10= İnce dalların üzerine döşenen sıkıştırılmış ot tabakası veya kerpiç tabaka; 11= Merkezi iki dikilitaşı, kerpiç yastıklar içinden geçerek birbirine bağlayıp, çatının ana konstrüksiyonunu oluşturan tepe hatılları; 12= Delikli-taş’ın, çatının zayıf noktası olan tam ortada yer alması nedeniyle, her iki yanda çatal yapan çıkıntıların destek olabileceği her iki yandaki çukurlardan geçen destek direkleri; 13= İki yanında çukur oluşturulmuş Delikli-taş (Okulus-oculus ?). Bu taş, olasılıkla çember yapının tepe noktasına konmuş olabilir;[110] (Ölçeksiz  Arş. Çiz.).


işlevlerinin ne olduğu konusunda henüz bir şey söyleyecek durumda değiliz. Aynı mekânın terrazzo tabanı üstünde üç parçaya ayrılmış kireçten bir tabak bulunmuştur. Başka bir mekânda ise, tabanın üstünde büyük bir “taş kap” bulunmaktaydı”.[111]

Daha sonraki satırlarında, Göbekli Tepe’de mekânların içinde ele geçen çok sayıdaki dibeğin, Avustralya’nın doğusunda Yeni Kaledonya adasının doğu yakınındaki Maré (Ethi) adası merkezli Lapita kültüründe mevcut taş dibeklerden olduğu açıktır.[112] Dolayısıyla, Göbekli Tepe’lilerin, ilk çiftçi Adem’den öğrendikleri tarım işçiliğini, keramik yapmaktan vazgeçmelerine karşın Anadolu’da sürdürdükleri ortadadır.[113]

“T” başlıkların üzerinde, çeşitli boyutlarda oyulmuş yuvalar (Res. Ildız, E.).

Schmidt aynı sayfada, burada ortaya çıkarılan bir mekândan bahsederken ise şöyle demektedir: “Bu mekânda ortada dört adet T başlı dikilitaş bulduk. Bunlardan üçü gerçi kırılmıştı, ama yine de dikilitaş başları, taşların geriye kalan gövdelerinde özgün yerlerine yerleştirilebildi. Bu nedenle dört dikilitaş da in situ halde dikili durmaktaydı ve bunlar, mekân dolgusunda bulduğumuz çok sayıda taş levha parçasından anladığımız kadarıyla, olasılıkla en azından kısmen taştan olan çatı konstrüksiyonunun taşıyıcısıydılar. Bunun dışında, bu mekânın güney duvarının ortasında, buraya ikincil olarak yerleştirilmiş, yani başlangıçta bu amaç için üretilmiş, daha sonra kol ve elleri olan Nevali Çori tipi kabartmalı bir taş bulduk. Bu dikilitaş, kuzey duvarı içine örülmüş başka bir dikilitaşla karşılıklıdır. Bu nedenle, mekânda dört tane serbest duran, iki tanesi ise duvarlara yerleştirilmiş dikilitaşlar bulunmakta. Kesin olan bir şey var ki, o da buranın Taş Çağı’na ait bir oturma mekânı olmadığıdır”.

a= Aslanlı Dikilitaş yapısının duvarında yerleşik, üzerinde stola ve birbirleriyle, Delikli bir taşın üzerinde sıkışan iki elin betimlendiği dikilitaş. Olasılıkla bir tanrı olabilecek soldaki figürün, karşısındakinin (kral ?) eline verdiği, acaba aslı yine bir Delikli taş olan yüzük mü ?; b= Yapının kuzeyindeki Aslanlı Dikilitaş. (Arş. Çiz.).

Aslanlı Dikilitaş Yapısı’nın güneyinde bulunan dikilitaş üzerindeki aslan kabartması; b. Havuzköy’den Neo-Eti tarzında Bazalt kapı-aslanı. Göbekli Tepe aslanı ile karşılaştırınız. Anadolu Medeniyetleri Müzesi-Ankara.
a. (Arş. Çiz.).

Bu yapıya ait seki levhalarının birinde bulunan, sırtüstü yatmış, dizleri üzerinde duran çıplak kadın figürüne ait kazı bezekli betim son derece ilgi çekicidir. Doğudaki seki başında iki, batı karşıtında ise yine iki adet olmak üzere dört adet “T” formlu dikilitaş vardır. Buradaki çıplak kadın betimi, ister istemez bizlere, Asya’da yaz ve kış gündönümlerinde dağlara çıkan kadınlarla erkekler arasındaki cinsel birleşmeler, evlenecek genç kızların, gerdek öncesi öncelikle Amam[114] denilen şamanlarla gerçekleştirdikleri “Kutsal evlilik= Hieros gamos” sahnelerini hatırlatmaktadır. Göbekli Tepe’de, bu eski geleneğin kutsal alana taşındığı, şaman ve onunla birleşecek olan kadının, güçlü ve bereketli olmaları anlamında, aslan figürüyle sembolize edildiği anlaşılıyor. Schmidt’e göre sanatçı, kadını çömelmiş, el ve ayaklarını sallar vaziyette betimlemiştir. Yani kadın, cinsel birliktelik istemektedir. Kadının yanlardan sarkan göğüsleri ve cinsel organı açık ve belirgindir. Yazar şöyle devam ediyor: “Cinsel organı ilginç bir biçime sahip. İlk bakışta ne olduğu pek anlaşılamayacak, aşağıya doğru sarkan V biçimli, şeritimsi bir motif söz konusu. Ancak bunun, oldukça büyütülmüş üreme organlarına ait ferç dudakları olduğu anlaşılmakta. Yanlara doğru açılan bacakları, abartılı bir şekilde betimlenmiş makronymphia (büyük ferç dudakları), burada bir doğum sahnesinin gösterilmesi yerine daha açıkçası bir koitus’a (cinsel ilişkiye –ç.n.) hazırlığı işaret etmektedir”.[115]

Torre d’en Gaumes’teki taştan inşa edilmiş bir çember yapının, tonozlu tavan örgüsü ve ortada sütun görevindeki “T” biçimli desteğe ait konstrüksiyondan görünüm.


Antik Moğol ve Türklerde, Gök Baba (tanrı) ve ruhlar, “dallaga” ritüeliyle çağrılıyordu. İnanca göre bu ritüeller, Buyan’ı[116] yaşama ve topluma ulaştırmaktaydı. Anılan ritüellerin gerçekleştirilmesi sırasında, ellerle, güneş yönüne doğru yapılan dairesel hareketlerle birlikte, zikredilen “hurai, hurai, hurai!” çağrışlarıyla bir ayin gerçekleştiriliyordu. Ayinlerdeki bu çığırışlarla, Euripides’in tragedyasında, Bakkha’ların “Euhoi” çığlıkları arasındaki benzerlik ortadadır.[117] Bu çerçevede, Platon’da (Eflatun) anılan, ayın eski ışığının “Aei= Ay”[118] olarak adlandırılması arasında, bir bağ olabilir.[119]

Olasılıkla, hatıl ya da kirişlerin taş üzerine dökülmüş kerpiç içindeki konumları. Bunlar, yukarıdaki rekonstrüksiyonun aksine, üzerinde yuvalar açılmış taş blok üzerine daha yakın bir seviyede konumlandırılmış olabilirler. (Ölçeksiz Arş. Çiz.).

Schmidt’in yukarıda değinilen satırları, Asya’da ya bir geyik, ya da bir at üzerinde tasvir edilmiş Amam tasvirleriyle yakın benzerlik göstermektedir. Kendi payımıza, Japonya’nın güneyindeki “Amami” adalarının da, bu kapsamda aynı anlama geldiği kanısındayız. Kuzey ve güneydeki dikilitaşların “T” biçemli başlarında betimlenen aslanların, yelelerinin olmaması, bunların dişi aslanlar oldukları sanısını uyandırmaktadır. Ancak arka bacaklarının arasından çıkan şişkin erkeklik organları da, ayrıca dikkat çekicidir. Büyük kediler (pantherinae) ailesinden olan aslanların, diğer kedigiller ailesinden olanlar gibi, kuyruk kesimlerinin bedene hassas dokularla bağlı olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, kuyruğun sırt hizasından yukarı doğru kaldırmaları, cinselliklerinin arttığının bir göstergesidir. Buradan anlaşıldığına göre, görkemli aslanların kişiliklerinde, erkek ve dişiliğin cinsellikteki gücü, bir arada sembolize edilmiş olmalıdır. Sonuç olarak yapının, topluluğun şamanına ait bir “Kutsal evlilik (Hieros gamos) odası” olduğu kanısındayız.

a. Olasılıkla, Göbekli Tepe sakinlerini temsil eden bir şamana ait olabilecek Kutsal evlilik (Hieros gamos) odası (ölçeksiz plan): 1= Aslan kabartmalı taş; 2= 2. aslan kabartmalı taş; 3= Çıplak kadın betiminin bulunduğu taban taşı; 4= Terrazzo tekniğinde yapılmış taban; 5, 6= Duvara gömülü “T” başlıklı taşlar; 7, 8= “T” başlıklı diğer iki taş.  b. Kutsal evlilik odasının seki levhalarının birine (No. 3) kazı bezek tekniğiyle çizilmiş çıplak kadın betimi. Daha doğrusu, Göbekli Tepe’nin Pandora’sı. Pandora tasvirde, olasılıkla Göbekli Tepe’li (Patu-paiarehe) bir Epimetheus’a kutusunu (vagina) açarken gösterilmiş.[120]
a. (Ölçeksiz Arş. Çiz.). b. (Arş. Çiz.).

Yazar, yapı içinde yer alan “T” başlıklı dikilitaşlardan bahseder ve içindeki bol miktardaki taşların varlığı nedeniyle yapının üzerinin taş örgülü olduğunu savlarken şunları söylüyor: “…mekân dolgusunda bulduğumuz çok sayıda taş levha parçasından anladığımız kadarıyla, olasılıkla en azından kısmen taştan olan çatı konstrüksiyonunun taşıyıcısıydılar”. Yukarıda, İspanya’da Torre d’en Gaumes’teki taştan inşa edilmiş çember yapının tonozlu duvar örgüsü ve ortada sütun görevi yapan “T” biçimli desteği göz önüne aldığımızda, Schmidt’in taş tavan örgüsü hakkındaki savının doğruluğu ortaya çıkmaktadır.[121]


Önemli Saptamalar:

1.      Göbekli Tepe’liler (Aith’ler, Antik Patu-paiarehe’liler) Komodo ve Yeni Zelanda adalarına, kuş göçlerini takiple İç Moğolistan, Çin, Vietnem, Kamboçya, Tayland, Sumatra, Bali ve Komodo adaları yoluyla göçmüşlerdir. Dolayısıyla ilk ana vatanları günümüzdeki Çin topraklarıdır. Bu topraklarda, yabani eşeklerin (onager) olduğu merkez ise, hiç kuşkusuz İç Moğolistan’dır. Buna göre Patu-paiarehe’lilerin ilk çıkış merkezlerinin İç Moğolistan bölgesi olduğu ortadadır.
2.      Göbekli Tepe kültürünün yaratıcıları oldukları anlaşılan Patu-paiarehe’liler, Ethi (Maré) adasına yerleşen Aith’lerden ayrılarak, Komodo adasına varmışlardı. Bu adayı, Göbekli Tepe’lilerin tasvirlerinde sıklıkla yer alan yaban domuzu betimlerinden çıkarabiliyoruz.
3.      Keri Hulme’den, Delikli-taş’ların tıpkı günümüzdeki havuzlar gibi, dilek kuyusu olarak kullanıldığını öğreniyoruz. Bu bağlamda, Schmidt’in, geçici anlamda “adak kapları” olarak adlandırdığı bu kaplarının, içleri suyla dolu “Dilek kapları” olduğu, dolayısıyla “B” yapısı kutsal alanının da, tanrılara dilekte bulunup dua edilen bir alan olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu kapların, kurban ritüelleriyle asla ilgili olmadıkları ortadadır.
4.      Schmidt, Göbekli Tepe’deki “T” biçemli dikilitaşların, Nevali Çori’dekilerle birlikte insan biçimine işaret ettiğinden bahsediyor.[122] Ancak, dikilitaşların “T” biçimli başları, rekonstrüksiyon çizimimizde de yer aldığı gibi birer mimari unsur olarak kullanılmışsa, yazarla aynı kanıda olmadığımız ortadadır. Yapının tepe noktasındaki Delikli-taş düşünüldüğünde, buradan kutsal güneş ışıklarıyla birlikte girecek olan yağmur sularının, bir kanal aracılığıyla ulaştığı kutsal taş kâse (Dilek kuyusu-Delikli- taş), yapıların üstlerinin örtülü olduğuna işaret etmektedir. Şayet üstleri açık olsaydı (Hypethral),[123] kâseye ulaşacak kanallara gereksinim duyulmaksızın, zaten üstü açık olan mekânlara yağacak olan yağmur, taş kâseyi dolduracaktı.
5.      Göbekli Tepe kültürünün gelişip olgunlaştığı alt kültürün, Yukarı Mezopotamya dışındaki yakın çevrede bir benzeri yoktur. “T” başlıklı taşlarda, neredeyse mükemmel denebilecek işçilik, bunların taş ustaları olduklarının bir göstergesi olsa gerektir. Bu konuda, Yeni Zelanda’nın Antik Patu-paiarehe (Taş inşaatçıları) halkı, ustalık derecesindeki mükemmel eserleriyle, son derece dikkat çekicidirler. Bugün bile adada, Ethi (Maré) adasındakilere benzer şekilde hâlâ daha süregelen taş işçiliğindeki mükemmellik, dikkatlerden kaçmamaktadır. Bize göre, Göbekli Tepe alt kültürünün Patu-paiarehe’lere dayandığı açıktır.
6.      Lapita kültürü İÖ 2000-500 arasına tarihlendiğine göre, çanak çömlek yapımından vazgeçmiş Antik Patu-paiarehe’lerin Yeni Zelanda’daki varlıkları da yaklaşık aynı tarihleri kapsamış olmalıdır. Bunlar daha Asya’dayken, ana göçten ayrılmış bir kolu oluşturmuşlar ise, Anadolu’daki varlıkları, yine İÖ 2000’den daha erken olmamalıdır.


Doğrusu, yukarıdaki tüm saptamalar kapsamında, Göbekli Tepe’lilerin verdikleri şifreleri yerlerine oturttuğumuzda, Uzak Doğu’nun haritasal görünümüyle karşılaşacağımızı umuyorduk. A Yapısı’nın Yeni Zelanda, B Yapısının Bali adası, C Yapısı’nın Komodo adası ve D Yapısı’nın da İç Moğolistan’dan Anadolu’ya kadar olan göçlere işaret ettiği açıktır. Ancak bunları haritaya yerleştirdiğimizde, Schmidt’in plan karesinde yer alan yapılar sistemiyle uyuşmadığı ortaya çıkmaktadır.[124] Göbekli Tepe’lilerin, uzun ve yorucu geçen yolculuklarının ardından, atalarının göç yolları hakkında pek çok şeyi unutmayıp hafızalarına kazındığı, ancak bazı ayrıntıların belleklerinden silinmiş olduğu anlaşılıyor.

Tablosal sonuç

Göbekli Tepe’deki yapılarla, bu yapıların içeriğini oluşturan dikilitaşlardaki hayvan sembollerini, bir tabloda toplayıp, genel bir görünüm elde etmek istedik. Buna göre elde edilen sonuçları, şöyle ayrıştırmak mümkündür:

Tablo[125]

1.      “A” Yapısı’nda; yılan, boğa, tilki ve turna kuşlarından başkaca hayvan betimine rastlamıyoruz. Yani bu yapı bizlere, doğrudan doğruya Asya’dan gelen geleneksel boğa ve yılan motifi dışında, turna kuşuyla göçler sonunda varılmış olan Yeni Zelanda adasına işaret etmektedir.
2.      “B” Yapısı’nda; tilki ve Komodo ejderinden başkaca sembol mevcut değildir. Dolayısıyla bu yapının, büyük olasılıkla Bali adasından Yeni Zelanda’ya olan göçü temsil ettiği anlaşılıyor.
3.      “C” Yapısı’nda; yılan, Komodo ejderi, domuz, ördek, kaz, ceylan ve yarım ay motiflerini görüyoruz. Bu semboller, Asya’daki depremlerin ardından, yarım ayın kavsi biçiminde, kuş yollarını takip ederek göç eden Patu-paiarehe’lerin, Yeni Zelanda öncesinde vardıkları, çok sayıdaki yaban domuzunun yaşadığı Komodo adasına işaret ediyor.[126]
4.      “D” Yapısı, yarım ay ve tavşan sembolleri dışındaki tüm sembollere sahiptir. Dolayısıyla bu yapıdaki anlatım tarzının, Asya’dan çıkışın ardından, Yeni Zelanda yoluyla Anadolu’ya varışa kadarki süreçte oluşan tüm olaylarla göçlerin tamamının anlatıldığı, çok geniş kapsamlı bir ana yapıya işaret ettiği anlaşılmaktadır.

Bu çerçevede, önceki saptamalarımızın, tablo içeriğindekilerle yapılan karşılaştırmalı analizlerden ortaya çıkan sonuçların doğruluğunu gösterdiği kanısındayız.[127] 

Göbekli Tepe’lilerin geldikleri bölgelerin tektonik yapısı

Konuya, yukarıdaki Büyük tufan bölümünde  “Uzak Doğu ve Pasifik’in tektonik yapısı” konu başlığı altında, ayrıntılarıyla birlikte değinmiştik.

a= Güney Kore’nin güney yakınındaki Jeju adası (Cheju-do- Tanrıların adası-Island of the Gods); b= Adanın en yüksek dağı, volkanik bazalt yapılı 1950 m yüksekliğindeki Halla-san (Gigantik) dağı.[128] Kapkara dış görünümü ve çok uzun zamandır, Jeju-Tarzı’ndaki Kore Şamanizmi’nin merkezi olmasıyla kutsal sayılmıştır. Etraf, yerinden kopmuş büyük kaya parçalarıyla doludur. Tepe noktasında, Dağın Ruhu’na tapınılan özel bir taş sunak ve dikkate değer Budist tapınakları vardır.  Günümüzde, kraterinin içinde Küçük Beyaz Geyik gölü ve bir Ruhlar-odası (Yeong-shil) mevcuttur.[129]

a= Büyük olasılıkla Delikli-taş’ların kaynağı olabilecek, kapkara görünümlü volkanik Halla-san’da, Cheonjiyeon şelalesinin aktığı, etrafı doğal kayalarla çevrili küçük göl. Yeni Zelanda’da, kayalara açılmış küçük kanallardan Bullaun-stone’lara damlayan sularla karşılaştırınız; b= Gölün karşı tarafından diğer bir görünüm.


Kore Şamanizm’inin kutsal saydığı Nogodan’daki Marado taş altar’ı. Sunağın bulunduğu tepe, 1915 m yüksekliğiyle, ülkenin en yüksek noktasıdır. Bu nedenle, Cheonhwang’taki sunağı 22.5 km uzaklıktan görmek mümkündür.

 Bu kapsamdaki tüm bilimsel veriler, Beijing’in batı yakınındaki Datong ve Yen-Men tektonik alanının, kutsal kitaplarda yorumlanan “Zu’l-Karneyn”[130] hakkında anlatılar ve bu konuda, bölgede oluştuğunu ileri sürdüğümüz “karni” olayıyla tamamen örtüştüğü açıktır. Bu nedenle, Chou adamı hakkında toprak katmanlarında yapılmış olabilecek tarihlemelerin, doğruları yansıttığı kanısında değiliz.

Māori’lerin ataları, kökenleri Güneydoğu Asya’ya dayanan Polenezya halkıydı. Bazı tarihçiler Yeni Zelanda’daki erken Polenezya göçmenlerinin Yeni Zelanda’ya (Aotearoa)[131]  Çin’den, Tayvan ve Güney Pasifik yoluyla uzun bir seyahatten sonra göç ettiklerine dair izlerin varlığından bahsetmektedirler.

Bir anlatıya göre ise Māori’ler, çift tekneli okyanus aşırı kanolarla (waka hourua= double hulled ocean going canoe) Hawaiki’deki[132] atasal topraklarından gelmişlerdi.

Antropolojist Thor Heyerdahl, diğer bilim adamları gibi Polenezyalıların Asya’dan daha çok, Amerika’dan Pasifik yoluyla buraya göç ettiklerini iddia etmiştir. Heyerdahl bu iddiasını, tatlı patatesin başlıca yetiştirildiği yer olan Avrupa öncesi Yeni Zelandalı Māori’lerin, kökenlerinin Güney Amerika olduğu temeline dayandırmaktadır. Hyerdahl’ın, bu olaya karşı ileri sürülebilecek aksi bir tezin, hangi nedenle olamayacağını açıklığa kavuşturmaması dikkat çekicidir. Diğer tarafta, yukarıda değindiğimiz Bolivya Delikli-taş’ı Fuente Manga’nın, Thor Heyerdahl’ın ileri sürdüğü tezi çürütür en somut belge olduğu ortadadır.
Yaklaşık olarak 3 bin yıl öncesinde, Papua Yeni Gine’nin (Bismarck Archipelago-Papua New Guinea)  doğusunda yaşayan Polenezyalılar, burada tedirgindiler. Bu halk, karakteristik özellikler taşıyan yüksek kalitedeki renkli, diğer benzerlerinden oldukça farklı pişmiş topraktan kaplarıyla Lapita denilen özel bir kültüre sahiptiler. Bu özel çanak çömleklerin bulunduğu arkeolojik yerleşim alanları, Polenezyalıların Yeni Kaledonya’ya yerleşmelerinin ardından “Lapita Kültürü” adını almıştır.


This massive, 300m tall, four-sided pyramid, located at a northern South Island location, was modified in antiquity from a hill. A flat summit was created for astronomical observations. Photo copyright © Rex Gilroy 2004.
Yazar, Yeni Zelanda’daki bu piramidin tepesindeki düz sathın astronomik gözlemler için kullanıldığını söylemiş. Ancak, buradaki kare ya da dikdörtgen mezar yapılarının bulunduğunu, Çin’de X’ian’ın 140 km güneybatısındaki yüze yakın piramitlerle, Mezoamerikan kültürlerindeki piramitlerden biliyoruz. Batık Yonaguni piramidinden sonra, tıpkı Büyük Beyaz Piramit gibi üç yüz metre yüksekliğindeki Yeni Zelanda piramidi, Mısır öncesi piramit mimarisi yönünden, bilimsel anlamda, bizlere çok şey ifade ediyor.
       URU-The Lost Civilisation of Australia- Pyramid In the Forest: (www.rexgilroy.com/uru_chapter14.html).


Lapita kapları ilk kez İÖ 2. binin ortalarında ortaya çıkıyor. Bu kültür, Malenezya’dan Yeni Kaledonya ve buradan Samoa’nın doğusuna kadar etkin olmuştur. Bunlar en çok Fiji, Samoa ve Tonga’da tutunmuştu. İÖ 1. binde, bu tipik Polenezya kültürü pek çok özellikleriyle birlikte, bu bölgede gelişmiş ve yaygın hale gelmişti.

Lapita çanak çömleklerin kullanımı, Yeni Zelanda’nın Patu-paiarehe’ler tarafından keşfiyle birlikte birden ortadan kaybolmuştur. Örneğin, keser marifetiyle imal edilmiş taş kaplar ve balık oltaları gibi diğer el sanatları, Lapita kültürünün üstüne çıkmıştır. Bu aletler Doğu Polenezya’dan Yeni Zelanda’ya kadar ağırlığını hissettiren bir iz bırakmıştır.

Yaklaşık 3500 yıl önce, Polenezya kültürü Papua Yeni Gine’nin doğu bölgelerine kadar yayılmaya başlamıştı. Bu yayılmanın nedeni henüz tam olarak bilinmemekte ise de, bize göre tek neden, İç Moğolistan’da yaşanan tektonik olaylara bağlı olmalıdır. Bazı Polenezyalılar Merkezi Güney Pasifik’te kaldılar, diğerleriyse Tahiti üzerinden hareketle, bize göre, beraberlerinde tatlı patatesi de götürdükleri Güney Amerika’ya kadar uzandılar.[133]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder