3 Ocak 2011 Pazartesi

ANTİK İSTANBUL / I

 ANTİK  İSTANBUL’UN (BYZANTİON, Βυζάντιον) KÖKENİ



O kutsal kente yerleşecek insanlara ne mutlu,
Trakya yamaçları kıyısında ve Pontos’un
ağzına yakın,
Balıkla geyiğin aynı yemden beslendiği yerde”.[1]
Byzantion’lu Dionysios

İstanbul’un tarihsel geçmişi hakkında günümüze kadar ortaya konmuş tüm çalışmaların, Constantinopolis üzerine hazırlanmış olması dikkat çekicidir. Bunun nedeninin, Byzantion dönemine ait bilgilerin araştırmaya değmeyecek kadar kıt olmasından mı kaynaklandığını merak edip yola öyle çıktık. Her zamanki gibi, kaynaklardaki bilgilerin ayrıntılarına girildiğinde, durumun hiç de böyle olmadığı anlaşılıyor. Arkeoloji biliminde, kurulu bir kentin üzerine yeniden oturtulan yeni kent planının, askeri, resmi, tinsel ve sosyal mimarisinin eski kentten soyutlanarak, tamamen farklı biçimde inşa edilmesinin neredeyse olanaksız olduğu bilinir. Kökeni Şamanizm’e dayalı olan ve şimdiye kadar yanlış değerlendirdiğimiz anlaşılan pagan inançları üzerine kurulu Byzantion’un yerine, Constantinus döneminde, Hıristiyan ve eski inançlarla karışık olarak yeniden kurulmuş kentin de, bu geleneksel yapılaşmadan soyutlanamayacağı açıktır.

Bilimsel çalışmalarda, politik yanlılıktan her zaman kaçınmanın gerekliliği ortadadır. Gerçeklere karıştırılacak sapmalar, ya da bunlara hiç değinmeden yapılacak atlamalar, bu çalışmalarda elde edilebilecek başarıların değerini düşürür. Her ne  yönden olursa olsun, leh ya da aleyhimize de olsa, çalışmaları aydınlığa kavuşturacak yegâne nen, yalnızca gerçeklerdir. Biz yaptığımız araştırmalarda, bilimin bu temel ilkesinden hiçbir zaman kaçınmamayı, aksine, ona sonuna kadar bağlı kalmayı, başlangıçtan bu yana ana amaç edindik. Bunun en belirgin kanıtı, Bizans üzerine yazılmış bir seri makalelerimizle “Iustinianus Dönemi’nde İstanbul’da Yapılar, Procopius’un Birinci Kitabının Analizi” adlı yapıttır.

İstanbul’un Antik dönemine ait bilgileri, 16. yüzyılda İstanbul’a gelip zamanın zor şartları altında, kent hakkında o zamana kadar merak edip de kitaplardan öğrenemediklerini, bizzat yerinde görüp saptama uğraşı vererek “De Topographia Constantinopoleos” ve Byzantion’lu Dionysios’un “Anaplous tou Bosphorou”[2] adlı eserini esas alarak yazan Gyllius’un, “De Bosporo Thracio= İstanbul Boğazı” adlı yapıtındaki anlatılarından öğrenmekteyiz.

Yazar Zonaras’ın, Constantinus’un adını vereceği bir kent kurmak isteyen imparatorun, önce Anadolu’daki Sardis (Sard- modern Salihli yakınında), sonra Troia’nın (Τ οία, Iλίον-Trōia ´Īlium-τροία, ιλίον-Tros-Têυκρος,Têukros)[3] batısındaki Sigeion burnunu (modern Kumtepe), daha sonra ise Khalkedon ve Byzantion’u seçtiğini anlattığını ifade ediyor. Diğer tarafta Georgios Kedrenos’un da benzer ifadelerinin ardından, imparatorun Byzantion’u seçmesinin nedeni olarak, Khalkedon’un “Körler ülkesi” olmadığı hakkında daha önce savladığımız iddiayı kanıtlarcasına, onun şu ifadesine yer vermektedir: “Constantinus burada, Constantinopolis’in nerede kurulması gerektiği hakkında, sık sık Kadıköy’den yapı ustalarının küçük taşlarını çalarak Byzantion’a taşıyan kartallar tarafından uyarılmıştır”.[4] Kedrenos’un bu ifadesi, temelde Karia’lı Khalkedon’luların (Kadıköy), Byzantion’un kuruluşundan 17 yıl öncesinde Khalkedon’a yerleşmelerinin nedeninin, Pers komutanı Megabazos’un dediği gibi, Avrupa yakasındaki güzellikleri göremeyecek kadar kör olmalarından değil, tam aksine, bu işi, haberlerinin olması halinde kentin kurulması aşamasında Megara’lıların önüne ket çekmek amacıyla, ellerinden gelen Here’vari her tür entrika ya da gücü kullanmaktan kaçınmayacak Atina’yı engellemek olduğu anlaşılmaktadır.[5] Megara’lılar, böylece Atina’nın Pedion’daki ikiyüzlü politikaları[6] ve çevirdikleri entrikalarının cevabını misliyle verip, İstanbul boğazının girişindeki iki yakayı tutarak onların Kırım’dan temin ettikleri tahıl ithalatını engellemişlerdi. Zaten Atina’lıların boğazdan geçiş için buldukları çare olan birinci ve ikinci Attik-Delos deniz birliği dönemlerini kapsayan İÖ 478 (477)-413 ve İÖ 378-377 tarihleri, bu olayların en belirgin ifadesidir. Gyllius Eski Byzantion’un, eski zamanlarda Atina’lılara kente tahıl taşımaları için izin verdiğini ifade ediyor. Bu iznin, onun dediği gibi Byzantion’a getirilecek tahıl ithalatı için dostane bir izin olmadığı, Atina’ya götürecekleri tahıl için zorlu, zorunlu ve anlaşmalara bağlı izinler olduğu ortadadır. Gyllius’un Megara’lılarla Atinalılar arasında dostane ilişkiler olduğu düşüncesiyle, ifadeyi yanlış anladığı ortadadır.[7]

Ioannes Tzetzes’in, İlion’daki (Çanakkale) Abydos boğazından (Dardanelles) Byzantion’daki Blakhernai (Ayvansaray) köprüsüne kadar uzanan denizi Hellespontos olarak tanımlamasını yadsımadığı anlaşılıyor. Oysa yaklaşık İÖ 1000 dolaylarında kurulan Atina, kendilerine bundan çok sonraları Hellen, oturdukları topraklara ise Hellas adını vermişlerdir. Mansel, “Hellenizm” kelimesinin ilk olarak Alman tarihçisi J. G. Droysen tarafından, bu kültürün Yunanistan sınırları dışına çıkıp, Ön Asya ve Doğu kültürleriyle karışması sonunda meydana çıkan uluslararası bir kültür için ortaya atılan bir ad olduğunu ifade etmektedir.[8] Yazar bunu söylerken, tıpkı Erhat gibi, Anadolu’yu da Yunan kültürü olarak kabullendiği, gözlerden kaçmamaktadır.

Oysa yine Mansel, daha kitabının başında, İÖ 3. binyılda bölgeye egemen olan Pelasg’lardan (Pelasgos) bahsederken şunları söylemektedir: “Yunanlılar, Ege bölgesinde kendilerinden önce birtakım yabancı kavimlerin oturmuş olduğunu biliyorlar, fakat Pelasg, Leleg yahut Kar olarak gösterdikleri bu kavimler hakkında açık bir fikre sahip bulunmuyorlardı. Yunan tarih geleneğine göre, Leleg’ler, Anadolu’da Truva bölgesinde, Ege adalarında, Orta Yunanistan ve Peleponnes’in bazı yerlerinde oturmuşlar, Pelasg’lar ise Yunanistan’da pek geniş bir sahaya yayılmışlardır; okadar ki, bütün Yunan ülkesi ‘Pelasgie’ olarak gösterilmiştir. İlk zamanlar Teselya’da oturmuş ve Peneios vadisine ‘Pelasg Argos’u’ adını vermiş oldukları anlaşılan Pelasg’lar, sonraları bazı Yunan tarihçileri tarafından genel olarak Yunanistan’ın Yunanlı’lardan önceki ahalisi olarak kabul olunmuşlardır. Fakat Yunanlı’ların, Leleg’ler ve Pelasg’ların yanında Kar’ları dahi zikretmeleri 3 üncü binyıl Ege ahalisiyle ilgili etnik meseleleri çözmek hususunda çok daha önemlidir. Homeros destanlarından İlias’ta ‘yunancadan gayrı bir dil konuşanlar’ olarak gösterilen Kar’lar Yunan tarihçisi Herodotos’a[9] göre Girit kralı Minos zamanında Ege Adalarına hâkimdiler; bunlar, ancak sonraları, bu yerlerden Yunanlı’lar tarafından çıkarılmışlardır. Tukidides Peloponnes harbine dair yazmış olduğu ünlü tarihte, M. ö. 426 yılında, Delos adasında Atinalı’lar tarafından açılan mezarlarda Kar silahlarının bulunmuş olmasından bir zamanlar Ege Adalarında Kar’ların oturmuş olduğunu çıkarmakta, coğrafyacı Strabon Kar’ları Yunanistan’da Epidavros ve Hermione şehirlerinin en eski en eski ahalisi olarak göstermekte, seyyah ve araştırıcı Pavsanias ise Megara şehrinin kalelerinden[10] birinin “Karya” adını taşımış olduğunu kaydetmektedir. Şu halde, 3 üncü binyılda bütün Ege bölgesine yayılmış olan ve aralarında birtakım farklar göstermekle beraber esas itibariyle Kar’lar tarafından temsil olunan kavimlerin, Lidyalı’lar ve Likyalı’larla birlikte, Boğazköy’deki Hitit metinlerinde bulduğumuz Luvi’lerle ilgili olmaları muhtemel olan Batı Anadolu kavimleri’ grupuna girdiklerini söyleyebiliriz. Anadolu kavimlerinin 3 üncü binyıldaki batı göçleri zannedildiğinden çok daha geniş olmuş, bunlar yalnız Ege bölgesini istilâ etmekle kalmayıp, bazı coğrafya adlarının yayılış sahasının gösterdiği gibi, İtalya ve hattâ İspanya’ya kadar uzanmışlardır”.[11]

Mansel’in sözleri çok açık. Yani İÖ. 3. binde Yunanistan anakarası ve adalarda Pelasg, Leleg ve Kar’lar var, ama Hellen diye bir kavim yoktu. O zaman olmadığı gibi, daha sonra geldiklerine dair bir belge de yok. Bu durumda, Anadolu halklarının önceden tanıdığı bu halklardan birine, Çin’deki Yunnan plâtosu yakınındaki “Yunan” kentine izafeten “Yunan”lı dedikleri, Atina’lıların bundan itibaren kimliklerini buldukları, ancak hatırlamak bile istemedikleri ana vatanlarını ve geçmişlerini yadsıyarak, sırf bu nedenle kendilerine başka bir isim taktıkları ortadadır.

I= Chou Adamı’nın (Homo erectus pekinensis), 1.8 myö ve sonrasında İç Moğolistan’da Choukoutien’deki mağarasından çıktıktan sonra, Endonezya adaları, Hindistan, Arabistan yarımadası, Ethiopia, Cezayir-Fas ve İspanya’ya doğru olan göç yolları (mavi); Marduk gezegeninin de tetiklemesiyle oluştuğu anlaşılan karni olayıyla birlikte Büyük tufan sonrası: II= Nuh’un gemisinin takip ettiği yol (yeşil); III= Maya ve Azteklerin Amerika’ya geliş yolları (kırmızı); IV= İnka’ların göç yolu (kırmızı); V= Eskimoların Buzul dönemlerindeki göç yolları (lacivert); VI= Kızılderililerin Bering boğazı ve Alaska’dan Kuzey Amerika’ya doğru olan göç yolları (lacivert).


Bu kavimlerden Pelasg’ların, bölgeye Mısır’dan göç ettiklerini günümüz araştırmaları yanında Herodotos’tan da öğreniyoruz. Tarihçi, Pelasg’ların ayrı bir dil konuştuklarını ve Hellen’lerin Pelasg’lardan ayrıldıklarında güçlü olmadıklarını, Pelasg’larla birlikte diğer barbar ulusların da etkin yardımlarıyla pek çok ulusu kapsayarak çoğaldıklarını ifade etmektedir.[12] Yazar kitabında Pelasg’lara değindiği diğer bölümlerde, İonia’lıların Pelasg’lardan geldiklerini, Arkadia’da yaşayan Pelasg’lara Arkadia Pelasg’ları dendiğini; tüm tanrı adlarının Mısır’dan alındığını; Pelagiotides hakkındaki bilgileri, Pelasg’ların elinde bulunan adaları; Yunanistan’daki Pelasg kalelerini; Lemnos adası yüzünden Atina’lılarla Pelasg’lar arasında çıkan savaşı; Peleponnes’in Akhaia bölgesinde yaşayan Pelasg’lara, Aigia Pelasg’ları dendiğini; adalarda yaşayan Pelasg’larla, Aiol’erin de Pelasg kökenli olduklarına değinmektedir.[13] Herodotos’un yukarıdaki tüm anlatılarında, kendilerine Hellen diyen kabilenin kökeninin, Pelasg’lara dayandığı son derece açıktır. Ne var ki onlar, azınlıkta olan kendilerini himaye edip bu topraklara taşıyan Pelasg’ları bile, ne anakaralarında, ne de adalarda rahat bırakmamışlardı.

Byzantion döneminde İstanbul sur içi bölgesi:[14] A= Akropolis; B= Blakhernai; C= Brakhiolion; D= Eleutheros yamaçları; E= Ioukoundianai;[15] F= Mokhaidon burnu; G= Byzantion’un dış mahallesi Daphne; H= Anaplous; I= Mikhaelion; İ= Prookhthoi. I= Heraion, daha sonra Hieron ve Kynegoi. Byzantion’un kraliyet, sonraki imparatorluk kapısı. Kontoskalion phylakterion’u. Byzantion’un ilk eko kulesi buradaydı; II= Eugenios, Byzantion’un ikinci eko kulesi. Eko kuleler arasında, Byzantion surları içinde kalan tek eko kuledir; III= Ksilokeras (Blakhernai-Ayvansaray) phylaktorionu içinde üçüncü Eko kule; IV= Brakhiolion phylakterion’u (Yedikule) içinde yer alan dördüncü Eko kule; V= Myriandros (Porta Ksylokerkos, Belgrad kapı. beşinci Eko kulenin bulunduğu phylakterion; VI= Kontoskalion[16] (Hieron,[17] Heraion,[18] Iulianus limen,[19] Portus Novus,[20] Sophia Limen,[21] Kondoskali,[22] Kadırga limanı) phylakterion’unda altıncı Eko kule; VII= Kharsia (Kharsa, Harisios, Porta Charisiou, Porta Harisius, Polyandrion-Edirnekapı)[23] phylakterion’ıunda yedinci Eko kule; VIII= Olasılıkla Septimius Severus surları; IX.= Constantinus surlarına ait olası hat; X: II. Theodosius surları; XI= Theodosius’un ilk forum’u, Forum Theodosiacum/I, kentin vilayet konağı; XII= Constantinus’un Okeanos benzeri yuvarlak forum’u, Forum Constantini/II; XIII= Forum Theodosii. Günümüzdeki İstanbul Ünüversitesi Hukuk, İktisat ve İşletme fakülteleriyle Rektörlük binasının bulunduğu alan; XIV= Forum Arcadii (Altımermer); XV= Forum Theodosiacum/II; XVI= Valens sukemeri (Bozdoğan kemeri);[24] 1= Büyük olasılıkla Ksilokeras Zeus tapınağı; 2= Brakhiolion Mnemosyne tapınağı; 3= Myriandros phylakterion’u; 4= Savaş halinde, Blakhernai ve Brakhiolion phylakterion’ları arasındaki stratejik noktalara dikilmiş, alan savunması görevi üstlenmesi yanında Lykos’tan gelen suyu da koruma görevi üstlenmiş kuleler; 5= Kharsia phylakterion’u;[25]5a= Kiosk, ya da Kalık; 6= Kente Zeus temenosundan (kutsal alan) girişin ardından, buradan çıkılarak, yılankavi kıvrımlarla Philadelphion’a varan yolun başlangıcı; 7= Bizans döneminde Petrion’u karşılayan İngenidas phylakterion’u; 8= Brakhiolion hizasında, Myriandros’tan çıktıktan sonra, düz bir hat halinde Bous meydanına ulaşan Troas portikoları (?);[26] 9= Brakhiolion’da tanrıça Mnemosyne’nin temenosundan çıktıktan sonra, yılankavi kıvrımlarla ilerleyerek Amastrianon’a (13) varıp,  buradan önce Eleutheros yamaçlarına, daha sonra da Philadelphion’da Zeus’a kavuşan Mnemosyne’nin kutsal yolu; 9a= İngenidas phylakterion’u ile simetri oluşturan Helenianai phylakterion’u; 10= Eleutherion phylakterion’u;[27] 11=  Eleutherion khelai’ı (Akra) ; 12= Bous (Öküz) forum’u; 13= Amastrianon; 14= Mese Leophoros ve üzerinde Zeus ve Mnemosyne’nin bu noktada birbirlerine kavuşmalarıyla, dokuz  Mousa’nın doğmalarını betimleyen, mermer iki sütun üzerinde betimlenmiş, birinde tanrılar tanrısı Zeus ve diğerinde tanrıça Mnemosyne ile dokuz Mousa heykellerinin yer aldığı Philadelphion; 15= Mouseion kültür evi; 16= Tanrı Apollon ve Dokuz Mousa ile Eleutherion  yamaçlarının kraliçesi Mnemosyne’nin, Apollon’un oğlu Philammon’la birlikte kutsandığı Eleutheros şenliklerinin başında gerçekleştirildiği Megiste nympheaion (Büyük çeşme); 17= Üzerinde tanrı Apollon’un süvari heykelinin yer aldığı Plakoton forum’u; 18= İmparator Constantinus tarafından, yerine Akakios kilisesinin yaptırıldığı, Günümüzde Çemberlitaş pasaj ve sinemalarının bulunduğu alanda, büyük olasılıkla heykeliyle karşılıklı bulunan Apollon tapınağı (?); 19= Byzantion’a yerleşmiş Paralia’lılara ait  tahıl, yiyecek ve sıvı içeceklerin (şarap, zeytinyağı vb.) satıldığı büyük çarşı (market), Paralia agora; 20= Bir nevi polo, ya da cirit oyununa benzer oyunların oynandığı alan, Tsoukanisterion; 21= Zeus Hippios (Oktagonon) tapınağı ve Hestiai; 21a= Hippodromos;[28] 22= Augusteion. (Forum Cuppenidis= lezzetli yiyecek, çerez çarşısı);[29] 22a= Altın Milion ve Milion tetrapilon; 23= Basilike kisterne (Yerebatan sarnıcı) ve üzerinde Basilike stoa; 23a= Basilike stoanın batı çıkışında, üstünde büst ya da heykellerin, dinlenmek ve konuşmalar yapmak için oturma yerlerinin bulunduğu,  üzeri sundurmalı, İoncada eksedra denen mekân; 24= Alkides kutsal alanı ve tapınağı; 25= Theodosius’un ilk forum’u Theodosiacum/I. Gerek Antik dönem ve gerekse günümüzdeki Vilayet binasının bulunduğu alan ve Themis’in evi (Adalet sarayı); 25a= Kedrenos’a göre, Hekate’nin üç ayaklı kazanı Strategion’daydı;[30] 26= Alkides’in eşi tanrıça Hebei (Hebe) tapınağı (?); 27= Poseidaon tapınağı; 28= Demeter tapınağı; 29= Tanrıça Gaia’nın, tıpkı Didyma Apollon tapınağı gibi üstü açık tapınağı; 30= Tanrıça Kore (Persephone) tapınağı; 30a= Artemis Orthosia sunağı; 31= Olasılıkla tıpkı Atina’da olduğu gibi, tüm tanrılar toplantısını temsil etmiş olabilecek Pantheon tapınağı (?); 32= Megiste theatron (Büyük tiyatro); 33= Thraikiai khelai’ı (Phidalie limen, Phosporos akra, Bosporos akra); 34= Thraikiai kapısı (Bosporion , Basilike pyle/I ,[31] Hagios Demetrios pyle, Porta Hagia Barbara, Saint-e Barbe,[32] Aya Varvara, Basilike kapı/I,[33] Topkapısı, Topkapı);[34] 35: Eugenios khelai’ı; 35a= Khelai yapılarında, gemilerin girebileceği kadar daraltılmış boğazların zincirle kapatılmış durumu. Geç dönemde, Khrysokeras’n girişinin zincirle kapatılması geleneğinin nereye dayandığına işaret etmektedir; 36= Ploutonos tapınağı; 37= Ploutonos (Aidoneus, Hades) khelai’ı; 38= Heraia tapınağı; 39= Heraia khelai’ı; 40= Kykla ve Skiron kayalığı; 41= Melias; 42= Kepos; 43= Mellapokopsas; 44= Adı daha sonra Petrion olan İngenidas ve khelai’ı; 45= Kittos; 46= Peraikos; 47= Kamara ve Ksilokeras (Blakhernai) khelai’ı; 48= Palodes;  49= Ksilokeras (Blakhernai);[35] 50= Batheia skotia.
Constantinople – Wikipedia, the free encyclopedia: (en.wikipedia, the free encyclopedia.org/wiki/Constantinople). Uyarlama.


Diğer tarafta yazarın, Karia’lıların adalardan gelen Leleg’lerin soyundan olduklarını ifade eden satırları ilgi çekicidir.[36] Zaten, Herodotos da Kar’lardan ayrıca bahsetmiyor. Yalnızca, Karia’lılara değinirken Kar’ın kardeşi olarak adlarını verdiği Lydos, Myros, Lydia ve olasılıkla Myria’lıların kökenlerinin de Leleg’lere dayandığına işaret etmektedir.

Homeros’un İlyada adlı yapıtında, Thrak’lar, Pelasg’lar, Kikon’lar, Sestos’lular, Abydos’lular, Karia’lılar, Paion’lar, Leleg’ler,  Lykia’lılar ve Mysia’lılar yanında, daha pek çok kavmin Troia’lıların yanında yer aldıklarını görüyoruz. Dolayısıyla o zamanlarda, Propontis’in neredeyse bir Pelasg gölüne dönüşmüş olduğuna tanık olmaktayız.[37]

Pelasg>os’ın anlamı leylektir. Bu anlam bize, ister istemez Uzak Doğu’daki Ordos’ta (Orthros, Orthos)[38] oluşan Apollon Karneios (Aπολλων καρνειος= Apollôn karneiôs, Marduk ve Büyük tufan) felâketlerinin ardından ördek, ya da kazların göç yolları takip edilerek Sumatra, Cava ve Borneo (Kalimantan) adaları yoluyla Yeni Zelanda’ya kadar olan göçleri gerçekleştiren Ergenekon ve Orthros halklarını hatırlamaktadır.[39] Nitekim Antik İstanbul yani Byzantion’da, Bous (Öküz forum’u-günümüzdeki Aksaray meydanı) forum’undan güneyde Lykos deresinin açıldığı Propontis’teki Eleutherion limanına (Yenikapı) uzanan caddenin adı da, Procopius’a göre Pelargos (Lat. Ciconia-Mustafa Kemal Caddesi) Caddesi’ydi.[40] Haritalarda bu caddenin konumuna baktığımızda, bir ok işareti gibi güneyi, yani Pelasg’ların İstanbul’a geldikleri yönü gösterdiği görülmektedir. Procopius’un da dediği gibi, kentin kuruluş plânında da bu ifadeyi leylek biçeminde görebiliyoruz.[41] Bu durum, geçmişlerine ve atalarına olan bağlılıklarıyla, onlara karşı saygılarını hiçbir zaman kaybetmemiş Anadolu halklarının mnemonik değerleriyle,[42] kentin kuruluşundaki felsefe arasındaki ortak paydaya işaret etmektedir.
Bean, Pelasg’lar hakkında şöyle diyor: “Aristiades’in sözünü ettiği Larisa, Aiol Birliği’nin ilk on iki üyesinden biri ve bunun da öncesinde, yani Yunanlılar Anadolu’ya ayak basmadan önce, yörenin en önemli kenti idi. Ayrıca Homeros’un, adıyla değindiği batı kıyılarındaki ender kentlerden biri olmasının onurunu taşıyordu. İlias’ta Troya bağlaşıkları arasında ‘verimli Larisa çevresinde yaşayan savaşçı Pelasglar’ın sözü edilir; önderleri Hippothoos, Troya’da, ‘verimli Larisa’dan uzakta’ öldürülmüştür. Troas Bölgesindeki Larisa’nın Troya’ya epeyce yakın olması nedeniyle, kimi antik kaynak, destanda adı geçen kenti, bu sayfalarda ele alınan Larisa ile özdeşleştirmiştir. Çağımızda da bazı bilim adamları, aynı görüşü paylaşmaktadırlar. Nasıl olursa olsun, bu bölgede yer alan Larisa’nın İ.Ö. 2. bindeki varlığı tartışılmaksızın kabul edilen bir gerçektir.

Pelasglar yalnızca Larisa dolaylarında yaşayan bir topluluk değildi. Yunanlılar dünyanın pek çok yerinde, daha açık bir tanımlamayla Anadolu’nun yanı sıra Yunanistan ve Ege adalarında da kendilerinden önce yaşayan öncülerine Pelasg adını vermişlerdi...”.[43]

Bu çerçevede, Joseph’in dediği gibi, Pelasg’ların aynı Tollan’ların doğal yıkımdan (Uzak Doğu’daki karni ve Büyük tufan felâketleri) Amerika kıtasına kaçtıklarından sonra olduğu gibi, doğrudan Peloponessos’a gelmedikleri, adalar ya da Anadolu yoluyla Yunanistan’a geçtikleri açıktır. Ancak Joseph, gerek Pelasg’ların ve gerekse Toltek’lerin, aynı felâketten kaçan grupları oluşturdukları hakkındaki söylemlerinde haklıdır.

Joseph anlatılarının devamında, İstanbul’u da ilgilendiren önemli bir açıklamada bulunurken şunları belirtmektedir: “Erken Klasik Dönemlerde Pelasgların ırkı ölmek üzereyken bile, Yunanlılar onları Troad’daki (Küçük Asya’nın kuzeybatısında Troyalıların etki alanı) diğer halklardan Pelargoi ya da Leylekler diye ayırt edebiliyorlardı. Bu, onların leylekler gibi gelip gittiklerini belirtiyordu.[44] Pelasglı ya da Pelagos terimi, geniş anlamıyla denizcilikle ya da okyanusla ilişkileri anlatır. Selanik ile Yunan-Türk sınırı arasında, Ege Denizi’nin yukarısındaki koy Pelargos olarak biliniyordu. Pelargos terimi, Bronz Çağı’nda Troya, Minos, Etruria ve Atlantis’te[45] tipik olan Kyklop duvar işçiliğine de göndermede bulunuyordu. Bu ad, Ege uygarlığı halklarının kökenlerini, mimari tarzlarını, denizcilikteki yiğitliklerini ve Atlantis’in hedefini biraraya getirir. Atlantis, Pelasglara ait bir şehri[46] diye anlatıldığında, onun fiziksel özelliklerini, hatta halkını gözümüzde canlandırabiliriz. Klasik öncesi Avrupa dönemi uzmanı olan önemli bir tarihçi şunu açıklar: ‘İtalya, Yunanistan ve Asya’daki Pelasgos kabileleri, edebiyat, sanat ve dil kadar dinsel görüşleri ve ayinleri olan bir topluluk tarafından, tarihin başlangıcının çok üstünde olduğu zamanlarda birleştirildi’ (Graves 1961). Başka bir deyişle, Bronz Çağı’ndaki İlios, Knossos ya da Miken gibi Atlantis de Pelasglar soyunun kültürel bir çeşitlemesiydi. [47]

Procopius’un Constantinopolis’i betimlerken kullandığı ÜÇ BOĞAZ (τοπεια-Topeia, Topoi, ya da Topi) tabiri, tam anlamıyla muhteşemdir. Ancak, Üç Boğaz’ın bir arada toplandığı Bosporos Akra’yı (Ευλεν-ιον-Eugenios burnu, Sarayburnu)[48] kentin başına geçirilmiş bir çelenk gibi tanımlarken yapmış olduğu benzetme, çok daha olağanüstüdür. Her şeye karşın bu tür benzetmelerin ilk kez onun tarafından yapılmadığını, Didyma Apollon tapınağının girişindeki bir sütun üzerinde, yontu sanatının şaheserlerinden olan, bir çerçeve içinde gösterilmiş Triton [Afrika’da Tritonis (Victoria) gölünün sembolü] ve kızı Pallas (Sis) betiminin varlığından anlamaktayız.  Tasvirin üstünde, göl çevresinin bereket ve yeşilliğiyle, doğa güzelliğini sembolize eden yaprak desenleriyle süslü konkav-çemberden oluşan bant (çelenk) betimleri de, Procopius’un benzetmesiyle aynı anlamı taşımaktadır. Bu bağlamda, Procopius dahil, Antik çağ insanlarının olağanüstü yaratıcı zeka, geçmişlerine bağlılık ve becerilerine hayran kalmamak mümkün değildir.   

Didyma Apollon tapınağının girişinde, üzeri olağanüstü süslemelere sahip sütunlardan biri. Triton ve kızı Pallas’ın üstünde, Tritonis gölünün bereket çelengine yer verilmiş.
Didyma Turkey Photo Gallery by Dick Osseman at pbase.com: (www.pbase.com/dosseman/didyma).

Bu kapsamda İstanbul’un Byzantion dönemindeki kuruluş plânında da aynı mimari mükemmellikteki Anadolu gelenek, duygu ve becerilerin saptanması, hiç de sürpriz sayılmamalıdır.

Ne kadar bir süre gerektirdiği bilinmez, ama Byzes[49] kenti kurmaya karar verdiğinde, Pelasg ve Anadolu kökenli Megara’lılar,  Atina’nın askeri gücünden değil, ama kadın karakterini bile aşan politik entrikalarından, artık bıkmışlardı. Tam bu sırada, akıllı Byzes’in, başta Kyzikos (Aktonnesos)[50] olmak üzere diğer Anadolu kentleriyle temasa geçtiği, yeni kurulacak kent için onlardan akıl ve destek aldığı anlaşılıyor. Bu desteğin olmaması halinde, öncelikle Anadolu yakasındaki Khalkedon, daha sonra ise Byzantion’un kurulamayacağı açıktır. Kentin hem tasarım ve hem de mimari aşamasındaki Anadolu katkısının en belirgin işareti, tıpkı Kyzios’taki gibi, Byzantion’da da onların yardımlarıyla inşa edilmiş olduğu açık olan “Yedi eko kule”dir.

Kente karadan giriş, yalnızca batı yönünde Trakya’dan yapılabilmektedir. Girişin iki yanında, Procopius’un phylakterion (propugnaculum)[51] dediği uç kaleler yer alıyordu. Güçlü duvarlarla berkitilmiş her iki phylakterion’dan, Khrysokeras  (Haliç) kıyısındaki Blakhernai’de (Ayvansaray) olanı, tanrıların tanrısı Zeus’a (Zευς); güneyde Propontis kıyılarındaki Brakhiolion’da (Yedikule) olanı ise, Zeus’un eşi tanrıça Mnemosyne’ye (Mυημσυυη= Mnêmosynê) adanmıştır.[52] Büyük olasılıkla, her ikisinin temenos alanı (kutsal alan) içinde de, tanrı ve tanrıçaya ait birer tapınak bulunmaktaydı.

Bizans döneminde, kentin kardo ve dekamenos’unu oluşturan çatal yollardan, Kharsios pyle’den (Edirnekapı) gelen kuzeydeki Via triumphalis ile Myriandros pyle’den (Ksylokerkos-Belgrad kapı) gelen Mese Leophoros, kuzeyde şimdiki Haşim İşcan yer altı geçidi, güneyde ise  Bous forum’unda Pelargos Caddesi’ni dikey olarak kesip, kentin 2. kardo’sunu oluşturduktan sonra, her iki yol Philadelphion’da (Lâleli) birleşiyordu. Ancak, Byzantion döneminde bu yolların yerine, Blakhernai ve Brakhiolion’dan çıkan ve Geç dönemdeki yollar gibi düz olmayıp, Philadelphion’a kadar yılan gibi kıvrımlar yapıp, burada birleştikten sonra doğuya doğru düz bir hat oluşturan (Mese Leophoros) her iki yol, bu durumları nedeniyle, şimdiye kadar dikkat ve merak çekmiş, bunun nedeniyse, bugüne dek bir türlü anlaşılamamıştır.

Kent imarı konusunda bu denli bilgili ve hünerli mimarları yanında,  kardo ve dekamenos hesaplamalarını yapabilecek kadar donanımlı dekampedãt/or’ları (decempedāt/or-arazi ölçüm memurları) olan Byzantion’lular düz bir yol yapmasını mı bilmiyorlardı? Eğer böyle idiyse, Bous forum’undan Eleutherion limanına ve Philadelphion’dan (Lâleli) Alkides (Herakles) kutsal alanına varan Pelargos ile Mese Leophoros caddeleri neyin nesiydi?

Kendi payımıza, her iki phylakterion’dan dolambaçlı yönler takip ederek Philadelphion’a varan bu çifte dekamenos yolları, oluşturdukları yılankavi kıvrımlarıyla özel bir durumu, yani Uzak Doğu’da yaşanan ve atalarının İkiz yılanlar olarak betimledikleri Gog ve Mogog fay merkezlerinin neden olduğu Apollon Karneios ve Büyük tufan olayına gönderme yapmaktaydı.

Dünyanın hiçbir kenti, gök gürültüsüz, yıldırımsız, bulutsuz, yani kentin su gereksinimini sağlayan Zeus’suz yapamaz tabii ki. Konu, hem Blakhernai ve hem de Brakhiolion phylakterion’ları için, Müller-Wiener’in Osmanlı dönemi hamamlarını gösterir haritasında açıklığa kavuşuyor. Byzantion ve Bizans dönemlerinden kaldıkları kuşku götürmeyen yer altı su kanalları üzerindeki hamamlar, Çin’deki mitolojik Styks’i çok sevip onu yanından hiç ayırmayan Zeus’un, Byzantion’da da Khryse kheir’e (Altın el-kehriz, karız) dönüşen Styks’le olan beraberliğini, bu kez de İkiz yılanlar üzerindeki su kanallarında sürdürdüğüne işaret etmektedir.[53] Bu bağlamda, Byzantion’un gereksinimi olan suyu, daha o zamandan başlayarak Kastanon (Kestanelik-Belgrad) ormanlarından kente ulaştırıldığı anlaşılmaktadır.

Brakhiolion kutsal alanının, Zeus’un Atina’da kutsanmış eşi Here’ye (Ήρη= Hêrê, Hera) değil de tanrıça Mnemosyne’ye ayrılmış olması, Byzantion’la Atina arasındaki ayrışıma, yani akıl ve geçmiş hakkındaki belleği sembolize eden bir tanrıça olan Mnemosyne’yi seçen Byzantion’la, yaptığı hiçbir işi akıl ve mantığa sığmayan, kadın kaprisini sembolize eden bir tanrıça olan Here’yi seçen Atina arasındaki farka işaret etmektedir.[54]

Mnemosyne adı, Yunan mitolojisinde neredeyse hiç geçmiyor.[55] Böyle bir tanrıçayı Byzantion’lular niçin baş tacı yapmışlardı?

a. Phorkys. Alnının üstünden çıkan antenleri ve belden aşağısı Palinurus barbarae şeklindeki deniz tanrısı.[56] Tanrı, Keto’dan olma kızı Thoosa’dan (Deniz kestanesi-Sea urchin) yapılmış bir gerdanlık taşıyor; b. Thoosa, başında at kestanelerinden yapılmış çelengiyle, babası Phorkys’in yanında oturuyor
a. (upload.wikimedia.org/.../120px-Phorcys.jpg).
b. (mythologica.fr/grec/pic/phorcys.jpg). Uyarlama.


Gaie (Γαια, Γαιη, Γη=  Gaiê, Gê, Gaia) ve Uranos’tan (Oυραυος= Ouranos) olma Titanid (Tιταυ, Tιταυες= Titan, Titanes) tanrıça Mnemosyne’nin kökeninin Uzak Doğu’ya dayandığı ortadadır. Erhat’a göre Uranos, Anadolu-Yunan mitoslarında gökteki kozmik varlık ve ilk tanrı kuşağı arasında erkek ve baba tanrı olarak kabul edilmişti. Gaie ise dünyayı, yeri, yani evrensel bir öge olarak toprağı simgelemektedir. Yalnızca Hesiodos’un[57] Theogonia’sında adı geçen Gaie, bir tanrıdan daha çok kozmik bir varlıktır. Hesiodos usa vuruşta, İonya düşünürlerine benzer. “Parthenogenesis-παρθένος + γένεσις”, yani kendi kendine doğurma prensibine göre göğü, dağları ve denizi yaratır. Oysa Uranos, Gaie’yle birleşip ondan Titan,[58] Kyklop (Κυκλωψ, Κυκλωπες= Kyklôps, Kyklôpes) ve Hekatonkheir’leri ( ̀̀Eκατυχειρ, ̀̀Eκατυχειρες= Hekatonkheir, Kekotonkheires,  Hekatogheiroi, -Yüz kollular)[59] doğurtur. Ancak Uranos, bunların hepsini Gaie’nin (toprağın) karnına gerisin geri tıkmasıyla evrende egemenlik savaşı başlamıştır.[60] Gaie, Uranos’tan olan son Titan oğlu Kronos’a (Kρουος), babasının erkeklik uzvunu kestirdikten sonra kendi doğurduğu Pontos’la (Deniz) birleşir ve ondan Nereus (Nηρευς= Nêreus), Thaumas (Θαυας),[61] Phorkys (Φορκυς, Deniz ihtiyarı- Merman), Keto (Kητω= Ketô) ve Eurybie’yi (Eυρυβια, Eυρυβιη= Eurybia, Eurybiê) meydana getirir. Kronos da babası gibi, çocukları doğar doğmaz onları yutar. Kronos’un karısı Rheia (Rεια= Rheia) Zeus’a gebe kalınca, Gaie ile Rheia onu Girit’te bir mağara’da gizlice doğurarak Kronos’tan kurtarırlar. Kronos’a bir taş yutturarak onu yok ederler. Gaie Zeus’a, Kronos kuşağından Titan’ları yenmesi için Kyklop’ları ve Hekatonkheir’leri kurtararak dünya egemenliğini eline geçirir.[62] Hesiodos böylece, batıda yüzyıllarca sürecek, kökeni Şamanizm’e dayalı son pagan dininin temellerini masallaştırarak Yunanlılara maletmiş, o zamana dek Uzak Doğu’da on binlerce yıl sürmüş insanlığın geçmişine, bir çırpıda sünger çekmiştir.

a. Madagaskar adasında yakalanmış Palinurus barbarae’lerden görünüm; b. Filipinler Manila’da yakalanmış dev bir istakoz, “Chinese Giant lobster”.[63]
a. (www.focus.de/.../meereskreaturen_did_14212.html).
b. (manila.travel/wiki/images/8/88/Giant_lobster.jpg).

Örneğin, bu tanrılar arasında yer alan Phorkys’in kim olduğunu, Homeros’un Odysseia adlı eserinde saptayabiliyoruz. Yapıtın IX. bölümde, Poseidaon, ekin vermeyen denizin efendisi Phorkys’un (Deniz ihtiyarı- Merman) kızı peri Thoosa’yla Oyuk mağaralarda birleşmesinden doğan oğlu Tepegöz[64] Polyphemos’a değiniyor. Afrika’da Klimanj>c<aro dağının Hint okyanusuna bakan kıyılarıyla Madagaskar civarında yaşayan Palinurus Barbarae adıyla anılan dev istakoz türünün, Phorkys’in şahsında tanrılaştırılıp, çok severek yediği deniz kestanelerinin de kızı Thoosa olarak betimlendiğini görüyoruz.[65] Dolayısıyla, Oyuk mağaraların, Afrika’da Klimanj>c<aro dağının Hint okyanusuna bakan kıyıları, ya da Madagaskar adası civarında olduğunu saptamamız mümkün olmaktadır. Buradan elde ettiğimiz sonuç, pagan inançlarındaki gerçeklerin, masallara nasıl dönüştürüldüğüdür.

Hafıza tanrıçası Mnemosyne. Antakya’dan, yaklaşık 2. yüzyıl Anadolu-Roma mozaiği (Antakya Müzesi). Mnemosyne, Hafıza, us ve geçmişi hatırlamanın bilicisi, kelime ve lisanın kâşifi Titan tanrıçaydı. Uranos, yani Cennet’in Titan kızkardeşi olarak, aynı zamanda zamanın da tanrıçasıydı. Yazı öncesine ait devirlerle ilgili olarak hatırlanması istenilenleri temsil eder, hikâyelerle tarih, mit ve destanları koruyup muhafaza ederdi. Bu bağlamda, ağızdan ağza dolaşan geleneksel şiir ve şiirsel yazıtların  kaynaksal patronu, dokuz sanatın temsilcileri olan Mousa’ların anasını temsil etmekteydi. Mnemosyne sonuçta, diğer Titan kızkardeşleri gibi başlıca kehânet tanrıçasıydı. Boiotia’da, Trophonios’un yer altı kehânetleri üzerine yapılan toplantılarına başkanlık ederdi.

Diğer tarafta, Phorkys örneğinde olduğu gibi, mitoslardaki gerçekleri görmemek mümkün değildir. Kısaca verilmiş olsa da dünyanın oluşumu, Gaia’nın şahsında kozmik bir olay olarak nitelendirilmiştir. Topraktan (Gaie) çıkan ilk varlıklar (Titan’lar, Kyklop’lar ve Hekatonkheir’ler) çok büyük deprem, uzaydan düşen meteor, yanardağ patlamaları vb. gibi doğa olayları nedeniyle tekrar toprağın içine (Gaie’nin karnı) geri tepilirler. Bu olaylar büyük olasılıkla, dünya atmosferine teğet geçen Jüpiter’in uydusu olarak bilinen Marduk’un neden olduğu tektonik ve göksel (semavi) olaylardır. Hesiodos, olaylara neden olan cisimlere insan kişiliği vererek anlatmak zorunda olduğundan, bu tür vakıaların artık bittiğini, Uranos’un erkeklik organını kestirerek açıklamış.  Yani, bir daha böyle korkunç felâketlerin olmayacağını anlatmak istemiştir. Zira erkeklik gücünü kaybeden Uranos, tekrar Gaie’nin karnına tıkayacağı çocuklar doğurtamaz. Ancak, dünya henüz yerine oturmamıştır. Doğa olayları tüm dehşetiyle devam etmektedir. Hesiodos, olasılıkla Pasifik okyanusunda oluşan Nuh tufanını kastederek [Gaie (Asya)-Pontos (Pasifik okyanusu) birleşmesi-Büyük sel], bu kez Rheia’dan olan çocuklarını yutan (denizde boğulan) doğa felaketinin karşılığı olarak, kişiselleştirdiği Kronos’tan Zeus’u kurtararak Yunanistan’a varmış ve tanrılar tanrısını, Olympos dağına yerleştirmiştir. Bundan böyle tek tanrı, bundan böyle Zeus’tur. Yani, onunla birlikte Yunanistan’a varan insanlar, Zeus’un yağmur bulutları, başından çıkan Athene (Aθηυη= Athênê- yağmurlar) ve diğer normal doğa olaylarıyla artık başbaşadırlar.

Hesiodos mitolojide, insanoğlunun geçmişiyle ilgili olarak bildiği birtakım ayrıntıları atlamış olabilir. Bunu, geçmişle ilgili olarak anlattıklarında, yakın bölgelerde varlıklarını bildiği  Afrika’da Ethiopia ve Mısır, Ön Asya ve Anadolu kültürlerini yok sayarak, sanki her şey Zeus ve Yunanlılarla başlamış gibi göstermesinden anlıyoruz. Böylece, Yunanlılara üstünlük sıfatı yakıştırılmış, onların tatmin olmaları sağlanmış ve geçmişe ait, olası soruların önüne geçilmiştir. Zaten bu dönemden sonraki Yunan mitolojisinde, bu tanrıların adları çok az geçmektedir. Ancak unuttuğu bir şeyler olmalıdır. Bunlar, Zeus, Athene, Pallas, Pyrphlegeton, Kokytos ve Styks gibi pek çok mitolojik varlıkların, hatta Yunan’lıların tarihteki ilk kentlerinin bile kökeninin Uzak Doğu olduğudur.[66] 

Mitoslarda geçen tüm olayların, Uzak Doğu’da İÖ 4000-3500 yılları arasında oluşan karni felâketine işaret ettiğini Homeros’tan da öğreniyoruz. Tate, karni (Καρνίοι) olayına “in Cornutus” diyor.[67] Yazar İlyada’nın iki bölümünde Cornutus tespit etmiş. Bunlar, I. 399 vd ile XV. 18 vd şeklinde. Metinleri biz de dikkatle okuduk. Bulduğumuz verilerse şöyle:

1.      İlyada. I. 399 vd: Homeros, I. 395’ten başlayan satırlarında, Zeus’a yapılan kalleşliğe değiniyor. Typhon (Φωευς, TυΦνων, TυΦαωυ, TυΦως= Typhôeus, Typhôn, Typhaôn, Typhôs) ve eşi Ekhidna (Eχιδυα), Zeus'a karşı çıkmalarıyla tanınırlar. Erhat Hesiodos’un, Theogonia’sının başlangıcında Typhon için bir soy ağacı vermesinin ardından, sonradan eklenmiş bir parçada, onu yanardağ tanrısı olarak çarpıcı renklerle tanımlar deniyor (Theog. 825 vd.[68] Gaie, Tartaros’la (Tαρταρος-Magma tabakası) son bir kez birleşip Typhon’u doğurmuş. Yani Tartaros, Gaie’de (toprak) bir yol bulup yeryüzüne çıkmış ve Typhon (yanardağ) oluşmuş. Her ikisi canavara dönüşmeden çok önce, tüm Titanlar bir arada yaşıyorlardı. Bunlar, Typhon doğmadan önce tanrılara başkaldırmış, Olympos'tan onları atmak için toplu olarak hepsine saldırmışlardı. Zeus'un eşi Here, kızı Athene ve kardeşi Poseidaon (Ποσειδαωυ= Poseidaôn), titanların tarafını tutmuş, Zeus'u zincire vurup etkisiz hale getirmek istemişlerdi. Akhilleos'un annesi nereid’lerden (Nηεις, Nηρειδες= Nerêis, Nêreides) Thetis (Θετις),[69] gelip Zeus'u kurtardı. Zeus rüzgâr ve fırtınanın en büyük tanrıları olan Hekatonkheir’lerden denizlerin fırtına tanrısı Briareos'u (Bριαρεως= Briareôs) diğer tanrıların gözleri önünde, sırf onlara gücünü göstermek üzere yendi. Here, Athene ve Poseidaon ise yaptıklarından dolayı Zeus’un öfkesinden korkup geri çekildiler. Mitosta adı geçen yaratıkları incelediğimizde şunları saptayabiliyoruz: Typhon: İlyada’da Typheus[70] olarak geçen Typhon, Khrysaor’la (Χρυσαωρ= Khrysaôr) Kallirhoe’nin (Kαλλιροη, Kαλλιρροη= Kallirhoê, Kalliroe) oğluydu. Typhon, Ekhidna’yla birleşerek Orthros (Ορθρος, Ορθος), Kerberos (Κερβερος= Kerberos), Khimaira (Χιμαιρα) ve Hydra (λερναια `Yδρα) gibi azmanlar üretmiş. Ekhidna: Pontos’la Gaie’nin dölünden Khrysaor’la Kallirhoe’den doğmadır. Yer altı yaratıkları olan Typhon’la Ekhidna’dan doğma bir ejderha olan Khimaira için Erhat, Homeros’la Hesiodos’ta geçmeyen bir mitos’a dayanarak satırlarında yer verdiği bir anlatımda, şöyle diyor: “Bellerophontos Khimaira’ya saldırmak için Pegasos atına binmekle kalmamış, kargısının ucuna (ya da kullandığı oklara) kurşun koymuş, canavarın ağızlarından fışkıran ateşle eriyen kurşunlar etini dağlayıp yakmış, korkunç ejderha da böylece can vermiş”.[71] Mitos açıkça, üç başlı Khimaira denilen ejderin üç kraterli bir volkan (Kerberos) olduğunu, volkandan fışkıran lavların içerdiği eriyik haldeki metallerin,[72] yeryüzünün bu bölgesinin yüzeyini kaplayarak dağlandığını (karni olayı)[73] ve volkan ağızlarını metal eriyikleriyle kaplayarak onların sönmesine neden olduğunu (Khimaira’nın öldüğünü) açıklıyor.[74] Mısır’ın yüce tanrısı Osiris’in adının, simyacılara göre, kurşun ve kükürtle aynı anlama geldiğini hatırlamamak olası değil.[75] Kanatlıat (Πηγασος= Pêgasos) Eylül ayında, Andromeda, Üçgen (Triangel), Ülker (Pleiades), Boğa (Tauros), Perseus ve Orion takımyıldızlarıyla bir arada görünür.[76]  Zeus, evi olarak gösterilen kare şeklindeki Kanatlıat’a, Bellerophontes’i (BελλερπΦουτης, BελλερΦωυ= Bellerephontês, Bellerophôn) alarak onu korumuş.[77] Bu takımyıldızına bağlı olarak görülen Andromeda’nın varlığı nedeniyle, efsaneden şunu anlıyoruz; Gorgo’yu (Γοργω)[78] öldürüp Kanatlıat’a binmiş Perseus, geri dönerken Ethiopia kralı Kepheus’la (Kητος Aιθιοπιος, Θηρ Θαλασσιος= Kêtos Aithiopis, Thêr Thalassios)[79] Kassiepeia’nın kızı Andromeda’yı görüp ona aşık olmuştur. Bu nedenle, mitos’taki kişiler arasındaki ilişki açıktır. Diğer tarafta Andromeda’yla  Zeus’un evi (Kanatlıat-kare şeklinde)[80] arasındaki ilişki, Andromeda’yla birliktelikleri nedeniyle, Zeus’un Ethiopia kökenine işaret etmesi yönünden, ayrıca ilgi çekicidir.[81] Khrysaor: Gorgo’nun oğlu olan Khrysaor (Altınkılıç), Okeanos kızı Kallirhoe’yle evlenmiş ve onlardan Geryoneos’la Ekhidna doğmuş.[82] Mitoslardaki ejderlerin doğumları ilgi çekicidir. Yaklaşık olarak hepsi de Okyanus, ya da akarsu kenarlarında doğmuş olarak tasvir edilmişlerdir.[83] Ejder doğumlarının, mitolojide Toprak Ana (Gaie) olarak adlandırılan ana kaynağa dayalı olduğu açıktır. Bunların arasındaki ilişkiler, birbirleriyle kardeş kadar yakın olan volkanları; birbirleriyle evlenenlerse, yine birbirleriyle çok yakın veya birleşik bacalara sahip volkanların varlıklarına işaret etmektedir. Geryoneus:[84] Hesiodos Theogonia’sının iki yerinde üç kafalı bu devden bahseder diyor Erhat. Poseidaon oğlu Geryoneus, Khrysaor’la Okeanos kızı Kallirhoe’den doğmadır. Alkides, Eurystheus’un buyruğu üzerine, gelip onu adasında öldürür.[85]Yazar, Erytheia (Nησος Eρυθεία, Nησος Eρυθεις= Nêsos Erytheia, Nêsos Erytheis)[86] adasının, Batı kızlarının birinin adını taşıyan İspanya kıyılarında bir ada olsa gerek diyor. Ancak, Ethiopia’nın kuzeyinde, Kızıldeniz kıyısındaki Erythrai (Eritrea- Eritre) bölgesindeki Massawa kentinin doğu yakınında bulunan ada, olasılıkla Erytheia  (Erythrai) adası olabilir (bugün, Dahlak archipelago adalarından biri).[87] Çok küçük parçalar halindeki adalar grubu, bu noktada, Kızıldeniz’in tabanındaki volkanik yapının geçmişteki faaliyetine işaret eder görünüyor. Bu ada, Batı kızlarının altın elmalarının (Hydnora esculenta) bulunduğu Madagaskar adasına olan yakınlığı nedeniyle, yapılan tanıma uymaktadır. Devin üç başlı olması, adadaki volkanın, vaktiyle Karakatoa’daki volkanlar gibi üç bacalı olduğunu gösteriyor.[88] “Kızıl toprak” deyimi de buranın Kızıldeniz’de olduğuna işaret eder. Ancak buranın, taşıdığı benzerlikler nedeniyle, Madagaskar’ın doğusunda yer alan Réunion adası olduğu, daha güçlü bir seçenek gibi görünüyor. Adadaki oluşum, Geryoneus hakkındaki mitosla tamamen çakışmaktadır. Komor, Madagaskar ve bunun doğusunda kalan adada “Piton De La Fournaise” Piton ocağı (Πυθων= Pythôn- Python volkanı) olarak anılan ve günümüzde biri faal, ikisi sönmüş olan volkanlar, bu konuda dikkat çekicidir.[89] Mitoslarda geçen yukarıdaki tüm olaylar Homeros’un burada, Tate’in “in Cornutus” dediği karni olayından bahsettiğini doğrulamaktadır. Bunu, Homeros’un devam eden satırlarında, Akhilleos’un ismini vermediği Phoibos (Φοιβος= Phoibôs) Apollon’dan (= Apollon Karneios) yardım istediği satırlarından anlıyoruz (I. 405-443). Ancak I. 445’te veriyor adını, hem de yalnızca “Phoibos” olarak.

a= Réunion adasında, ikisi sönmüş, biri faaliyette olan volkanlar (Geryoneus): A= Olasılıkla, tıpkı Yen-men ve Datong’da olduğu gibi, ağzı eriyik metallerle kapanarak sönmüş volkan olan Cirque de Salazie; B= Aynı özellikteki Cirque de Cilaos; C= Piton[90] de la Fournaise volkanı. b= Volkanların oluşumunu gösterir kroki: A= Ana baca (Gigantlar- Γιγας, Γιγαυτος, Γιγαυτες= Gigas, Gigantos, Gigantes, Dragon); B= Manto; C= Litosfer; D= Deniz; E= Réunion adası örneği, sönmüş iki volkanla Piton de la Fournaise volkanı (Kyklop); F= Ana bacayla bağlantısı kopmuş bir deniz altı volkan örneği; G= Her an faaliyete geçebilecek diğer bir volkandan örnek.[91]
a. Réunion - Wikipedia, the free encyclopedia: (en.wikipedia.org/wiki/Réunion - 137k).
b. Volcano Greenhouse Dinosaur Extinction Theory: (filebox.vt.edu/artsci/geology/mclean/Dinosaur_Volcano_Extinction/pages/studuentv.html-47k). Uyarlama.



a= Zeus, Here’ye (Gökkuşağı) verdiği cezada, ellerine altın zincir takıp, ayağına bağladığı örsle, onu Tunç eşiğin üstünde havada asılı bırakmış. 1= Orthros; 2= Tunç eşik; 3= Büyük Beyaz Piramit temenos’u (kutsal alan); b= Zeus’un verdiği cezayla ayağına örs, ellerine altın zincir bağlanarak havada asılı kalan Here, Tunç eşiğin üstünde.
a. Arş. Çiz.
b. (www.kenrockwell.com/tech/2008-01-new.htm). Uyarlama.


2.   İlyada. XV. 18 vd: Homeros’un buradaki satırlarında Zeus’un, Here’yi azarladığını görüyoruz. Şöyle diyor Here’ye: “Amma da düzen kurdun, yola gelmez Here, savaş dışı ettin tanrısal Hektor’u, uğrattın orduyu bozguna. Bu kötülüğün meyvasını sen toplayacaksın önce, seni bir güzel pataklayayım da gör. Unuttun mu seni havalara astığım günü, bir örs bağlamıştım iki ayağına, çözülmez bir altın zincir vurmuştum ellerine, asılı kalmıştın havalarda, bulutlar arasında, koca Olympos’ta söylenip durduydu tanrılar, ama yanına varıp seni kurtaramıyordu hiçbiri, geleni tutup atardım eşikten aşağıya, yeryüzüne vardı mı kalmazdı iler tutar yeri”. Homeros’un teşbih ve istiarelerine hayran kalmamak olası şey değil. İfadesinden, Here’nin asıl anlamının "Gökkuşağı" olduğunu anlıyoruz. Gökkuşağı betimi, gerçekten de onun karakterine son derece uygun düşüyor. Zira o da Zeus, yani bulutlar ve onlardan doğan yağmurlar (Athene) arasında oluşuyor. Gökkuşağı, Here gibi ne kadar güzelse, bir o kadar da sahte ve yalan. Gerçek dışı ne güzellik varsa, onda. Yani, Zeus onun ellerine altın zincir taktım derken, gerçekten altına benzer parlaklığıyla Gökkuşağını kastetmiş. Ayağına bağladığı örs, tunç madeninin ilk keşfedildiği yer olan Orthros; eşik dediği yerin ise, Erhat’ın Hesiodos’tan çok isabetle seçtiği dizelerde, Orthros’un (Ordos) kastedildiği bölge olduğunu şöyle saptayabiliyoruz:... Orada buluşup selamlaşır Gece’yle Gündüz tunçtan büyük eşiğe[92] ayak basarken...”.[93] Burada da Tate’in “in Cornutus=  Karni” saptamasının, en azından bölgesel olarak doğruluğuna tanık olmaktayız. [94]

Byzantion’un Blakhernai phylakterion’unda Zeus’un, Brakhiolion phylakterion’unda ise onun akıllı eşi Mnemosyne’nin temenos alanlarından başlayan ve onların Gog-Magog tektonik olaylarını temsil eden İkiz yılan yollardan (Mese Leophoros ve Via Triumphalis), geçip de Philadelphion’da (Eleutherion şenliklerinin yapıldığı Eleutherion yamaçları, yani karni olaylarından kurtuluş şenlikleri, mutluluk) Zeus ve Mnemosyne’nin iki sütun üzerindeki heykelleriyle tekrar kutsanmasından sonra yine temsili olarak kente güvenli bir giriş yapılıyor ve bundan sonra düz bir çizgi halinde doğuya doğru uzanan Mese Leophoros’tan Alkides kutsal alanıyla Byzantion’a varılıyordu.



Anadolu’da Antik dönemdeki yerleşimler ve Ege denizinin en eski Antik adı “Pelagos Aigaios”.


Anadolu kenti Byzantion’un kuruluş nedenleri

Pek çok bilimsel kitap ve makalelerde, Byzantion kentinin Yunanlılar tarafından kurulduğu, tartışmasız şekilde yer almaktadır. Konuyla ilgili bilim adamları ve araştırmacılara göre, bunun üzerine konuşmaya bile gerek yoktur. Ancak her araştırmada olduğu gibi, gerçeklere ulaşmanın ayrıntıarda gizli olduğu yadsınamaz. Anadolu ve Yunan halklarının aynı dili kullanmaları, Anadolu Antik dönem halklarının da Yunanlı olduklarını göstermez. En geç İÖ 5. binden İÖ 3. bin Ege göçleri sonrasında Anadolu’da, ilk kuruluşu İÖ 3000-2600’lerdeki Troia I (Ilium) olmak üzere diğer Anadolu kentleri, yaklaşık olarak İÖ 2000 dolaylarında inşa edilmeye başlanmıştı. Oysa Yunanistan karasında Hellen’leşmeye adım atacak Atina’nın kuruluşu, her ne kadar dört bin yıldır iskân gördüğü söyleniyorsa da, Bronz devrine ait asıl iskân İÖ 1000 civarlarıdır.

İşte, tanrıça Mnemosyne sayesinde Pelasg’lar, Troia’lılar ve diğer Anadolu halkları gibi, Megara’lı Byzes ve Byzantion’luların da akıllarından çıkmayan, Atinalı Hellen’lerin ise hatırlamak bile istemedikleri geçmişleri buydu.[95]


a. Deniz tanrısı Pontos. Roma mozaiği. Bardo Museum.
b. Topraktan yükselen Gaia. Attika kırmızı figürlü kyliks. Yaklaşık İÖ 5. yüzyıl. Berlin Antikenmuseen.


Atina’nın batı yakınındaki Megara (Μεγάρα) kenti, yaklaşık olarak İÖ 726’da kurulmuştur. Bu tarih, Atina’nın kuruluş tarihinden yaklaşık üç yüz yıl sonrasını karşılar. Hellen’lerin Megara’lıları neden kabul edip onlara yer gösterdikleri, hiç de anlaşılmayacak bir şey değildir. Bu yardımları karşılığında, Anadolu halklarının doğru karakterlerini unutup, onlarla kurmayı düşündükleri menfaat ilişkilerinde, tabii ki Megara’lılardan büyük yardım göreceklerini tahmin etmiş, bu ilişkilerde onları kullanmayı ummuşlardı. Ancak öyle görünüyor ki, Byzes çaresiz kalıp da Byzantion üzerindeki tasarımını hayata geçirdiği İÖ 695 yılına kadar, Megara ve onun çevresinde toplanan adalı halklar, Atina’ya ancak 31 yıl dayanabilmişlerdir. Byzantion’un kuruluşu süresince geçen on yedi yıl buradan düşülecek olursa, bu süre daha da kısalarak on dört yıla düşmektedir.

Eberhard, Çin Simgeleri Sözlüğü adlı yapıtında, Çin’de Si Kiang (Styks) nehrinin kuzeyindeki Ergenekon ve Orthros’ta yaşamış olan Türklerle, bu nehrin güneyinde yerleşik olan Yunnan’lı Yunan’lıların[96] karakterlerini ortaya koyan simgelerden Kuzey/Güney (Nan-bei / nan bey) açıklamasında şöyle diyor: “Kuzey Çin halkının sessiz ve sağlıklı görünüşlü oldukları, Güney Çin’in Kanton halkınınsa aksine kavgacı, devrimci ve daha az güvenilir oldukları söylenir. Ancak hiç kimse bunun neden böyle olduğuna dair hiçbir akla yakın herhangi sebep bulamamıştır. Eski Çin kozmolojisine göre, birbirlerine zıt iki ayrı uç – ‘Kuzey Büyük Ayı Tanrısı’ veGüney Büyük Ayı Tanrısı’ (uzun ömürlülük ↑) vardır. ‘Güney Rüzgârı’ (nan feng), nan feng= ‘erkek adetleri’ (eşcinsel temas) ile eşsesli olduğundan homoseksüalite için kullanılan bir deyimdir”.[97]

İki halk arasındaki farklılıklara Eberhard da değinmiş. Bu aykırılığın nereden kaynaklandığını anlamamıza karşın, Megara’lılar hakkında, “Yalnızca otuz bir yıl yaşayabilmek için koca bir kent kurulur mu?” diye, yine de sormadan edemiyor insan. Bunun cevabı, doğal afetler ve güçlü bir ordunun saldırısı dışında, tabii ki hayırdır.

Peki Megara’lılar, doğal güzelliğinden kuşku duyamayacağımız, üzerinde hatırı sayılır emeklerinin olduğu bu kenti niçin terk etmişlerdi?


Gigant Otos ve Ephialtes Poseidaon ve İphimedia’nın çocuklarıydı. Mitoslara göre bunlar, Olympia’ya (aslı Orthros yani Ordos’taki kutsal bir dağdır) saldırdıklarında Apollon tarafından öldürülürler. Yüksek kabartmada Homeros’un Aegaeon (goatish= Keçi gibi, kaba, pis) dediği Poseidaon’un denizlerin tanrısı Aigaion ya da Aegeon, Üç Hekatonkheir’den biriydi. Zeus sunağına ait bu kabartmada, solda Hekate, elindeki Thorch’uyla Klytios’a saldırmak üzere; sağda, sırtındaki boş kenet deliğinden düşmüş oktanlığı, sol elinde tuttuğu yayındaki okuyla Artemis, Otos’a saldırırken, arada bir aslan Aigaion’u alt etmeye çalışıyor.

Gyllius, kitabının hemen başında şöyle diyor: “Stephanos ve Eustathios, Byzantion’un Keroessa ve Poseidon’un oğlu Byzas, ya da koloni kurucu Megaralıların donanma komutanı Byzes tarafından kurulduğunu yazarlar. Ben, Byzantion’u Byzas’ın kurduğunu düşünüyorum, çünkü kurucu Byzes olsaydı kurulan kente Byzantion değil Byzeum dememiz gerekirdi”.[98] 1550’li yıllardaki araştırmacılığıyla bizim de öğünç duyduğumuz Gyllius, diğer tarafta kitabının pek çok yerinde olduğu gibi bu konudaki araştırmalarında da derinlerdeki ayrıntılara inememiş. Oysa özellikle Homeros’un Odysseia adlı eserine bir baksaydı, onun Anadolu halkının kullandığı lehçelerden kaynaksal Fenike diline en yakın olan İonia, Aiolia; Yunan karasında Attika, Arkadia ve Kıbrıs lehçelerinin kullanıldığını, bu nedenle Athena’ya Athene, Poseidon’a Poseidaon, Hermes’e Hermeias, Hera’ya Here, Helena’ya da Helene dediğini anlardı.[99] Bu saptama,  Stephanos ve Eustathios’un Byzas’a niçin Byzes dediklerini ortaya koyduğu gibi Byzes’in Anadolulu olduğunun da açık kanıtıdır. Zira Byzes’e Atinalı Hellen’ler, Anadolu’dan ayrıcalıklı olarak, kendi lehçelerine göre “Byzas” diye hitap etmiş olmalıdırlar. Gyllius’un Byzantion’a “Byzeum” yakıştırmasından da anlaşılacağı gibi, bu isim Byzeum yerine “Byzention” da olsa, her iki isim arasında Byzantion adının, ses uyumu bakımından kente daha çok yakıştığı açıktır. Dolayısıyla, gerek Stephanos ve gerekse Eustathios’un Byzes’i ile Philistratos ve Gyllius’un Byzas’ı farklı iki şahıs değil, aynı kişidir.

Bu çerçevede bakmamız gereken Megara kenti, Anadolu’dan Karia’lı göçmenler, Strabon’la Pausanias’a göreyse İonia’da yaşayan Lelegler tarafından kurulmuştur. Mansel, seyyah ve araştırıcı Pausanias tarafından, Megara kentinin kulelerinden birinin “Karia” adını taşıdığının kaydedildiğinden bahsetmektedir.[100] Atina’da İÖ 7. yüzyılda, zorba krallar başa geçmişti. Bunun üzerine Kilon iktidarı ele geçirmeye çalışmışsa da (İÖ 632), güçlü ve gerici Alkmeionidai ailesi, Kilon’un taraftarlarını öldürtmüş, arhon Megakles ve ailesi Atina’nın dışına sürülmüşlerdir.[101] Atina, Marathon ovası çevresindeki dört bağımsız kasabayla dörtlü bir birlik (Tetrapolis-dört kentler antlaşması) tesis etmişti.[102] Ancak, Atina’nın zorlu bir savaşın sonunda Eleusis’i ele geçirmesinin ardından, Attike Atina’nın hakimiyetine girdi. Paralia demokratlarıyla Pedion (Attika’da merkezi ova) aristokratları arasındaki bitmez tükenmez anlaşmazlıklar sürüp gitmiştir. Bu anlaşmazlıklar, Paralia demokratlarının Byzantion’da Prookhthoi’deki (Cankurtaran) varlıklarının nedenini de açıklayıcı içeriktedir. Atina iç politikası, özellikle İÖ 5. yüzyıla kadar bu sosyal-bölgesel anlaşmazlıkların etkisi altında kalmıştır. Zaten Byzantion’un İÖ 695’teki kuruluşundan sonraki dönemi kapsasa da, İÖ 6. yüzyıl başlarına denk geldiği anlaşılan Megara-Atina arasında gerçekleşen ve Atina’nın yapmış olduğu ilk büyük savaş olarak nitelenen çatışma, her iki şehir devleti arasında süregelen anlaşmazlığın boyutlarını gösterir önemli bir belgedir.[103]



      Anadolu’da Karia’dan Yunanistan’da Eleuss’in batısında, Salamis adasının kuzey batı sahili yakınında Megara kentini kuran Karia’lıların, Byzantion’a kadar süren
Göç yolları. File:Ell-Aigaio Pelasgos.ogg – Wikipedia, the free encyclopedia: (en.wikipedia.org/wiki/Media: Ell-Aigaio_Pelagos.ogg).

Şimdiye dek Byzantion’u “Koloni kurucuları” kimliği altında kurmuş olarak gösterilen  Megara’lılar, bu kez 7. yüzyıl başlarında, Byzes komutasında, Atina’nın Pedion’daki ikiyüzlü oyunlarından kaçmışlar ve Bosporos (İstanbul) boğazında Byzantion şehrini kurmuşlardı. Kentin kuruluş aşaması, tıpkı kent ve Bosporos’un güzelliğine yakışır şekilde, olasılıkla dünyada bugüne dek görülmemiş şekilde ve son derece gizemli plânlar sonucunda ortaya çıkmıştır. Atina’lılardan habersiz, ön görev üstlenmiş Megara’lı dekempedator’larla taş ve inşaat ustalarından oluşan bir grup, öncelikle İÖ 678’de Kadıköy’e gelerek küçük bir köy (Khalkedon) kurmuşlardır. Köy öyle küçüktür ki, onu gören Atina ticaret gemileri burayı k’ale bile almamışlardır. Bize göre başlarına gelecek olanları bilselerdi, köyü hemen ortadan kaldırmak için kuşkusuz ellerinden gelen herşeyi yaparlardı.


Kentin mükemmel tasarım ve plânlamasıyla gizemli inşaatı

Khalkedon’lular on yedi yıllık süre içinde, öncelikle Trakya tarafındaki geniş bir bölgede gözlemlerde bulunmuş, kurmayı düşündükleri Byzantion kentinin tasarım ve plânlarını gerçekleştirmek üzere, günümüzdeki sur içi bölgede dekampedator (decampedator) denilen arazi ölçme ve mesaha memurları tarafından ön çalışmaları gerçekleştirmişlerdir. Saptanan plânın, tabii ki öncelikle topoğrafyaya uygulanması ve mirengi noktalarına kazıkların çakılması gerekmektedir. Noktaların saptanmasının ardından, bunların aralarına çizilecek çizgiler için, tıpkı Anadolu’dan kuzey İtalya’ya giden Etrüsklerin kutsal sabanı “sulcus primigenius”[104] gibi bir sistem kullandıkları ortadadır.  Kentin, Bizans’ın son dönemine kadar sürdüğü anlaşılan dakik, anlamlı ve son derece mükemmel plânı, bu plânın araziye uygulanmasında belirlediğimiz yukarıdaki şartları gerektirdiği ortadadır. Ancak, Latince’ye “sulcus primigenius” olarak geçen ifadenin, Byzantiondaki karşılığının, büyük olasılıkla “ιερός βοũς ολκός, hieros bous olkos- kutsal öküz sabanı” olduğu kanısındayız.

Başta özellikle Kyzikos olmak üzere, Anadolu kentlerinin de büyük katkılarda bulunduğu kentin gizli ve gizemli kuruluş çalışmalarının, bu ilk aşaması tamamlandıktan sonra, boğazdan geçen Yunan gemileri tarafından görülmeyecek şekilde, öncelikle Brakhiolion (Yedikule) ve Blakhernai’den (Ayvansaray) başlayan yapılaşma çalışmalarında önceliğin  yollar, daha sonra alçak seviyedeki yapılar, kutsal alanlar ve bir tarafta akropolis’teki yapıların inşaatı devam ederken, bunlar tamamlanıp belli bir yüksekliğe erişmeden önce, sur duvarlarının kontrollü bir şekilde ve hızla yükseltilip tamamlanmasıyla, kentin kuruluş aşaması tamamlanmış olmalıdır.

Bu arada, kentin ktistes’inin (kurucu kahraman Byzes) gerektiği zamanlarda kuruluş aşamalarını denetlemek ve fikir alışverişinde bulunmak üzere kente gelip gittiğini söylemeye gerek olduğunu sanmıyoruz. Nihayet çalışmalar sona erdiğinde, artık Byzantion’a davet edilip, dünyanın en anlamlı, en muhteşem kentine yerleşme zamanı gelmişti.

Boğazın tam girişinde, Anaplous[105] ile Khalkedon’da kurulu, karşılıklı konumdaki her iki sitenin varlığı, bugün bile stratejik konumdaki boğazın ne denli önemli olduğunun, daha o zamanlar Byzes tarafından kavrandığını göstermektedir. Bu bağlamda, Pers komutanı Megabazos’un, asıl amaçlarından habersiz olduğu Khalkedon’lu Megara’lılar için söylediği ünlü “Körler ülkesi” sözü, günümüzde anlamını yitirmiştir. Zira herhangi bir anlaşmazlık durumunda, boğazdan geçecek Atina’nın ticari gemileri, ya da askeri donanmalarını, Anaplous’ta iki yönden kıstırarak zor durumda bırakmak üzere tasarlanmış plânın alt yapısını hazırlamış Khalkedon’lu öncü Megara’lılara “Körler ülkesi” değil, ancak “Açıkgözler ülkesi” deyimi daha yakışık almaktadır.

Atina, uzun yıllar boğazdan geçiş zorluğu yaşamıştır. Nihayet 5. yüzyılda güçlenmesinin ardından, Trakya kıyıları Perslerden temizlenmiş, daha sonra Rusya’dan Atina’ya getirilen hububat için büyük önemi olan Bosporos’a bir sefer düzenleyerek, başta Byzantion olmak üzere, şehir devletlerinin (polis) Attik Delos deniz birliğine girmelerinin sağlamaktan başka çaresi kalmamıştır (Birinci Attik Delos deniz birliği, İÖ 478, 477). Kurulan bu ilk birlik, yaklaşık İÖ 413 yıllarında, İsparta kuvvetleriyle takviyeli ordunun, Sicilya seferindeki başarısızlığı nedeniyle çöktü. İkinci Attik Delos deniz birliği ise İÖ 378, 377 yıllarında tekrar kurulmuş, ancak Karia satrabı Mausolos’un karşı çıkması, Kos, Kios ve Rhodos’luların birlikten ayrılmalarıyla başlayan Atina karşıtı müttefikler savaşını İÖ 355’te kaybeden Atina, böylece amacına ulaşamamıştır.[106]

Byzantion’lu Dionysios’a göre kentin kuruluşundan itibaren, bölgede yerleşen halklar şunlardır:  Atina karşıtı ve Anadolu kökenli Megara’lılar başta olmak üzere, yine Atina’nın entrika ve zulmünden kaçan, Prookhthoi’de (Cankurtaran) yerleşik Paralia’lılar,[107] Haliç kıyısında Skiron (Skeiron) kayalıkları[108] civarında yerleştikleri anlaşılan bir kısım Attika’lılar[109] ve Kyklades’lilerle, Kserolophos’ta yerleşen Anadolulu Aiol’ler,[110] Peraikos’ta yerleşen Mysia’lılar ve Megara’lıların eski akrabaları Karia’lılardır.[111] Byzantion’daki bu beraberlik, Atina’lılara (Hellen) karşı, Anadolu ve Anadolu kökenli Yunan kentleri ve hatta aynı karşıtlıkta olan kendi halklarıyla oluşmuş bir “Karşı oluşum” hareketidir. Bu oluşumu, ilk “İon-Attik” birliği olarak tanımlamak ve gelecekte iki başarısızlıkla sonuçlanacak olan “Attik-Delos” deniz birliğine kaynak oluşturduğunu söylemek mümkündür.[112]

Tıpkı Roma’da olduğu gibi yedi tepe üzerinde kurulmuş olan kent,[113] geleneksel Anadolu mimari unsurlarını taşımaktadır. Uygulanan plân, kentin savunmasının dahi örnek alındığı, yine bir Anadolu kenti olan Kyzikos’taki (Aktonnesos)[114] eko kuleler yanında, Hippodamos sistemi, yani Priene ve Miletos’tan sonra Yunan karasındaki Pireas kentine Hippodamos tarafından uygulanan ızgara plân sistemi gibi, daha pek çok konuda Yunanistan’a öncülük etmiş olan Anadolu İon buluşudur.[115] Kentin dizaynı, arazi ve sağlıklı insan yaşamına olan uygunluğu yanında, geleceğe dönük ön plânları ve yaratıcılığıyla ne Atina ve ne de Roma kent plânlarına benzemektedir.


Atina rüzgar kulesinde betimlenmiş rüzgar tanrıları (ανεμοι, Anemoi): solda, kuzey rüzgarlarını temsil eden Boreas; sağda, kuzeybatı rüzgarlarını temsil eden Skiron. Boreas, gemilerin yelkenlerini şişiren güçlü bir rüzgar (fırtına) olarak tasvir edilmiş. Fırtınadan daha fazla etkilenmemek için, geminin yelkenlerini topluyor. Skiron ise, elinde taşıdığı, üzeri su motifleriyle donanmış amphoranın içinde, yağdıracağı yağmur sularını taşımaktadır.[116] Anemoi – Wikipedia, the free encyclopedia: (en.wikipedia.org/wiki/Anemoi).

Çevresi kuzeyde Khrysokeras (Haliç), doğuda Bosporos (İstanbul boğazı), güneyde Propontis’le (Marmara denizi) çevrili sınırlı bir alan içinde uygulanmış plân, İÖ 7. yüzyıl için olağanüstü biçemiyle son derece başarılıdır. Bu başarının sırrının, tıpkı Hagia Sophia kilisesini yaratan Anadolulu mimarlardan Tralles’li (Aydın) Anthemios ve Miletos’lu (Milet) Isidoros gibi, geleneksel yapılanmayı gösterir Anadolu kent mimarlığına dayandığı ortadadır.

Byzantion’un yaratılmasnda, diğer kentlerde mevcut ana unsurlara ek olarak, dikkat çekici en önemli olgular şunlardır:
I.                    Cadde ve sokakların, kentin çevresinde oluşan rüzgâr ve nem durumlarına göre, halkın sağlığının düşünülerek düzenlenmiş olması,
II.                 Zaman içinde artacak kent nüfusunun ihtiyaç ve sınırlarının (Brakhiolion ve Blakhernai’ye kadar), daha başlangıçta hesaplanarak hayata geçirilmiş olması (Bizans dönemi sonuna kadar).
III.               Kentin doğu-batı (dekamenos) ve kuzey-güney doğrultusunda yer alacak ana caddelerle (kardo), bunların ulaşacakları kapı, liman ve forum’ların, önceden hesaplanarak, bunlar için gerekli olan alanların ayrılması.
IV.              Bunların arasında belki de en önemlisi, tüm bu biçemlere, toplumun pagan inançları ve geçmişte yaşanan mitoslar doğrultusunda anlam kazandırılmış olmasıdır.

Kentin plânına hakim olan, doğu-batı yönündeki ana yollarla, kuzey-güney yönünde kesişen ana yoların, Latin imparatorlar döneminde oluşturulduğunu ileri sürmek, Byzantion döneminden kalma yapıların tamamının yıkılıp, kentin yeniden plânlandığı savını ortaya atmayı gerektirir. Zaten kentin, başlangıçta sahip olduğu Aslan takımyıldızı’na dayanan plân taslağı, yapılabilecek böyle bir savın temelsiz olduğunu gösterir en önemli belgedir.

Kardo ve dekamenos kelimelerinin kökeninin “καρδοπείον, kardopeion” ve “δεκά-μετρος, dekametros”ta olduğu gibi İoncaya dayanıyor olması, bu yoldaki iddiaları çürütecek niteliktedir.[117] Tasarımdaki kent plânlarını araziye taşıyan mimar ya da memurlar, yani decempedãt/or–õris er’ler,[118] Byzantion döneminde “δεκάμπεδατ/ορ-ορίζ” olarak anılıyor olmalıydılar. Anadolu İon, Yunan ya da Roma kültürlerinden hiç birinde görülmemiş bir şekilde tanzim edilmiş plânda, kentin topoğrafyası göz önüne alınarak aplike edilmiş  dekamenos ve kardo’ların, üçer adet olacak şekilde biçimlendirilmiş olması, çok özel ve olağanüstü dikkat çekicidir.

Kentin birinci dekamenos’u, yerinde eskiden Byzantion saraylarının bulunduğu, sonraki dönemde Constantinus’un Khalke sarayının Khalke kapısından başlayarak, Augusteion’daki (Ayaofya meydanı) Regia revağını takip eden ve buradan Philadelphion ve Bous forum’una (Aksaray) kadar uzanan Mese Leophoros idi. Philadelphion’dan ayrılıp kuzeybatı yönünde  Blakhernai’ye (Ayvansaray) kadar uzanan Via Triumphalis, Dekamenos II’yi; bu kez Bous forum’undan ayrılıp Brakhiolion’dan (Yedikule) sonra başlayan Via Egnetia’ya kadar uzanan Mese Leophoros uzantısı, Dekamenos III’ü oluşturuyordu. Bu sistem, olasılıkla Constantinus döneminden sonra Philadelphion ile Kharsios pyle (Edirnekapı) ve Bous forum’u ile Piges pyle (Myriandros pyle, Pege pyle, Porta Selymbria) arasında oluşturulan düz hatlar üzerine taşınarak, eski plân üzerinde biraz değişikliğe uğramıştı.

Kentte kuzey-güney doğrultusunda uzanan ve dekamenos’u dik açıyla kesen kardo’lardan birincisi, Matrakçı Nasuh’un İstanbul manzarası adlı eserinde de açıkça gördüğümüz, ancak günümüzde Bizans dönemi yapılarıyla tanımlayabileceğimiz bir yoldur. Bu yol, Domninos emboloi, Makros embolos (Μκρός εμβολος- Uzun çarşı), Bayezid camii yakınındaki  Halkun Tetrapilon yollarından Hieron (Heraion, Kontoskalion) limanına inen çizgidir. Kardo II,  Eleutherion limanında Pelargos Caddesi’yle başlayıp Dekamenos I ve III’ü, Bous forum’unda dik açıyla kesen yoldur. Kardo III ise, Bous forum’undan Plateia (Unkapanı) doğrultusunda uzanırken, Dekamenos 2’yi Constantinianai’de (yaklaşık olarak bugünkü İstanbul Büyük şehir Belediyesi, ya da Haşim İşcan alt geçidi civarı) dik olarak kesen yoldu.

δεκάμπεδατ/ορ-ορίζ” bileşik kelimesi, bize “δεκά - μετρος”, on metrelik bir başka birimi, yani dekametreyi hatırlatmaktadır.[119] Kelimenin anlamı göz önüne alındığında, bugün dekametre olarak ifade ettiğimiz on metrelik birimden İon ve Karia’lıların haberdar oldukları ve kentlerin yapı plânlarında kullandıkları açıktır. Nitekim klinos (κλίνος, κλίνη- kline) olarak adlandırdıkları ölçü birimi de, yine bu kapsamda ve yaklaşık olarak bugünkü metre birimini karşılamaktadır.

Bu noktada, araştırmalarımızı biraz daha ileri bir noktaya taşıyarak, Müll-Wiener’in “İstanbul’un Tarihsel Topoğrafyası” adı kitabının arka kapak içi İstanbul sur içi karitasını, her biri 10.000 m²’lik plânkarelere ayırarak Blakhernai ve Brakhiolion’dan Philadelphion’a kadar olan bölgenin alanını 10.590 km², Philadelphion hizasından Sarayburnu hizasına kadar olan bölgenin alanını 3530 km² olarak saptadık.[120] Sur içinin tüm alanını verecek olan bu iki rakamın toplamı, 14.120 km² tutmaktadır. Byzantion döneminde Zeus ve Mnemosyne, Constantinus döneminde de Tetrarkh[121] heykellerinin yer aldığı philadelphion’dan, Sarayburnu’na kadar olan alanın tetrarkh’ı 14120: 4= 3530 km², yani ¼ ‘lük oranı gösterir Tetrarkh hesaplamalarını tamı tamına tutmaktadır. İÖ 695’lerde yapılmış bu hesaplamalardaki eksiksiz doğruluk payı, hayret uyandırıcıdır.

Bu bağlamda, kardo’nun anlamını şöyle saptamamızda yarar vardır: Kard/õ – inis, er. Mihver, mil; (gb) kutup; en önemli nokta, her şeyin üzerinde döndüğü nokta.[122] Bu şekildeki anlam göz önüne alındığında, dünyanın kuzey ve güney kutupları arasında varsayımsal olarak kabul edilen eksenleri (boylam); dekamenos’un ise enlemi (Ekvator) temsil ettiği, dolayısıyla kutuplar arasında yine varsayımsal ana eksen etrafında dönen, ve üzerinde onarlık metrikal ölçülerle bölünen, her noktasından boylamların geçtiği bir düzenin temsil edildiği anlaşılmaktadır.

Avusturyalı mimar Matthäus Merian, “Nouwe Archoantologia Cosmica, J. L. Gottfried, 2nd edition 1646” adlı eserinde, haritacılıkta ilk markatör tekniğini kullananlardan biri olarak tanınmaktadır. “Nova Totius Terrarum Orbis Geographica AC Hidrographica Tabula, Frankfurt 1638, adlı eserinde 260 x 350 mm boyutlarında olan ve bugün yapılanlarla eşdeğer denilebilecek özelliklerde; teknik yönden dakik, mirengi noktaları, enlem ve boylamları alınarak yapılmış ilk dünya haritalarından birini gerçekleştirmiştir.[123]


Pegasos, Andromeda, Üçgen, Pleiades (Ülker), Tauros (Boğa) ve Orion takımyıldızlarının eylül ayında, gök haritasındaki durumları.
Grafikler; Sky map september:

Bilim ve sanatın öyle birdenbire ortaya çıkmadığı, gelişimin, çok uzun gözlem, deneyim ve çalışmaların sonucunda, belirli seviye ve aşamaları geçirerek mükemmele doğru bir devinim oluşturduğu ortadadır. Ancak bizler, 1638 yılındaki Matthäus Merian’ın bu başarısını ayakta alkışlarken, bilebildiğimiz kadarıyla, ondan en geç 2333 yıl öncesinde Anadolu İon, Karia, Kyzikos ve Megara’lıların ortaya çıkardıkları bu bilimsel verilere hayranlıkla bakıyor, onları nasıl onurlandırıp ödüllendirmemiz gerektiğine, doğrusu, bir türlü karar veremiyoruz.

Constantinus, Philadelphion’daki iki sütun üzerine, Tetrarkh heykelleri olarak anılan kendisi, annesi Helena Augusta ve oğulları II. Constantinus ve Constans ile II. Constantius’un  heykellerini diktirmişti. Wiener’e göre heykel grubu, büyük olasılıkla Philadelphion (Φιλαδέλφισν) adına izafeten, kaynaklara göre (Preger 66 vd, 177 vd) Constantinus’un oğullarının babalarının ölümünden sonra bir araya gelişlerine (337) gönderme yapmaktadır.[124]

Oysa önceki bir çalışmamızda,  Constantinus’un tıpkı Çemberlitaş’taki Apollon heykeline öykünüp, onun başının yerine kendi başını koydurması gibi, pagan dinine olan özentisi ve anlamlarına olan hayranlığı nedeniyle, aynı işlemi Philadelphion’da da gerçekleştirdiğini ortaya koymuştuk.

Her şeyden önce, Philadelphion adı Roma dönemi kültürü ve lisanıyla bağdaşmaz. Bu isim aynı zamanda, Yunanlılara karşı, Byzantion’un bünyesinde Megara’lılarla adeta bir birlik oluşturarak kentin Prookhthoi (Cankurtaran) bölgesinde yerleşen Paralia’lılar,  Khrysokeras (Haliç) kıyılarındaki Attika’lılarla Kyklades’liler, Kserolophos’ta yerleşen Anadolulu Aiol’ler, Peraikos’ta yerleşen Mysia ve Karia’lılar, adını Megara’dan Atina’ya giderken yol üstündeki Skiron (Skeiron) kayalıklarından alan Skiron’da yerleşmiş olan Megara’lılar yanında, kuşkusuz bölgenin asıl yerlileri olan Thrak’ların (Trakya’lılar) da yerleşik oldukları kentteki sur dışı yaşam alanları, aynı zamanda birliğin genişlik, yoğunluk ve gücüne de işaret etmektedir. Bu kapsamda, kentte yaşayanların tinsel duyarlığını da gösteren isim, Apollon’un Trakya asıllı efsanevi şair ve kâhin olan oğlu “Philammon”la, Delphoi’deki “Apollon Delphinion” tapınağına izafeten, “Phila>mmon-Delph<in>ion isimlerinin birleşiminden doğmuştur. Dolayısıyla  burada, Zeus ve Mnemosyne ile Mousa’lar (Mουσα, Mουσαί= Mousa, Mousai) yanında Apollon, oğlu şair Philammon ve Delphi kehanet merkezi, hep birlikte kutsanmış oluyordu.

Günümüzdeki Yenikapı-Lâleli, Yani Eleutherion-Philadelphion arasında giderek yükselen plâto, limanda kurulu sitenin kurtuluşuna[125] atfen yapılan ve Zeus’un, Eleutheros yamaçlarının[126] kraliçesi Mnemosyne’den olma periler olarak da adlandırılan dokuz kızı (Mousa-Musa) ile ilgili olarak, Philadelphion’da gerçekleştirilen şenliklere atfen “Eleutheros yamaçları” olarak adlandırılmıştı. Bunlar, destan şairi, ya da lirik şiirin temsilcisi Kalliope (Καλλιοπη, Καλλιοπεια= Kalliopê, Kalliopeia) başta olmak üzere, Kleio (Κλειω= Kleiô), tarih; Euterpe (Ευτερπη= Euterpê), flüt; Thaleia (Θαλεια= Thaleia), komedya; Melpomene (Μελπομευη= Melpomenê), tragedya; Terpsikhore (Τερψιχορη= Terpsikhorê), dans; Erato (Ερατω= Eratô), korolu şiir; Polyhymnia (Πολυμυια= Polymnia), pantomim ve Uranie (Ουραυιη= Ouraniê), gökbilimin temsilcileriydiler.[127]

Bu çerçevede, Philadelphion’dan Mese Leophoros’a girişin hemen başında ve iki yandaki iki kolosal sütun üzerinde, artık İkiz yılan yollarının bittiğini, tektonik olaylarla Büyük tufanı geride bırakıp düzlüğe çıktıklarına işaret eden Mese Leophoros’un, Zeus, Mnemosyne ve geçmiş tüm kültürlerine işaret eden çocukları dokuz Mousa’yla tekrar kutsanması kadar anlamlı, olağanüstü anlatım tarzına hayran kalmamak mümkün değildir.

İşte Constantinus da bunun bilincinde olduğu içindir ki, olasılıkla aynı sütunların üzerindeki heykel gruplarına öykünerek, Zeus’un yerine kendininkini, Mnemosyne’nin yerine annesi Helena Augusta, Mousa’ların yerine de oğulları  Constantine II, Constantius II ile Constans’ın heykellerini yerleştirerek, düzlüğe çıkmış Byzantion insanlarını değil, Doğu Roma halkını bundan böyle kendisi ve ailesinin kutsayıp düzlüğe çıkaracağını ima etmişti. Annesi Helena’nın Mnemosyne kadar akıllı, oğullarının Mousa’lar kadar kültürlü olup olmadıklarını bilemiyoruz. Ancak, Constantinus’tan günümüze kadar yansıyan eserlerden, onun bu kente olan sevgi ve bağlılığıyla kent için yaptıklarının yadsınamayacağı ortadadır.[128]

Philadelphion’un yerinin tam olarak saptanmasında kaynak anahtar “Tetrarkh” kelimesidir. Bu adın anlamı şöyledir: Tetrark, ti’ – (Tet.rarch) i. Bir eyaletin dörtte birini yöneten vali; bağımlı yönetici. Tet-rarchate, -chy i. Böyle valilik veya krallık.[129] Yukarıda da değindiğimiz gibi, Müller-Wiener’in kitabının arka kapak içi ayrıntılı büyük İstanbul haritası üzerinde yaptığımız çalışmada, Philadelphion hizasından kuzey-güney doğrultusunun doğusunda kalan bölge topraklarının yüzölçümü, batıda kalan toprakların yüzölçümü oranının tam olarak ¼’ü kadar (3530 km²/14.120 km²) olduğu hesaplanmıştır.[130] Tabii ilginç olan, bu hesaplamaların Constantinus döneminde değil, daha kuruluş aşamasında, Byzantion’lu dekampedãt/or’lar tarafından arazide saptanarak uygulanmış olmasıdır. Byzantion’luların, kent içindeki tüm yapıtlarını hayretler içinde gözlemleyip, onlara hayran kalmamak olası değildir.


Brakhiolion phylakterion’u (Βρακηίολιων- Yedikule berkitilmiş surları)[131]

Müller-Wiener, daha Byzantion döneminde Kocamustafapaşa Aksaray arasındaki Kserolophos’ta eski bir Apollon tapınağıyla Yenikapı’ya yakın Amastrianon’da Helios (Ήλιος= Hêlios) ve Selene (Σεληυη= Selênê) hieron’larından[132] bahsetmektedir.[133] İbadet ve yaşam alanlarına işaret eden bu kutsal mekânların çevrelerinde sivil yerleşimlerin bulunmadığını düşünmek olanaksızdır.

Bu nedenle, Procopius’un “phylakterion-propugnaculum, ya da akra” dediği berkitilmiş surların, daha kentin kuruluş aşamasında tasarlanıp hayata geçirilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu mükemmel tasarım, kara, ya da deniz yönünden gelebilecek düşman saldırıları sırasında, tehlikeyi önceden haber verebilen “Yedi eko kule” sayesinde, Brakhiolion’la Blakhernai’den akropolis surlarına kadar olan alanda yerleşik sivil ahalinin koşup sığınabilecekleri güvenli alanları oluşturuyordu. Bu oluşum tıpkı, Gazi Mustafa Kemal’in İstiklâl savaşı sırasında uyguladığı “Hattı müdafa değil, sathı müdafa” stratejisini andırmaktadır. Konuya ilişkin olmasa da, çok uzun yıllar sonrasında, futbol oyununda da “alan savunması” olarak ortaya konan oyun tarzının aynı temele dayalı olması, ilgi çekicidir.

Gyllius Byzantion surlarını anlatırken şunları söylüyor: “Herodianos’un tanıklığına göre, Byzantion surlarında taşların birleşme noktaları o kadar incedir ki surlar bileşik duvar örgüsüyle değil, tek bir taşla yapılmış gözükür… Zonaras’ın gönderme yaptığı Dion, Byzantion’un çok iyi berkitilmiş surlara sahip olduğunu anlatır”.[134] Antik yazarların bu antlılarının benzerlerini, ne Yedikule ve ne de Ayvansaray’daki Bizans, ya da Osmanlı dönemlerine ait surlarda görmemiz mümkün değildir. Ancak, Yedikule Altın kapı’nın batı çıkışında yer alan payenin ana geçidi ve güneyindeki yan geçit arasındaki temel ve kaidesinin 1930-31 yıllarında çekilmiş olan bir fotoğrafında, Herodianos ve Dion’un söylediği taş örgü sisteminin aynısını görmemiz, bizler için bir şanstır. Yapının diğer temel unsurlarının da görülebilmesi halinde Yedikule’nin, temelde bir Byzantion yapısı olduğunun ortaya çıkacağı açıktır.[135] Aynı araştırmanın Ayvansaray’daki Blakhernai phylakterion’un surlarında da gerçekleştirilmesi durumunda, sonucun değişmeyeceği kanısındayız. 

Bu kapsamda, Brakhiolion adının önemi öne çıkmaktadır. Ön taraflarında hareketli kollar biçimindeki duyargalarıyla, Khryse pyle’nin Hazine ve Cebehane kulelerini temsil ettiği anlaşılan ve beş kollu plânıyla denizyıldızlarının kurtçuk şekli olan brakhiolaria (brachiolaria)[136] adı yanında, bu hayvanın, kapının doğusunda kalan ve Procopius tarafından uç kale olarak nitelendirilen bugünkü Yedikule’nin plânına olan benzerliği dikkat çekicidir. Olasılıkla ön taraflarında hareketli kollar biçiminde uzantılarıyla denizyıldızlarının kurtçuk şekli olan brakhiolaria,[137] Khryse pyle’nin (Porta Aurea) doğusunda kalan ve Procopius tarafından phylakterion olarak adlandırılan bugünkü Yedikule’nin, başlangıçtaki bir Byzantion yapısı olduğunun kanıtlarını içermektedir. Batıya bakan duvarları düz bir doğruyken, kent içinde yarı yuvarlak beş kollu plân oluşturan duvarların uçlarında yer alan dayanıklı kuleler,  bağımsız bir yapı plânından yola çıkıldığı izlenimi bırakmaktadır. Yedikule sahip olduğu Brakhiolion phylakterionu ve Khryse pyle özellikleriyle, her ne kadar Theodosius ve Fatih Sultan Mehmed tarafından restore edilmiş olsa da, bizlere, Byzantion’dan kalan kültür miraslarımızdan biri olduğunu açıkça göstermektedir.


Khryse pyle [Χ υσαί Π ύλαι, Χ υσεαί Πύλη (Πό τα) Altın kapı]


Adını, plânındaki beş kollu biçemi nedeniyle, deniz yıldızlarının kurtçuk şekli ola Brachiolaria’ya olan benzeşiminden alan Brakhiolion phylakterion’u. Procopius’un Khryse pyle’de olduğundan bahsettiği, Osmanlı Dönemi’nde Sultan Mehmed (Fatih) tarafından restore ettirilerek yeniden ayağa kaldırıldığı anlaşılan muhkem iç kale. Müller-Wiener’e göre, Theodosius kara surları (siyah), Palaiologoslar Dönemi’ne ait olanlar (çapraz taranmış): Kule A= Barut Kulesi; B= Esir (Zindan) Kulesi; C= Kızlar Kulesi; D=Kule 8, Küçük Kule; E= Kule 9, Hazine Kulesi; F= Kule 10, Cebehane Kulesi; G=Kule 11, Pastırma Kulesi; H= Peribolos; I= Ayazma; J= Kilise kompleksine ait yapı; K= Iustinianus’un yaptırdığı Meryem Kilisesi; L= Temenos(30); M= Brakhiolion Kapitolü’nün olası restitüsyonu; N= Via Egnetia. O= Mese, Ö. 1:1000 (Düzgüner, F. 2007).

Byzantion döneminden günümüze erişebilmiş ender eserlerden biri olan yapıda, Iustinianus zamanında Meryem’e adanan bir kilise (Hagia Maria Hodegetria kilisesi) ve ayazmanın inşa edildiğini Procopius’tan öğreniyoruz.[138] Ancak burada, Byzantion döneminde tanrıça Mnemosyne’ye adanmış bir hieron’un olması, Meryem’in, bu kutsal alanın varisi olduğuna açıklık getirmektedir. Phylakterion’da yaşayan dini görevlilerle asker ve kuşatma sırasında buraya sığınan sivil halk düşünüldüğünde, insanların su gereksinimlerinin olacağı ortadadır. Bu nedenle, Meryem’e adanan ayazmaya büyük olasılıkla Pege’den (Silivri kapı) gelen suyun, Byzantion döneminden kaldığı ortadadır.

Seferden dönen kral ve imparatorların kente girişlerinin, bu kapıda düzenlenen karşılama merasimleriyle gerçekleştirildiğini Theophanes’ten öğreniyoruz.[139] Toplumların sosyal yapılarından gelen gelenek, görenek ve adetlerinin yakın geçmişlerindeki atalarına dayandığı, bunların değişiminin çok uzun yıllara bağlı olduğu bir gerçektir. Bu nedenle, Bizans döneminde imparatorlara karşı yapılan bu tür görkemli tören göreneğinin, Byzantion döneminden kalmış olduğu, yani Byzes ve sonraki Byzantion krallarının da, zaferden dönüşlerini bu kapıdan yaptıkları, varsayımdan öte bir gerçeği yansıtıyor olmalıdır.

Khryse pyle’nin önemli bir özelliği, yapıya Bizans döneminde eklendiği anlaşılan, Alkides’in on iki görevini yansıtan metop’lardır. Müller-Wiener’in ifadelerinden, bu metop’ların Ioannes V. Palaiologos (1341-1391) zamanında, 1389-1354 yılları arasında kapıyı πολίχνιον (poliknion-çok geçişli) haline dönüştürme çalışmaları sırasında gerçekleştirildiği anlaşılıyor. Ancak Müller-Wiener, büyük olasılıkla daha kentin kuruluşunda yer almış olmasından kuşku duyulamayacak olan Alkides tapınağına ait metop’ları 1. -2. yüzyıla tarihlemiş. Yazarın bu tarihlemeyi neye dayanarak yaptığı konusunda bir bilgi sahibi değiliz. Ancak biz, Müller-Wiener’in bu metop’ları salt Constatinus’un (306-337) Boukoleon sarayından biraz öncesine ait olduğu sanısıyla yanılgıya düşmüş olduğu kanısındayız. Bize göre bu metoplar, Alkides tapınağına ait olmaları nedeniyle, kentin kuruluş tarihine, yani  İÖ 7. yüzyıla ait olmalıdırlar.

Khryse pyle, bugün bile görkemli görünüşüyle, İstanbul’un sahip olduğu en eski ve önemli tarihi miraslarından biridir


Blakhernai phylakterion’u (Βλάκηερναί- Ayvansaray berkitilmiş surları)

Bu phylakterion, Byzantion döneminde Zeus hieron’unu içeriyordu. İçinde Zeus’a ait görkemli bir tapınağın yer aldığından kuşku yoktur. Zeus, buradaki kutsal alanından çıkıp İkiz yılanları temsil eden kıvrımlı Khrysokeras sahil yolunu takip ederek, Philadelphion’da Eleutherion yamaçların kraliçesi Mnemosyne ile buluşuyordu. Kente kutsal alandan girerken, bir daha Uzak Doğu’da yaşanan felâkete uğramama adına Zeus’a dualar edip kutsanan kişi, artık güven içinde Philadelphion’dan kente giriş yapabiliyordu. Yolun Zeus hieronu’yla başlayıp, Anaplous’ta (Sultanahmet), şimdiki Ayasofya camiinin yerinde bulunan Alkides kutsal alanının güney yakınındaki Zeus Hippios tapınağında son bulması, o günkü inançlara göre son derece anlamlıdır.[140]  Bu anlam, insanlığı kökeni olan Çin’deki Choukoutien’de (İstanbul’da Ioukoundianai, Bkz. Byzantion haritası, “E”), Büyük tufan sırasında insanların sığındıkları girişle birlikte sekiz mağarayı temsil eden ve onunla aynı plâna sahip bir oktagonon olan bu tapınağın kutsallığında yatmaktadır. Benzer bir ifadeyi, Azteklerin Historia Tolteca Chichimeca kodeksi'nde yer alan ünlü bir mağara (oktagonon) resminde de görmemiz, son derece dikkat çekicidir.[141]

Bizans döneminde Theodosius surlarının inşasını takip eden süreçte,  Blakhernai sarayı, Danubios (Tuna) triklinos’u, Triklinos Okeanos, Tiberius’un kamu hamamı, Porfirogennetos  (Tekfur) sarayı ve Iustnianus döneminde Zeus hieronu’nun yerine inşa edilen Theotokos Blahernon (Meryem) kilisesi inşaatlarıyla genişleyip büyüyen Blakhernai’nin,  phylakterion olarak başlangıçta, Brakhilorion phylakterionu’yla aynı plânda olmadığı gibi, alan olarak ondan daha büyük tutulduğu anlaşılıyor. Aralarındaki plân ayrılığının, her iki yapının coğrafi konumlarındaki fark yanında nüfus yoğunluğuyla da ilgili olduğu açıktır. Brakhiolion tam bir kara yapısıyken, Blakhernai phylakterion’u Khrysokeras’a (Altın boynuz, Haliç) hemen bitişik inşa edilmiştir. Yapının doğu bitişiğindeki toprak alanın, Byzantion döneminde burada inşa edilmiş khelai (akra) tipindeki limanlar nedeniyle, zaman içinde dolmasından kaynaklandığı, Gyllius’un Kadırga limanı hakkındaki ifadelerinden anlıyoruz.[142] Dolayısıyla diğerinden farklı olarak, en azından kuzeye bakan surları, Khrysokeras’ın doğal güvencesi altındadır. Bu farkın, Propontis kıyılarına bakan toprak yapısının, Yedikule gibi ağır bir yapıyı kaldırıp kaldıramayacağı konusunda yapılmış olabilecek stratigrafik ve statik bir araştırmaya dayalı olduğu kanısındayız. Sonuçta, düşmanın ilk saldırı için her zaman öncelik tanıyacağından kuşku duyulamayacak Brakhiolion phylakterion’u, bu nedenle daha berkitilmiş yapısal bir durum göstermektedir.


Bous forum’u (ό Βοũς, Βοός  άγο ά, Bous agora’sı, BUS, Öküz forum’u, Aksaray meydanı)[143]

Bous forum’u (agora), geç dönemlerde öküzlerin satıldığı bir meydan haline gelmiştir. Oysa kuruluş felsefesi, buranın tamamen kutsal bir alan, yani Bous’a (Hapi ankh, Hapis, Apis, Tüylü kotuz) adanan bir hieron (temenos) olduğuna işaret etmektedir.

Gyllius, İstanbul’daki Tunç öküzlere değinirken, Ioannes Tzetze’in Khiliades’inde, aynı forum’un “Bovis Locus”[144] olarak geçtiğine işaret ediyor. Yazar, tunçtan yapılmış bir öküz heykelinin burada olması nedeniyle, forum’un bu adı taşıdığını ifade etmektedir. Anlatımının devamında şunlar yer almaktadır: “Bunun nasıl bir öküz olduğunu Zonaras ‘Phoika tiranının bahtsız bedeni, Pergamon’dan getirilmiş olan öküz biçimindeki büyük tunç fırının yer aldığı Bos adı verilen yerde yakıldı’ sözleriyle anlatır. Kedrenos, şehit Antypas’ın bu Bos’a atılarak yakıldığını yazar. Bazı Konstantinpolis tiranlarının ne kadar acımasız olduklarını, suçlulara işkenceyle ne kadar acı çektirdiklerini, Agrigentumluların Boğa’sından anlamak mümkündür. Bu boğayı, Attikalı tunç zanaatçısı Perillos tiran Phalaris için yapmıştı – Plinius onu böyle adlandırır ama başka yazarlar daha doğru olarak Perilaus derler – ve ateşe atılan insanın haykırışından kendine pay çıkarıp, ilk olarak o işkenceyi zanaatçısı üstünde, daha da haklı bir şekilde, vahşetle, denedi. Plinius’un söylediği gibi onun eserini hiç kimse övgüyle anmaz ve görenler onu yapan ele lanet okusun diye uzun süre onu atmadılar, korudular. Zanaatçı fırını neden boğa biçiminde yaptı? Buna, Yunan dilinin kullanımından daha gerçekçi bir cevap bulamıyorum. Yunancada, güçlü bedenli kimselere ‘boğa’ demek alışkanlığı vardır. Nitekim, nasıl ocakların yan tarafında kapı benzeri ağızları varsa Perilaus da aynı şekilde Boğa’nın yan tarafında kapı yapmıştı. Ben bu tunç boğanın

Pergamon’dan değil Sicilya ya da İtalya’dan İstanbul’a getirildiğini düşünüyorum…Bazı kimseler eskiden İstanbul’da bir tunç öküz olduğunu bilmiyor değiller, bazıları da bu öküz hakkında yaşlıların ilettiği kehanetle övünmek alışkanlığındalar. Bu kehanetle ilgili olarak bazıları yorumu kendi dönemlerine aktarırlar ve bunun, 370 yıl önce bilgin Ioannes Tzetzes’in Khiliades’inde yazdığı yorumundan çok daha gerçeğe yakın olduğunu söylerler; Tzetzes’in yorumu şöyledir: ‘İstanbul’da bir kehanet ortaya atılıyordu: ‘βο ς  βο σει τε χαί τα ο θ ην σει ‘öküz böğürecek, boğa yas tutacak’…”.[145]

Her şeyden önce Gyllius, Bous forum’unu on birinci bölgeye yerleştirirken, tıpkı Eleutherion limanına “Theodosius limanı” demesinde olduğu gibi büyük yanlışlığa düşmüştür. Yenikapı limanı hakkındaki bu yanlış değerlendirme, ne yazık ki günümüzde de süregelmektedir.[146]

Örneğin tarihçi, İstanbul’un Antik dönemine ait en güvenilir kaynaklarından olan Notitia’ya (Notitia Urbis Constantinopolinae, Antiqua Descriptio Regionum Urbis- Kentin Bölgelerinin Eski Tasviri)[147] kitabının sonunda yer vererek ona olan güvenini göstermiş olmalıdır. Bu kitapçıkta ise on ikinci bölge tarif edilirken, Altın kapı, Troas portiko’su, Theodosius forum’u ve limanının bu bölgede olduğu açık bir şekilde ifade edilmişken, Gyllius bunu görmezden gelmiştir. Kutsal sayılması nedeniyle Cumhuriyet’in erken dönemine kadar, ataları Byzantion dönemine dayanan yerli balıkçılar tarafından “Elefterion” olarak bilinen ismin, hiç değişmeden günümüze kadar ulaşmış olması, gözlerden ırak tutulmamalıdır.

Gyllius, on ikinci bölgede bulunan Theama için şunları söylüyor: “Suda, önceleri bazı kimselerin Kserolophos’u, içinde on beş burma sütun, bir Artemis heykeli, kurucusu Severus’un heykeli ve Severus’un kurban kestirdiği, bazan çok sayıda kehanet aldığı bir themation (anıt) üç ayaklı kazanı (kazan biçimli kaide üstünde heykel? Kehanet kazanı biçiminde anıt?) bulunduğu için theama (görülecek şey, gösteri) olarak adlandırıldığını yazar... İlk çağ araştırıcısı Benedictus Aegius’un gönderme yaptığı Priscianus,[148] Aeoles’in (Aiolialılar) bazan araya F (digamma)  koyma alışkanlığında olduklarını söyler. İstanbul’da, Kserolophos’ta bulunan çok eski bir Apollon üç ayaklı kazanında görüp bizzat okuduğum epigramma’lar da bunu doğrular. Şunlar yazılıdır: δημοφόFων λαFoνάFων. Aynı şekilde, başka bir yerde Aiolialılar’ın aynı sözcüğün iki ünlüsü arasına digamma koyduklarını, bizim de onları izlediğimizi söyler: ο̃Fις- ovis, δάFος- davos, ω̃Fον- ovum. Çok eski harflerle yazılmış olarak birçok üç ayaklı kazan üstünde ve özellikle İstanbul’da, Kserolophos adı verilen yerdeki kazan üzerinde okuduğum çok eski epigramma’lar da bunu kanıtlar. Bunlar şu şekilde yazılmışlardır: Δημοφόων, Λαοxοων  yerine ΛαFοόFων. Başka yazarlar Kserolophos’da, Arcadius sütununun kaidesine yakın olarak Küçük Theodosius’un, Valentinianus’un ve Marcianus’un sütunlarının da bulunduğunu ama bunların depremlerle yıkıldıklarını anlatırlar”.[149]

Yazar bir tarafta, Theodosius forum ve limanının Eleutherion limanı olduğu iddiasında bulunurken, diğer yanda da şöyle demesi, açıkça onun bu konuda düştüğü çelişkiye işaret etmektedir: “Altıncı tepeden geniş bir vadiyle ayrılmış olan Kserolophos adı verilen yedinci tepede hâlâ görülen Arcadius sütununa bakarak, kentten çıkmak için Altın Kapı’ya yönelen kimsenin önünde beliren bütünüyle düz, uzun bir alan olduğunu ama sol tarafta, yumuşak eğimli inişlerle sınırı denizde son bulan on ikinci bölgenin bulunduğunu anlamak mümkündür. Bölge, Altın Kapıyı, Troas porticusu’nu, Theodosius Forumu’nu, Theodosius Limanını ve içinde sarmal merdivenleri bulunan Arcadius sütununu barındırıyordu ”.[150]

Sonuç olarak şunu söylememiz mümkündür. Gyllius, olasılıkla tadilât çalışmalarını ilk olarak Constantinus’un başlattığı ve daha sonra da Theodosius tarafından, kendi adıyla anılan Forum Theodosiacum/II ile birlikte tamamladığı Eleutherion limanından Amastrianon’a kadar uzanan bölgede, zaman içinde yer alan ve Bizans mimarisi için oldukça önemli yapılar hakkında  bilgiler vermektedir. Ancak, on ikinci bölgede limana yakın bir konumda olması gerektiğini varsaydığı Theodosius forum’unu,  Forum Arcadii olarak gösterirken konumu hakkında kesin bir görüş belirtmemektedir.

Yazar, Constantinopolis’te bulunan Theodosius’un üç ayrı forum’unu şöyle ifade ediyor:[151]
1.      Beşinci bölgede Strategion’da bulunan “Forum Theodosiacum I”, ya da “Forum Praitorion (Praetorium)”, yani Vilâyet Binası.
2.      Altıncı bölgede, Tauros’taki “Forum Theodosii”.
3.      On ikinci bölgedeki “Forum Theodosiacum II”.
Forum Theodosiacum II, Notitia’da da on ikinci bölgede gösterilmiştir.

Ancak, Notitia’daki on ikinci bölgenin sınırlarıyla, Gyllius tarafından belirlenen aynı bölge sınırları arasında oldukça büyük sayılabilecek farklılıklar mevcuttur. Aynı eserde, bu bölgenin kuzey ve doğu sınırları, Theodosius surlarında, Pege pyle’nin biraz kuzeyinden başlamaktadır. Daha sonra, Mokios sarnıcının güney yakınından geçip Bous forum’unu güneyden dolanarak Eleutherion limanının doğu sınırında sekiz ve dokuzuncu bölgelerin buluştuğu köşede son bulmaktadır. Hat, buradan güneye dönerek, Eleutherion limanının doğu kenarında kalan Theodosius tahıl ambarını (horrea) dokuzuncu bölgede bırakıp, bunun batısından, limanın doğu kıyısını takip ederek Propontis’e ulaşmaktadır.

Oysa Gyllius’un on ikinci bölgesi, Theodosius surlarında yaklaşık aynı noktada başlamaktaysa da, yine yaklaşık olarak Mokios sarnıcı hizasından güneye dönerek Psamathia (Samatya) limanının batısından Propontis’e varıyor. Gyllius’un haritasına göre Psamathia limanı dokuzuncu, Eleutherion limanıysa yedinci bölgede kalmaktadır.

Notitia’da, Khryse pyle’den Eleutherion limanına kadar olan uzantıda, yalnızca Theodosius limanının adı geçmekte, Eleutherion limanının adına ise rastlanılmamaktadır. Oysa bölgede, Theodosius limanından sonra, Psamathia’nın güneyinde Helenianai ve Bous forum’unun güneyinde de Eleutherion limanı olmak üzere iki liman bulunmaktaydı.

Notitia’da, Eleutherion limanı gibi kentin en önemli limanının adının geçmemesi dikkat çekici ve bir o kadar da önemlidir. Bu nedenle;
1.      Tasvirde adı geçen limanın hemen doğusunda yer alan Theodosius’un horrea’sı ile Patria Konstantinopoleos’un adı bilinmeyen yazarının söz ettiği forum’un önce Theama adını taşıdığı, sonra Theodosius forum’u adını aldığı ifadesiyle, Notitia’daki ifade birbirini tutmaktadır.
2.      Eleutheriou’da Theodosius tarafından yaptırıldığı ifade edilen, Peter Coeck ve Vavassore gravürlerinde Bous forum’unun ortasında Colosseum benzeri bir yapı olduğu anlaşılan Hippodromos’un varlığı da göz önüne alındığında, Theodosius tarafından restorasyonu yapılmış olan Eleutherion limanının, olasılıkla kısa bir süre Theodosius limanı olarak anılmış olduğunu varsayalım. Bu durumda aynı adla anılan iki liman olacağından, ikinci limana ek bir isim verilmiş başka bir adın olması gerekir. Oysa, hiçbir Antik kaynakta buna dair bir kayıt mevcut değildir.
3.      Olasılıklar arasında en güçlü olanıysa, Eleutherion limanının zaten çok bilinen bir liman olması nedeniyle Notitia’da yer almadığı ve Theodosius limanıyla Forum Theodosiacum II’nin, Notitia’daki on ikinci bölge tarifinde olduğu gibi, Psamathia (Samatya) yakınlarında bulunduğudur.
Bu durumda, Gyllius’un da değindiği Kserolophos’ta yer alan sütunlarla diğer pek çok sanat eserinin bulunması nedeniyle Theama forum’u[152] adındaki meydanın Forum Theodosiacum adını almış olması, üçüncü maddede ele aldığımız savı kuvvetlendirici bir veri olarak kabul edilebilir görünmektedir.

Sonuçta Gyllius’un, içinde Theodosius’un sütunu ile üç ayaklı kazanın da bulunduğu themation’larla dolu alanın önce Theama forum’u, daha sonra Forum Theodosiacum II olarak anılmış olması hakkındaki tezinin, diğer görüşüne göre daha ağırlık kazandığı ortaya çıkmaktadır. Buna göre, Theodosius limanı da, onun dediği gibi Eleutherion limanının eski adı değil, Psamathia’nın hemen güneyinde yer alan ve eski Helenianai limanı olarak da bilinen limanın batı yakınında Theodosius’un adına yaptırdığı yeni limandır.

Yukarıdaki saptamalarımız, bugünkü Samatya Sosyal Sigortalar Hastanesi ya da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin bulunduğu alanda olduğunu varsaydığımız Forum Theodosiacum/II’nin adresinin doğruluğunu pekiştirici kanıtlar olarak kabul edilebilir görülmektedir.

Byzantion dönemi dışında olan konu hakkında, yukarıdaki geniş araştırmaya, geçmişte kalan bilgiler üzerinde dayanaksız hükümler vermenin ne denli yanlışlıklara sebep olabileceği, gereksinim duyulduğu ve bir takım tarihi gerçeklerin aydınlatılmasına ihtiyaç duyulduğunda, araştırmacıları ikilem içinde bırakıp başka yanlış hükümlere vardırabileceği olasılıklarının önüne geçebilmek amacıyla yer verdik.


Amastrieon, Amastrianon (ΑΜΑŚΤΡΙΕΩΝ, Αμαστριεων, Αμαστριανον   
Aksaray Caddesi civarı)

Wiener, daha Yunan[153] döneminde Kserolophos’ta eski bir Apollon tapınağı ile Eleutherion’a yakın Amastrianon’da Helios ve Selene hieron’larından bahsetmektedir.[154] İbadet ve yaşam alanlarına işaret eden bu hieron’ların çevrelerinde sivil yerleşimlerin bulunmadığını düşünmek olanaksızdır.

Amastris (Αμαστρις, İÖ 306-284), Pers kralı III. Darius’un (Dāriūš, İÖ 336-330) kardeşi Oxyathres’in kızkardeşiydi. Büyük İskender ünlü Issos savaşından sonra (İÖ 333), III. Darius’la aralarında bir yakınlık doğmuştur. İmparator bu yakınlığı pekiştirmek için, Amastris’i, Byzantion’un ünlü kişilerinden olan ve Pelargos Caddesi üzerinde bir konağı bulunan Krateros’la evlendirmek istemişti.[155] İmparator’un bu davranışı, tabii ki politik bir amaca yönelikti. Onun, damat olarak Byzantion’lu ünlü bir kişiyi seçmiş olması, Byzantion’u ne kadar benimsediğini, kendini Byzantionlu olarak da gördüğüne işaret etmektedir. Ancak bu evlilik, Krateros’un kendisine eş olarak Antipater’in kızkardeşi Phila’yı seçmiş olması nedeniyle gerçekleşmemiştir. Amastris daha sonra, Bithynia’da Heraklea Pontika tiranı Dionysios’la İÖ 322’de evlenmiştir.[156]


Büyük İskender ve Darius’u, İÖ 333’te Issos savaşında karşılıklı gösteren ünlü İskender mozaiği.

İmparatorun bu evlilik hakkındaki girişiminin, Darius’un ölümünden önceye ait olduğu anlaşılıyor. Bu tarih en geç İÖ 330 olarak bile alınsa, Büyük İskender’i kıramayan Krateros’un, Amastris’i kısa bir süre de olsa konağında konuk olarak ağırladığına işaret etmektedir.

Paphlagonia, Amastris AR Didrahmi. Yaklaşık İÖ  285. Amastris’in başı sağa, Mithra tarzında örtülü başında çelenk & yıldız  / AMASTRIEΩN, Aphrodite sağda tahtta polos giymiş & sağ elinde Nike, sol elinde asasını tutuyor;sol ayağının önündeki mersin tomurcuğunu yukarı kaldırmakta. RecGen 5, SNG von Aulock 152, Dewing 2123/2124. (SNGBMC 1302ff).
Paphlagonia, Amastris – Ancient Greek Coins – WildWinds.com:



Bous forum’u (Aksaray meydanı) yakınında, bugünkü adı Aksaray Caddesi olan caddenin yakın civarını oluşturan Amastrianon semti.


Buradan elde ettiğimiz kanıtlar, bölgenin “ΑΜΑŚΤΡΙΕΩΝ, Amastrieon” olarak taşıdığı adın kaynağını ve “ε” yazılımı nedeniyle bir Anadolu ismi olduğunu açıkça göstermektedir.

Diğer tarafta, Amastrianon adı açıktır ki bir bileşik kelimedir. Amastrieon kökeninden gelen ismin değiştirilmesinden kaynaklanmış olabilecek kelimeyi “amass>tri<anon” olarak açacak olursak, “üç yolun (tri) şimdi (anon) birleştiği yerde yığılma, toplanma, ya da birikme (amass)”[157] anlamı da ortaya çıkmaktadır. İsim olarak ait olduğu bölgeye uygun düşen bu yol günümüzde, Yedikule kapısından ayrıldıktan sonra, bugünkü Samatya hastanesinin önünden geçerek Bous forum’undan Yenikapı’ya uzanan Mustafa Kemal Caddesi’ne ulaşan Mnemosyne’nin yoluyla, bu caddeden bir üçgen oluşturarak ayrılıp, kuzeydoğu yönünde, çapraz olarak çıkıp Ordu Caddesi’ne varan Aksaray Caddesi’dir. Müller-Wiener, bu caddeye açılan sokakta yer alan Myrelaion kilisesi (Bodrum camii) ve Myrelaion sarayından behsediyor.[158] Yazar, saray yapısının Erken Bizans dönemine ait olduğunu ileri sürmektedir. Ancak yapının altındaki sarnıçta, yapı malzemelerinin tanımlanabilmesini bile engelleyecek şekilde görülen tadilat ve onarım nedeniyle bu konuda karar verebilmek oldukça güçtür. Her şeye karşın, yuvarlak yapıyı oluşturan taş duvar işçiliğinin Yedikuledeki Byzantion dönemi taş işçiliğiyle olan benzerliği, eserin öncelikle bir Byzantion yapısı olduğuna dair izler taşımaktadır. Bu duvarlar, Dion’un Byzantion surları için söylediklerine benzer şekilde, neredeyse birbirlerine yapışık, adeta tek bir taştan yapılmış duvar gibi mükemmel bir örgü sistemi ve işçiliğe sahiptir. Bu tür işçilikleri, sonraki dönemlerde ne Roma ve ne de Bizans dönemlerinde görmemiz mümkün değildir.

Daha Byzantion döneminde yoğun yapılaşma gösteren Amastrianon için Gyllius şunları söylüyor: “Eskiden Theodosius Limanı’na bitişik olan Blanka adlı bostanların doğuya bakan uç bölümü üstünde, kuzeyden gelerek uzanan bir yamaç, ileri doğru çıkıntı yapar. Bunun üstünde halkın Myreleos (Myrelaion) adını verdiği bir kilise, kilisenin içinde, tuğla tonozu yaklaşık altmış mermer sütunla taşınan sarnıç vardır; sarnıç eskiden tahıl deposuydu ve Suda onu yanlış olarak horeium şeklinde yazmıştı.[159] Suda, İskitlere karşı orduya komuta eden Maimus’un heykelinin  horeium denilen yerde, şimdi Myrelaion olan Krateros konağının karşısında ve tunçtan yapılmış ellere, aynı zamanda tunç Modius’a[160] yakın bir yerde olduğunu söyler. Modius’un, tahılın, dolu


Tunç Modius’ta, sıvı yağ dolu bir amphora’nın tartım işlemleri yapılıyor. Tartının seviyesi insan boyundan yüksek olması nedeniyle, buraya ahşap basamaklı bir merdiven vasıtasıyla çıkılıyor olmalıydı.

olarak, alınıp satıldığı doğru ölçü olduğunu, ölçeğin İmparator Valentinianus’un yasasıyla belirlediğini, buna göre tahılın modius’unun on iki nomisma’dan (sikke) satılacağını ve buna itiraz edilemeyeceğini, bu yasaya uymayan bir gemicinin sağ elinin kesildiğini, bu yüzden tunçtan yapılmış ellerin oraya yerleştirildiğini, Valentinianus tarafından Amastrianon kemerli yapısında iki tunç el arasına tunçtan Modius konulduğunu anlatır. Başka yazarlar başka bir neden ileri sürerler: Valentinianus Modius’un silme değil tam ölçü satılması için yasal yaptırım getirmiştir ve buna karşı çıkan birinin elleri kesilmiştir. Georgios Kedrenos, Amastrianon adlı yerin bu adı makbul olmayan bir adamdan aldığını, Amastrisli (Amasra) olan bu kişinin yoksulluk nedeniyle İstanbul’a göç ettiğini yazar;  ya da, yazara göre bu ad, yerin kötü şöhretinden dolayı verilmişti, çünkü tüm suçlular ve katiller cezalarını burada çektiklerinden, lanetli Paphlagonialılara ait bu çok utanç verici ad bu yere uygun görülmüştü. Aynı yazar, yine aynı yerde çok büyük bir Helios (Güneş) ve Selene (Ay) tapınağıonın bulunduğunu, tapınakta, Güneşi beyaz bir arabada, Ay’ı da, gelin gibi dört atlı arabada götürülürken tasvir eden bir sahne bulounduğunu, bunun Phidalia’nın kocasının eseri olduğunu anlatır. Yine, altta, temele yakın bir konumda, elinde hükümdarlık asasıyla tahtta oturan kimsenin hükümran halklara boyun eğilmesi gerektiğini öğütlerken gösteren sahne ve daha altta, tabana yakın konumda, Zeus’un, yatakta uzanmış gibi duran beyaz mermerden bir heykelinin bulunduğunu, bunun Pheidias’ın eseri olduğunu söyler. Eğer, daha önce sözü edilen konak Sofist Krateros’un konağıysa, onun, Mısırlı Iulianos’un dizeleriyle ünlenen kürsüsü de burada olmalıydı”.[161]
Her şeyden önce Gyllius’un, Eleutherion limanına ısrarla Theodosius limanı dediğini görüyoruz. Zaten günümüze dek, bu limana ondan başka “Theodosius limanı” diyen de olmamıştır.[162] Öyle farzedelim ki yazar, bu limanın Theodosius limanı değil de, hiç olmayacak şekilde Eugenios limanı olduğunu iddia edip, yukarıdaki cümlesini bu liman üzerinden kurmuş olsun. Bu durumda anlatımı şu şekilde olacaktır: “Eskiden Eugenios Limanı’na bitişik olan Blanka adlı bostanların doğuya bakan uç bölümü üstünde, kuzeyden gelerek uzanan bir yamaç, ileri doğru çıkıntı yapar”. Şayet ifadesi böyle olsaydı ve Eugenios limanı hakkında kesin olan bilgilere sahip olmasaydık, kuşkuya kapılacak ve limanın gerçekten bir zamanlar Eugenios limanı olarak adlandırılmış olup olmadığını sorgulayacaktık. Constantinopolisli olup kentte bire bir yaşamış Procopius’un aksine, Gyllius’un, kenti Osmanlılar döneminde keşfe gelmiş bir yabancı olarakı kitabının çeşitli bölümlerinde kanıt göstermeksizin, kent hakkında vardığı dayanaksız varsayımlar ve yanlış saptamaların, onun kentin tarihi hakkında verdiği en sakıncalı bilgileri oluşturduğuna tanık olmaktayız..

Tarihçinin diğer yanlış bir ifadesini, Myrelaion kilisesine (Bodrum camii) değinirken görüyoruz.[163] Kilisenin sarnıcına ait tavanın tuğla tonozlu olduğunu söylüyor. Oysa, Müller-Wiener’in kitabındaki resimden bile saptanabileceği gibi, tonoz tavan Bizans tuğlalarıyla değil, Byzantion’un mükemmel işçilik gösteren blok taşlarıyla döşenmiştir.[164]

Gyllius, Myreleos sarayının altında bulunan sarnıç için Suda’yı, horrea (horeium) demesi nedeniyle suçlamaktadır.[165] Ancak, buranın horeium denilen yer olmayıp, eskiden tahıl deposu olarak kullanıldığını söylemesi, Gyllius’un ya horreum’un anlamını, ya da işlevini  bilmediğini göstermektedir. Suda, sarnıcın horreum, yani tahıl deposu olarak kullanıldığını doğru olarak ifade etmiştir. İskitlere karşı orduya komuta eden Mamius’un heykelinin Myreleos sarnıç ya da sarayının yakınında olduğu anlaşılmaktadır. Sarayın Byzantion döneminden kalma Krateros konağı olduğunu, Modius ve Tunç Eller’in de bu konağın karşısında olduğunu öğrenmemizden çıkarmamız mümkündür. Tunç Modius ve eller, horrea’nın hemen karşı yakınında olmalıydı.[166]

Modius’un, kelime anlamı olarak kuru ve sıvı gıda maddelerinin hacim ölçüsü birimi olması nedeniyle, büyük ölçüde tahıl dolu çuval, amphora ya da sandık şeklinde ambalajlanmış maddelerin ölçülmesinde kullanılan bir tartı; Tunç Eller ise, tartının yanlara açılan kollarının ele benzetilmesi, ya da bu kolların sonundaki kefeyi tutan tunçtan el şeklindeki biçemlerin kastedildiği anlaşılmaktadır.

Yakın geçmişimizde, hemen hemen aynı bölgedeki odun depolarından yapılan alışverşlerde, kamyonun darası alınarak tartılan büyük bir kantarın varlığı, geleneğin ne kadar eskiye dayandığının en belirgin örneklerinden birine işaret etmektedir.
Gyllius, “Propontis tarafında, her biri denize doğru uzanan iskelesi ve onun aracılığıyla gemilere ulaşan limanı olan yaklaşık beş kapı bulunur: Sarayınkiler dışında ilk kapı Sterkoraria, ikincisi Leonia (Porta Leonis), üçüncü (Porta) Condescala’dır” derken, önemli bir noktaya değinmektedir. Gyllius’un yukarıda ifade ettiği, denize iskelesi olan, gemilere ulaşan liman niteliğinde olduğunu, Mamboury’nin bölge planında[167] saptayabildiğimz iki iskele mevcuttur. Procopius’un anlatılarına göre bunlardan biri, Basilike pyle/II’de (Sterkoraria pyle, Ahırkapı) diğeri ise kapıdan hemen girişte solda agorası (horreum) olan Paralia agora pyle’dir (Geç dönemde Hagia Maria Hodegetria pyle). 

Prookhthoi’de (Cankurtaran) Basilike pyle/II’nin hemen arkasında yer alan horrea, Procopius tarafından, Paralia agora (Forum littoreum) olarak adlandırılmıştır. Byzantion döneminden kalıp olasılıkla Iustinianus zamanında tadilât gördüğü anlaşılan bu pazar yeri,[168]  Propontis kıyılarına açılmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki “horreaadı, ya  Forum littoreum’un daha geç bir dönemdeki değişmiş bir adı[169] ya da buğdaygillerden hordeum (arpa) ve  sahile yakın anlamındaki littoreum (littoral) kelimelerinin “hor-deum; litto-reum” şeklindeki bileşiminin,  ilk ve ikinci hecelerinin kısaltılarak bir araya getirilmesinden oluşmuştur. Diğer tarafta, aşağıda, Bosporos’ta Byzantion dönemi yerleşim yerlerine ait haritada ayrıntılarıyla değinileceği gibi, Efes’liler ve Likya’lıların horrea’larına bakılacak olunursa, Procopius Paralia Agora derken, buranın Paralialılara ait bir agora ve iskele olduğunu kastetmiş olmalıdır.

Iulianus limanındaki Horrea Aleksandria,[170] Strategion ve Phosphoros (Bosporos) limanı arasında, Notitia’da bahsi geçen beş büyük horrea[171] göz önünde bulundurulduğunda, adı Procopius’ta, Paralia agora[172] olarak geçen hububat, yağ, şarap ve olasılıkla başka çeşit dayanıklı yiyeceklerin de deposu olarak kullanılan agora’ların (hordeum-littoreum) gerek iç gerekse dış ticarette sağlanacak kolaylık düşünülerek, limanlarda, gemilerin yanaşıp rahatlıkla yükleme yapabilecekleri bir noktada inşa edilmiş oldukları anlaşılmaktadır. Bu nedenle, Gyllius’un Horrea Theodosii’nin nerede olduğu hakkındaki kuşkusu gereksizdir. Bu horrea’nın Theodosius limanında bulunduğu açıktır. Ancak, yazarın Horrea Aleksandria’nın yeri hakkındaki içinde bulunduğu çelişkide, Modius horrea’sının kuşkusuz Eleutherion limanında bulunması nedeniyle, bu horrea’nın da, büyük olasılıkla Iulianus limanında bulunması  gerektiği hakkındaki görüşünden dolayı, haklı olduğu anlaşılmaktadır.

Helios ve Selene tapınakları (Güneş ve Ay tapınakları)

Tapınaklara geçmeden önce, Gyllius’tan yukarıda yaptığımız alıntıya tekrar değinmekte fayda vardır. Şöyle diyordu tarihçi: “Aynı yazar,[173] yine aynı yerde çok büyük bir Helios[174] (Güneş)  ve Selene[175] (Ay) tapınağının bulunduğunu, tapınakta Güneş’i beyaz bir arabada, Ay’ı da, gelin gibi dört atlı arabada[176] götürürlerken tasvir eden bir sahne bulunduğunu, bunun Phidalia’nın kocasının eseri olduğunu anlatır. Yine, altta, temele yakın bir konumda, elinde hükümdarlık asasıyla tahtta oturan kimsenin hükümran halklara boyun eğilmesi gerektiğini öğütlerken gösteren sahne ve daha altta, tabana yakın konumda, Zeus’un, yatakta uzanmış gibi duran beyaz mermerden bir heykelinin bulunduğunu, bunun Pheidias’ın eseri olduğunu söyler. Eğer daha önce sözü edilen konak Sofist Krateros’un konağıysa, onun, Mısırlı Iulianos’un dizeleriyle ünlenen kürsüsü de burada olmalıydı”.

Gyllius, Helios ve Selene tapınaklarında yer alan  olasılıkla rölyef şeklinde işlenmiş bir tasvirin Phidalie’nin[177] kocasının eseri derken, eserin Byzes tarafından bu tapınaklara hediye edildiğini kastetmekte olmalıdır. Asker ktistes’in ayrıca yontu sanatçısı olduğunu pek sanmıyoruz. Bu kapsamda, tapınağın da Byzes tarafından yaptırılmış olduğu kastediliyor olabilir. Pheidias tarafından yapılmış olduğu anlaşılan tasvirde üç bant halinde alt alta yer alan sahnelerde, olasılıkla gökte, Helios ve Selene’nin ışıklarıyla aydınlattığı Byzantion’da, Byzes elindeki asasıyla tahtta oturur vaziyette, Byzantion’un komşuları olan halklara Byzantion’a itaat etmelerini öğütlerken, en altta yatakta uzanmış durumda tasvir edilmiş Zeus’tan kuvvet almakta olduğu anlatılmak istenmiştir. Zeus’un yatakta uzanır vaziyetteki pozisyonunun, onun nihayet Byzantion’da bulduğu gerçeklere (Uzak Doğu’daki karni olayları) ve bu nedenle duyduğu huzur ve rahatına işaret ettiği ortadadır.

Gyllius’un bahsettiği Sofist Krateros’un, İÖ. 3. yüzyıl başlarında yaşadığı ileri sürülen ve Attika’da alınan kararları Synagogen Psiphismaton’u (Kararlar Derlemesi) hazırlayan bir Byzanition’lu tarihçi olması olasıdır.[178]

Krateros, İÖ. 378-338 yılları arasında süren İkinci Atina Konfederasyonu’nun sona ermesinden otuz sekiz yıl sonraki bir tarihte, Atina Kararları’nı kaleme almış ve bu nedenle de Byzantion’da, Gyllius’un bahsettiği Pelargos Caddesi yakınında, kendi adıyla anılan konağında, bir kürsüsünün bulunmuş olması ihtimal dahilindedir. Buna göre Krateros’un yaşadığı tarih İÖ 3. yüzyıl başları değil, İÖ 4. yüzyıl sonlarına denk gelmektedir.

Kuban, bölgede yer aldığı anlaşılan Amastrianon hakkında şunları söylüyor:
“Kaynaklarda forum olarak adı geçmeyen bir başka önemli meydan da, Tauri ve Bovis (Bous) forumları arasındaki Amastrianon’dur. Günümüze ulaşan hiçbir kalıntıyla saptanamamakla birlikte, bugünkü Beyazıt ve Aksaray arasındaki arazinin batıya ve güneye verdiği eğim göz önüne alınırsa, Amastrianon’un bu dar alanda bir yerde olduğu düşünülür. Birçok araştırmacı bu meydanın, Laleli Külliyesi çevresinde, Bovis Forumu’na yakın olduğunu varsayar. Kentteki başka yapı alanlarında olduğu gibi, burada da zeminin, en azından bir bölümünün yapay teraslarla yükseltilmiş olması gerekir. İmparatorların tören gezilerinde, Filadelfion’dan sonraki ve Bovis Forumu’ndan önceki durak burasıydı. Büyük olasılıkla kentin ilk gelişimi sırasında ortaya çıkan meydan, tıpkı öbür meydanlar gibi, birçok pagan heykelle donatılmıştı. Bunlardan en ünlüsü Zeus Helios, Alkides ve Hermes’i bir quadriga üzerinde gösteren heykel grubuydu. 8. yüzyılda hâlâ Zeus’a adanmış bir tapınak, içinde müzik aletlerinin bulunduğu Artemision adlı bir yapı, ahırlar, bir tiyatro ve belki de bir hipodromun olması ilgi çekicidir. 15. yüzyılın sonunda Vavassore’nin yaptığı planda, Amastrianon’da ya da hemen yakınlarda, çok katlı yuvarlak bir yapının kalıntıları belirtilmiştir. Bizans kaynaklarında adı geçen ve I. Teodosius’un ya da II, Teodosius’un yaptırdığı sanılan bir amfitiyatro bu kompleksin bir parçası olabilir. Bu antik yapının İtalyanca adı Coliseo dei Spiriti, hâlâ süren pagan kültleri ve inançları onaylayan bir Latin yenilikçiliği olsa gerek. Gerçekten de bu meydan kahinleriyle ünlüydü ve içinde bir ırmağı simgeleyen heykelin yanı sıra çok sayıda kurt, kartal, kuş, yılan ve kaplumbağa gibi hayvan heykelleri vardı. Mese üzerindeki öbür meydanlar gibi Amastrianon da hem ticari işlerin yapıldığı bir yer, hem de at ve sığır pazarıydı. Burası, yanındaki Bovis Forumu ile birlikte, aynı zamanda koşum takımları yapanların bulunduğu yerdi” .[179]

a. Ephesos (Efes) Artemision’unun restitüsyonundan görünüm; b. Siyahi Zeus Artemision (Poseidaon ?).[180]a. (www.johnjmcgraw.com/photos_greece/greece.htm).

Yazar, forum’la ilgili anlatımının devamında büyük üne sahip Modius (Tunç Modius) hakkında bilgiler aktarmaktadır. Gyllius’un da bahsettiği büyük terazinin, aynı Tetraskeles’e benzer piramit biçimindeki yapının tepesinde yer alan modius’tan bahsederken, anlatımının sonunda, Amastrianon ve Bous forum’unun iki komşu tahıl ve sığır pazarı olduğuyla aynı limanı (Eleutheros limanı) kullandıkları sonucuna varmaktadır.


Bu doğrultuda Kuban, Bous ve Amastrianon’u, birbirlerine çok yakın iki ayrı forum olarak tanımlamaktadır. Yukarıdaki araştırmamızın sonucuna göreyse Amastrianon’un, Bous forum’unun güneydoğu yakınında, üç büyük caddenin birleştiği noktanın doğusunda, daha Byzantion döneminden itibaren pek çok tapınak ve saraylarıyla ünlü yapıların bir arada toplandığı ünlü bir Byzantion ve Bizans semti olduğu, ancak asla bir forum niteliği taşımadığı anlaşılmaktadır.

Mese Leophoros’un iki yanında yer alan portiko’ların (embelos, emboloi, ambulatuvar,[181] revak), Byzantion döneminden kaldığını düşünmek, hiç de öyle abartılı bir varsayım olmasa gerektir. Bu portiko’lar Philadelphion’dan sonra, caddenin güneyinde diabatika tou Akhilleos,[182] kuzeyinde, Forum Plakoton ile Milion arasında regia (İon. Regios ?) adını taşımaktaydı. Regia kelimesinin regios’tan Lâtinceye dönüştüğü kanısınayız. Bu bağlamda iki anlamı vardır. Birincisi, “Kraliyete ait”, yani kral ya da imparatorlara has, özel portiko’dur. İkinci anlamıysa, daha çok Eski dünyada (Asya, Afrika ve Avrupa) yaygın olan “Ceviz ağacı” anlamındadır (Juglans regia, Common walnut, Persian walnut ya da English walnut). Juglans, ceviz ağacının kerestesi, ya da ceviz rengi anlamına geliyor. Bu çerçevede ise, ceviz ağacı kerestelerinden yapılmış portiko, ya da “ceviz ağacı portikosu” anlamları ortaya çıkmaktadır.

Ancak biz bu adın İonca “Regios” kelimesinden türetildiği konusunda ısrarlıyız. Kelimenin asıl anlamının bilinmemesi ya da unutulmuş olması nedeniyle, Lâtinceye çevrilirken “Kraliyete ait” olarak yanlış bir anlam yüklenmiş olabilir. Bizantion’un kuruluş felsefesinin Uzak Doğu’ya dayandığı düşünüldüğünde, burada saptanabilecek bir anlamın, doğruyu çok daha fazla yansıtabileceği kanısındayız. Bu çerçevede, nereden esinlendiğini bilmiyoruz ama, bize göre en doğru yanıt Japon Baka-Tsuki’den gelmektedir. Tsuki, Regios kelimesini şu şekilde tanımlıyor: “Kısır, verimsiz ve kıraç topraklarla, kirlenmiş yeryüzü nedeniyle göç eden insanların sığındıkları yer”.[183] Bu çerçevede güneydeki Akhilleos portiko’su da anlam kazanmaktadır. Kısaca değinecek olursak, şöyle özetlememiz mümkündür: Uzak Doğu’daki felâketin ardından Ethiopia ve Mısır’dan sonra, adalar, Anadolu ve Yunanistan karasına gelip yerleşen Pelasg, Leleg ve Kar’lardan oluşan halklar yanında, Troia’lıları topraklarından eden Akha’ların tarafını tutan Akhilleos’un, Hektor’u öldürmesiyle başlayan Troia’nın düşüşü, Yunanlıların tahta at hilesi sonucunda gerçekleşmişti. Ancak, Pelasg’ların Hektor’un ölümüyle Troia’nın başına gelenleri ikinci bir felâket olarak kabul ettikleri anlaşılıyor. Troia Byzantion’un güneyindedir. Bu nedenle, Akhilleos’un gazabından korunmak üzere, güney portiko’ya, savaşın sembolü haline gelmiş olan kahramanın adı verilmiş olmalıdır. Bu saptama, Antik dönem insanlarının, başlarına gelen felâketlerin bir daha oluşmaması için, bunların adlarını kentlerinin bazı oluşumlarına verme adetlerini yansıtmaktadır. Zaten Brakhiolion’da Khryse pyle’den (Porta aurea- Altın kapı) hemen sonra gelen Troas portiko’ları hakkında Gyllius şunları söylemektedir: “Kentin Bölgelerinin Tasviri’nde Troadeae adıyla geçen porticus’ları başka yazarlar Troadesiae (Troadesioi Emboloi) olarak kaydeder ve Büyük Constantinus’un surları, Troadesiae Porticus’larına kadar ve on ikinci bölgede yer alan Altın Kapı’ya kadar genişlettiğini belirtirler. Porticus’lara Troas portikus’ları adı verilmesinin nedeninin, Plutarkhos’un[184] Poikile[185] adlı porticus’un  içerdiğini söylediği tarzda bir şey içermesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Plutarkhos, bazı kimselerin eskiden Peisianakteion, şimdi  Poikile  adı  verilen stoa’da Troialı kadınların   resmini yapan ressam Polygnotos’un,[186] Elpinike’nin[187] tasvirine Laodike’nin,[188] yüzünün resmini yaptığını anlattıklarını yazar”.[189]

Buradan anlaşıldığına göre, Polygnotos pek çok stoa’nın boyalarını yapan bir ressamdı. Genelde de tıpkı Atina’da Poikile stoa’sındaki Marathon savaşı, Amazonomahi ve Troia’nın alınışı gibi sahneleri boyamış. Ancak Byzantion’daki Troas portiko’sunu boyarken bu kez, her yerde yaptığı tipleme olduğu anlaşılan Atina’lı Miltiades’in kızı elpinike’nin vücuduna, Troia kralı Priamos ve eşi Hekebe’nin (Hecebe) kızı Laodike’nin yüzünü oturtmuştu. Resmin Troas portiko’larında yapıldığı düşünüldüğünde, bu tercihin, Atina’lılara karşı Troia’lıların tarafını tutan Byzantion’lular adına gerçekleştirildiği, açıkça ortadadır. Bu noktada, Myriandros pyle (Belgrad kapı), Forum Arcadii (Byzantion dönemi ?) ve Bous forum’u arasında düz bir hat oluşturan ve Troas portikolarını içeren yolun, daha Byzantion döneminden beri var olduğu ortaya çıkmaktadır. Buna paralel olarak, Kharsia pyle’den (Edirnekapı) Bous forum’una yönelen diğer yolun da olasılıkla portikolar içerdiği ve buranın da Byzantion döneminde var olduğunu söyleyebilmemiz mümkün görülebilir.

Kuban aynı portiko için: Notitia’da adı geçen Porticus Troadensis’in Mese’nin Bovis Forumu ile Arkadios Forumu arasındaki bölüm olduğu savlanmıştır[190] derken, portiko’nun sınırlarını belirlemektedir. Ancak araştırmalarımızdan elde edilen bilgilere göre, Troas portikolarının Bous-Arcadius forum’larıyla sınırlı kalmadığı, Myriandros pyle’ye kadar devam ettiği kanısındayız. Ahşaptan yapılmış portiko’lar sık sık yangın geçirmişlerdir. Notitia’nın yazıldığı tarihten çok önce Myriandros pyle-Forum Arcadii arasındaki portiko’larda meydana gelmiş olabilecek bir yangından sonra, yerlerine yenilerinin yapılamamış olduğu şeklinde yorumlamamız olası görülebilir.

Aslan takımyıldızının gökyüzündeki  genel görünümü.

Notitia’da kentin 5. bölgesindeki Troas tahıl ambarlarından bahsedilirken şöyle deniyor: “Beşinci bölgenin hiç de küçük olmayan, çapraz eğimli yerlerde bulunan bir bölümü, düzlüğe katılarak uzanır; kentin ihtiyaçlarını karşılayan yapılar bu bölgede toplanır; bölgede, Honorius hamamı, Theodosius sarnıcı, prytaneion, Eudokia hamamı, Theodosius Forumu,[191] ve kare biçimindeki Thebe Dikilitaşı’nın bulunduğu Strategion, zeytin yağı horreum’u (ambarı), anıt çeşme, horrea C(T)roadentia (Troas tahıl ambarları), Valentinianus tahıl ambarları, Constans tahıl ambarları yer alır; bölge, Prosphoros limanına, Khalkedon (Kadıköy) iskelesine sahiptir; bölgede yirmi üç sokak, yüz seksen dört ev, dört büyük porticus, on bir özel hamam, yedi halk fırını, iki özel fırın, dokuz gradus, iki macellum (yiyecek ve özellikle balık olan katık satılan yer) alır; bölgenin bir curator’u, kırk collegiatus’u, beş vicomagister’i vardır”.[192]

Troia ile ilgili yukarıdaki tüm veriler, savaş sonrasında arda kalan Troia’lıların Pelasg’lara dayalı nesillerinin, Byzantion’a nasıl gelip yerleştikleriyle aralarında var olan dostluk yanında sıkı işbirliğinin işaretlerini de taşımaktadır.

Mese’nin kuşkusuz Byzantion döneminden kalmış olan “Leophoros” ünvanı, Hekate’nin (̀̀Eκατη, ̀Eκατα= Hekatê, Hekata) Phosphoros (Işık taşıyan Hekate- Phosphoros= Fosfor) adıyla birleştiğinde, kentin kuruluş plânını aslan burcuyla ilişkilendirmek de olasıdır. Leo= aslan ve p>horos<copy>= yıldızlara bakarak kehanette bulunma sanatı anlamında, Mese ve etrafındaki önemli merkezlerin, Aslan takımyıldızını sembolize etmiş olabileceği savı, ilginç bir şekilde ileri sürülebilir görünmektedir. Buna ait belgeleri, yaklaşık 2700 yıl sonrasında bile saptayabilmemiz, bizler için bir şanstır.

Aslan takımyıldızının kalbini oluşturan 29°’de, Aslan'ın Regel ya da Regulos’u yer almaktadır. Regulos, takımyıldızın ilk önemli veya en büyük ve parlak yıldızı anlamına geliyor. Ayrıca, “aslanın kalbi” ve İonca’da “küçük kral- Basiliskos (Basilik)” anlamlarını da taşıyor. Bu bağlamda, Regulos’u temsil eden Alkides kutsal alanının, Basilike stoa’nın hemen yakınındaki konumu, dikkat çekicidir. Bu durum, stoa’nın büyük olasılıkla Byzantion döneminde inşa edilmiş olmasına da işaret etmektedir. Kümenin birinci dekanında Hydra, ortada Krater (Crater), üçüncü dekanda ise Korvus (Corvus) yani Büyük Karga bulunmaktadır.[193] Sabit yıldızlardan Algarab da bu takımyıldızdadır.  

Takımyıldızı oluşturan elemanları sırasıyla şöyle tanımlamamızda fayda vardır:
  1. Hydra (β): Erhat Hydra hakkında şunları söylüyor: “Yılan ya da ejder anlamına gelen Hydra, Typhon’la Ekhidna’nın kızı ve Kerberos, Khimaira, Phiks gibi canavarların kız kardeşi sayılır. Hesiodos Hydra’yı şöyle tanımlar (Theog. 310-315): ‘(Ekhidna) Hydra’yı doğurdu onlardan sonra, Hydra o bataklıklar canavarı ki tüyler ürpertir bütün yaptıkları, o Hydra ki ak kollu Hera tanrıça büyütmüştü korkunç hıncını gidermek için güçlüler güçlüsü Herakles’e karşı’. Herakles ikinci iş olarak bu canavarı öldürür (Herakles) ve oklarını onun zehirli kanına batırır. At adam Nessos’un Deianeira’ya verdiği iksire de bu canavarın kanı karışmıştır derler, ayrıca bir ırmağa akan kanı ırmak sularının zehirlenmesine ve bölgeye leş kokularının yayılmasına yol açmış”.[194] Hesiodos’un anlatıları, Uzak Doğu’da yaşanan karni olayı ve Büyük tufan’la tamamen çakışıyor. Üç başlı Kerberos’un başları, Hydra, Khimaira ve Phiks’i temsil eden, günümüzde Çin’de Soğuk bataklıkları “Hades bataklıkları” olarak anılan bölgede, İÖ 4000-3500 yıllarında Marduk olayı nedeniyle faaliyete geçmiş üç bacalı volkan sembolüdür. Alkides, Erhat’a göre Âdem’i sembolize etmektedir. Here, güya Âdem’e olan hıncı nedeniyle onu alt edebilmek için Hydra’yı büyütmüş. Alkides bu canavarı öldürmüş, yani volkan faaliyetlerine son vermiştir. Oklarını onun zehirli kanına (bu kan, volkandan fışkıran ham petroldür) batırır. Dolayısıyla, ırmağa (Hoang-Ho ırmağı) karışan ham petrol, ırmak sularını zehirleyerek orada yaşayan balıklar dahil tüm canlıları öldürmüş ve su yüzüne çıkan cesetler, petrol karışımıyla birlikte etrafa leş kokuları salmıştı.[195] Takımyıldızın Here’nin Alkides’e, yani ilk insana düşman olarak yetiştirip büyüttüğü Hydra yıldızıyla başlaması, oldukça anlamlıdır.
  2. Krater (δ): Takımyıldızın ikincisi, Hydra’nın kimliğinin tanımlayıcısıdır. Zaten bu noktadan “β” ve “δ” noktalarına uzanan bölümlerin sonunda, huni ağzına benzer şekilde oluşmuş üçgen biçemi de, bir krater ağzına işaret etmektedir.
  3. Corvos (Corvus, ): Büyük Karga olarak da bilinen Corvos’un anlamı ilgi çekicidir. Karga, dünyanın yaradılışı ve insanların oluşumunu konu edinen mitoslarda önemli rol oynamıştır. Mitolojide, halk inançlarına göre gelecekten haber verici, yani kâhin olarak nitelendirilmiştir. Ötüş, uçuş ve bir yere konuşundan bile anlamlar çıkarılır, bunların biçiminden kötülük ya da iyilik geleceğine inanılırdı.[196]
  4. Algarab (γ1): Algarab hakkında, Uzak Doğu’daki olaylarla bire bir örtüşen bilgileri Riddle’nin açıklamasında buluyoruz. Yazara göre bu isim “Vajinanın içine, spermleri zayıflatmak için tuz yerleştirmek” anlamına geliyor.[197] Uzak geçmişimizde, vajinanın ateşi, volkanların lav ateşine; spermlerin vajinaya dökülmesi ise, volkanların suyla dolup ateşin sönmesiyle eşdeğer anlama geliyordu. Tuzun spermleri zayıflatması, tuzlu deniz suyunun volkan kraterlerini, Büyük tufanın güçlü yağmurlarıyla birlikte doldurarak onların sönmesinde yardımcı olduğu anlatılmak istenmiştir. Yani Alkides, Hydra’yı Algarab vasıtasıyla öldürmüştür.
  5. Regulos (Regulus, α): Alkides, mitoslarda Âdem’i temsil etmektedir. Tanrıça Here’ye rağmen Hydra’yı öldürerek insan soyunun devamını sağlamıştır. Burada anlatılmak istenen, tabii ki Âdem’in volkanı elleriyle söndürmesi değil, fakat kendini volkanların etkisinden koruyarak canını, dolayısıyla gelecekteki insan neslini kurtarmış olmasıdır.
  6. Hebei (Hebe, η):[198] Alkides, yani Âdem’in eşidir. Alkides’in bu mücadelesinde, onun yanında yer almıştır.
  7. Posaidaon (γ): Zeus’un kardeşi, güçlü tanrı Poseidaon, Marduk’un atmosfere sürtünerek geçişi sırasında oluşan çekim gücü ve çok güçlü fırtınalar nedeniyle, denizde önce çok büyük bir hortum oluşturmuş, Marduk’un geçip gitmesinden sonra yok olan çekim gücü nedeniyle, olağanüstü derecede sıcak su içeren hortum suları tekrar Çin’deki Sarıdeniz ve Kuzey çin denizine döndüğünde, kopan kuvvetli kasırgadan da destek alıp oluşan müthiş tusunami dalgaları, Büyük Çin ovasından içerilere girmiş, Gobi ve Tarım havzalarına kadar ulaşarak bu çanaklarda birikmiş, tekrar geri dönememişti. Bu sırada, yükseklikleri 92.44 m’den daha az olan ve faal durumdaki krater ağızlarını da kaplayarak onların sönmesine neden olmuştur. Bu olayların ardından insanların büyük bir kısmı, daha sonra Maya, Aztek ve İnka adını alan toplumlar, Amerika kıtasına; diğer bir bölümüyse Pasifik okyanusundaki adalara deniz, yani Poseidaon’un yardımıyla ulaşmışlardı. Yani bu yıldız, Poseidaon’un şahsında Asya’daki büyük deniz göçlerini sembolize etmektedir.    
  8. Demeter (ζ): Günümüzde hâlâ adı değişmemiş olan Kore yarımadasıyla, Çin ovası arasında kalan Kore körfezi ve Bo Hai denizinin bulunduğu alan, aslında bir kara parçasıydı.[199] Ancak, Marduk olayı sırasında burası büyük çöküntülere maruz kalmıştır. Bu olay mitoslara, Demeter’in (Δημητηρ= Dêmêtêr) kızı Kore’nin (Persephone= ΠερσεΦουη, Persephonê) Aidoneus (Hades) tarafından yer altına kaçırılması şeklinde hikaye edilerek işlenmiş. Volkanlardan püsküren metal eriyiklerini de içeren lâv, ham petrol ve tuzlu deniz suyu nedeniyle bölge, kısa zamanda çamur ve bataklıklara dönüşerek verimsiz hale gelmiş. Güya Demeter de (göç eden tüm insanları temsil ediyor), Aidoneus’a küserek, kızı Koreyi (verimli topraklar) aramak üzere tüm dünyayı dolaşmaya çıkmış.[200]
  9. Gaie (μ): Tanrıçanın Aslan takımyıldızındaki yeri, onun tüm olayları kaldırabilecek, tüm felâket ve badireleri atlatabilecek bir ana tanrıça (toprak) olduğu, aslanın başını (beynini) sembolize eden yeriyle belirtilmiş. Gerçekten de, çöl haline dönüşen Tarım havzası (Taklamakan çölü) ve Gobi hariç, tüm topraklar bin, ya da bin beş yüz yıl sonrasında ancak eski mümbit haline dönebilmişti.
  10. Kore (Persephone, ε): Aslanın yüzünü oluşturuyor. Başından, Demeter bölümünde değindiğimiz olaylar geçen Kore, oyun arkadaşlarıyla birlikte çayırda çiçek toplarken, birdenbire Aidoneus tarafından Hades’e (magma) kaçırılması nedeniyle,+ çok üzülüp ağlamış. Bu nedenle Byzantion’daki tapınağı Bosporos kıyısında yer alıyor. Gözyaşları boğazın suları gibi akıp gider olmuş. Ancak Aidoneus’un kendisine verdiği nar meyvesini yemiş olan Kore, bu sevgi büyüsüyle  yer altı hâkimine bağlanmış. Ağlayıp yakarmaları sona ermiş. Yılın üçte ikisini, yani çiçek açma ve meyve zamanını, anası Demeter’in, geri kalan üçte birini, yani kışı da kocası Aidoneus’un yanında geçirmesi hakkında Zeus’un bulduğu çareyle birlikte, toprağın bereketi olan Demeter geri dönmüş. Buradan anlaşılan, tektonik olaylar sonrasında Kore topraklarının üçte birinin çöktüğü, geri kalan bugünkü toprakların ise, kısa bir süre sonra tekrar eski verimli haline dönüştüğüdür.

Olayların takımyıldızına uyarlanış biçim ve sırası olağanüstü mükemmeldir. Byzantion’a bu bağlamda verilen anlam önünde şapka çıkarmak, şaşkınlık içinde etrafa boş boş bakınmak ve susmaktan başka yapacak bir şey bulamıyoruz. Şöyle sormaktan da geri kalamıyoruz kendi kendimize: “Barbarlar bunlar mıymış, yoksa bizler mi barbarız?” diye.

a= Afrika Zimbabwe’de (Nemea) Victoria şelâlesinde görülen muhteşem gökkuşağı. Bu görüntüsü nedeniyle “Gökkuşağı şelâlesi” olarak ünlenmiş ve bu adla da anılmaktadır. Şelâle, son derece gürültülü akışı nedeniyle havlayan köpeğe, gökkuşağı ise, güzelliğinden dolayı, bu olağanüstü manzarayı görmeye gelenleri buraya çekmesi nedeniyle, Here’ye benzetilmiş; b= Zeus Gargaros .[201] tepesindeyken, yanına gelen Here’yle sevişiyor: 1. Orthos köpeği; 2. Gökkuşağı Here; 3. Bulut Zeus; 4. Gargaros’un çimenlik halıları.[202]
a. (www.rainbow-wallpaper.com/.../)


Mitolojik anlamda, Pontos'un, Orthros köpeğiyle birleşmesinden (Pasifik ve Hint okyanusu kıyılarını da etkileyen karni olayında, her iki okyanusta meydana gelen olağanüstü boyutlardaki tusunami dalgalarının oluşturduğu tufan sularının, Victoria şelalesine kadar ulaşması) meydana gelen canavarlardan biri, Nemea (Νέμεα, Nεμεια= Nemea, Nemeia) aslanıyla özdeşleştirilmiştir.[203] Hesiodos'a göre, Here’nin beslediği bu aslan, son derece vahşi olmasıyla ünlüydü. Alkides'in tamamladığı on iki işten ilki, bu aslanı öldürme görevidir. Yani Here, geçmişi silme yolunda maşa olarak kullandığı Alkides’e verdiği on iki görevden ilkini, insanlığın Asya’dan sonra ikinci kökeni olan Afrika’dan başlatmış. Amacını gerçekleştirmek için ise, Asya’ya kadar uzanacağından kuşku yoktur. Bu kapsamda Alkides, Nemea aslanını ünlü sopasıyla öldüremeyeceğini anlayınca, boynunu kolları arasına sıkıştırarak boğduktan sonra, postunu yüzerek kendine zırh yapmıştı. Here’nin intikam duygularıyla birlikte bu olayın altında yatan anlam, insan soyunu kurtaran Alkides’in şahsında, insanlığın geçmişini yok etme görevinin, bizzat yine onun kendi elleriyle gerçekleştirilmek istenmesinde yatmaktadır. Yani Alkides, kendi yarattığı pisliği yine kendisi temizleyecektir.

Rose’un, Yunan mitolojisindeki doğaüstü yaratıklardan çıkan korkunç düşünceleri, Anadolu gibi Yunan olmayan[204] halkların Yunanlıların aklına girerek oluştuklarını rahatça söyleyebiliriz dediği satırlarında, Orthros (κυων Ορθρος, κυων Ορθος= kyôn[205] Orthros, kyôn Orthos) hakkında şöyle diyor: “Çoban Eurytion,[206] Typhon ve Ekhidna’dan olma köpeği Orthros’la Okyanus akıntıları arasındaki, inekleri bol Erythreia’da (Kızıl ada) yaşarken, Herakles gelip onu katlederek intikamını aldı”.[207] Rose ve diğer Batılı yazarlar, Erythreia adasının İspanya yakınlarında olduğu konusunda aynı kanıdadırlar. Oysa Herodotos kitabının girişinde Fenike’lilerden bahsederken, bunların Erythreia denilen denizden geldiklerini söylüyor. Bu deniz o zamanlar yalnız Kızıldeniz’i değil İran körfezi (Basra) ve Hint okyanusu’nu da içermekteydi. Pers’ler’in ifadelerine dayanan alıntılardan, Fenike’lilerin de kökenlerinin Asya olduğunu anlamak pek zor olmasa gerektir.[208]

Rose yukarıdaki söylemleriyle, Yunan’lıların yüksek kültürlerine yakıştıramayıp “korkunç düşünceler” diye nitelediği mitolojinin kökeninin Anadolu olduğunu kabul etmesiyle birlikte, Anadolu halkının Yunanlı olmadığını da itiraf ettiğinin farkında değildir. Hele “Orthros” dediğinde, insanlığın ve Türklerin ilk çıktığı yer olan “Ordos”tan bahsetmiş olduğunu bilseydi, herhalde ağzını sımsıkı kapalı tutar, kitabını yazmaktan da tümüyle vazgeçerdi. Diğer tarafta, Smyrna’lı (İzmir) Homeros ile, babası, İonia-Troia arasında Aiolis’teki Kyme kentinden olan Hesiodos’un Anadolu kökenli olması nedeniyle, söylediklerinde haklı olduğu da ortadadır. Ancak günümüzde, Anadolu’nun bu “korkunç düşünceleri”nin, onun dediği gibi değil de, gerçek doğa olaylarının teşbih ve istiare sanatına dayalı tasvirlerden ortaya çıktığının anlaşılmasıyla, Rose’un yaptığı itirafla birlikte girdiği çıkmazda, şimdi ne söyleneceği doğrusu merak konusudur.

Runcimann’ın Rose’unkine benzer bir ifadesine değinmeden önce, Didyma Apollon tapınağının yukarıda yer alan sütunu üzerinde betimlenmiş Akanthos tezyinatının, Antik Anadolu-Yunan kökenli olmadığını, Mısır’daki Antik Acanthus şehrinin varlığında bulduğumuza işaret etmek istiyoruz.. Nil nehrinin batı kıyısında, Memphis’in güneyinde ve ona yaklaşık 2,5 km (120 stadia)[209] mesafedeki bu Antik kent, günümüzdeki modern Dashur Köyü’dür. Hoeckmann’dan uyarladığımız aşağıdaki haritada, ilgi çekici biçimde, Acanthus


Bir Mısır haritasında, açık mavi daire içinde ayrı renklerde gösterilmiş Mısır Babylon’u, Mısır Troja’sı ve Acanthus Antik kentlerinin yerleri.


Antik kenti yakınında Babylon ve Troja (Troia-Troya) Antik kentlerinin varlığını da saptayabiliyoruz. Mısır Babylon’u, Aşağı Mısır’da deltaya yakın bir yerde bir sur (kale) şehriydi. Şehir bu haliyle, Türklerin kurdukları kale şehirlere, yani “Ordu= Kaan kenti” adı verilen ara karakollara benziyor.[210] Şehir, Nil’den Kızıldeniz’e kadar uzanan Firavun kanalının (daha sonraları bu isim, Ptolemy’nin kanalı ve Trajan’ın kanalı olarak değişmiştir) başlangıcında kuruluydu. Burası, tanrı Helios’un, Mısır’da en yüksek seviyede itibar gördüğü (tapınıldığı) bir bölge, yani “Heliopolite nome” idi. Aşağı ve Orta Mısır’ın sınırında kurulu kent, Nil nehrinin yükselme ya da alçalması durumlarında, bu işlerden anlayan nehir zanaatçıları tarafından, kanal ağzına yerleştirilen araç ve gereçlerle, kanalın debisi ayarlanıyordu. Diodoros kentin, 12. Sülâleden olan kral Sesostris’in hükümranlığı sırasında, Asyalı esirlerin isyanı nedeniyle inşa edildiğini ileri sürmüştür.[211] Sesostris I (Kheperkare), 12. Sülâleyi (yaklaşık İÖ 1938-1765) kuran babası Amenemhet I’in gerçekleştirdiği başarıların ardından, Mısır’ı refaha kavuşturmuş ve İÖ 1908-1875 yılları arasında hüküm sürmüş bir kraldı.[212] Mezopotamya’daki varlıkları İÖ 3500’leri bulmasına karşın, Sümer’lerin Babylon kentinin kuruluşu, Amorit krallar döneminde ve yaklaşık İÖ 1900 civarlarıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Mısır Babylon’u, Sümer Babylon’undan biraz daha erkene tarihlenmektedir. Dolayısıyla, Mezopotamya’ya ulaşan Sümerlerin, tufanın ardından, Ethiopia ve Mısır yoluyla Mezopotamya’ya vardıkları açıklık kazanmaktadır.

Haritada saptadığımız diğer bir isim, Anadolu’nun ünlü kenti Troia’nın, Mısır’daki öncü bir Antik kenti olan “Troja”dır. Mısır Troja’sı hakkındaki tarifleri Diodorus’tan öğreniyoruz. Herodotos bu kentten bahsederken, buranın Mısır Troja’sı olduğundan habersiz görünmektedir. Tarihçimiz, ünlü eserinin V.122. maddesinde, Gergith’ler (Gergithae’ler) derken, bu terim Ökmen tarafından “eski Troia’lılar” olarak tercüme edilmiş. Kitabın İngilizce çevirisindeki bu ifade, “Antik Teucri’ler” şeklindedir.[213] Runcimann, yukarıda değindiğimiz makalesinde şöyle diyor: “Tarihçiler, Türklere Teucri adını vermekle hata yapıyorlar. Zira bana göre Türkler, bir zamanlar Teucri’lerin oturdukları topraklarda[214] bulunan Troya’yı sahiplenecek olurlarsa, bu durum haçlı politikasına zarar verecektir”.[215] Bize göre, Türklere “Teucri” diyen Piccolomini’nin değerlendirmeleri değil, tam aksine, bilimsel anlamda Runciman çok büyük bir hata yapmıştır. Zira Piccolomini’nin saptamalarına, varsa tarihi gerçekler ve bilimsel verilerle cevap vereceğine, Haçlı politikalarına ters düşeceğini ileri sürerek, onu politik yoldan ve soyut bir şekilde yargılamaktadır.[216] Runcimann’ın, tıpkı Rose’un yaptığı gibi bilimsel bir çarpıklık içinde olduğu ortadadır.

Bean, Alkides’le ilgili bir efsanede, tanrılaştırılmış Alkides’i betimleyen bir heykelin, Fenike’deki Tyros kentinden bir sal üzerinde denize bırakıldığını anlatmaktadır. Sal, İonya kıyılarına yaklaşmış ve Khios (Sakız) adasıyla Erythrai’ın (bugünkü Ildır) tam ortasındaki Mesate burnunda (bugün Topburnu) karaya vurmuş. Yazar, konuyla ilgili mitosu aktardıktan sonra, Pausanias’ın, heykelin Yunan tipinden çok, Mısır tipine yaklaştığını anlattığına değinmekte ve Erythrai sikkelerinde, hem tapınağın ve hem de heykelin betimlerine rastlanır diyerek, sikkelerin birinden örnek vermektedir.[217]

Bean anlatımının devamında, bugünkü Ildır’ın,[218] Erythrus adlı birinin başkanlığında Girit’ten gelen bir topluluğa bağlandığını söylüyor. “Kızıl” anlamına gelen Erythrus, günümüzde Ethiopia’nın kuzeyindeki Eritre (Erythre-Eritrea) bölgesini hatırlatmakta ve Kızıldeniz adının kökeni hakkında bilgi vermekle kalmayıp, Girit’teki yerleşiklerin kökenine de işaret etmektedir. Bir yolla da olsa, Anadolu’ya gelip yerleşenlerin, geçmişle bağlantılarını koparmadıklarını ve eskiye ait adları devam ettirmeye çalıştıkları anlaşılmaktadır. Herodotos’un, Antik Ildırlılarla Khios’luların, aynı İon lehçesini konuştuklarını söylemiş olması, her iki yerleşkede yaşayanların köken birliğine işaret etmektedir.

Herodotos, Mısır konusunu işlerken Babülmendep boğazı için şöyle diyor: Mısır’dan pek uzak olmayan Arabistan’da Erythreia[219] denilen denizi meydana getiren bir körfez vardır... Körfezin dibinden deniz yoluyla ve kürekle, açık denize kadar kırk gündür; ama en geniş yerinde bir yakadan ötekine yarım günde geçilebilir....bu körfez kuzeyde bulunan denizden, Ethiopia’ya doğru bir girinti yapıyordu ve Arabistan körfezi de, güneydeki denizden Suriye’ye doğru uzanıyordu; dar bir kara şeridi boyunca, ters yönlerde uzanan iki körfezin, birbiriyle birleşmesi için pek az bir şey gerekecekti .[220] Batılıların Herodotos’u neden yerin dibine batırıp çıkardıkları ortada. Tarihçimiz, Kızıldeniz’den başka dünyanın hiçbir yerinde olmayan oluşumu o denli yalın ve açıklıkla anlatmış ki, bunu anlamayıp Erythreia adasının İspanya yakınlarına nasıl yerleştirilmek istendiğini anlamak olası şey değildir. Gerçi yuvarlak laflarla İspanya civarı deyip geçiştiriyorlar ama, somut olarak şu ada da diyemiyorlar ve demeleri de mümkün değil zaten.

Erhat da Geryoneus maddesini işlerken, Erytheia (Erythreia) adası için, Batı kızlarının birinin adını taşıyan İspanya kıyılarında bir ada olsa gerek diyor. Bunu söylerken, tabii ki tüm Anadolular gibi iyi niyetli biri olarak, bilimselliklerine güvenip, günümüzde kullandığımız “Batı” kavramı içinde, onlara paralel biçimde düşündüğünden kuşku yok. Ancak, Ethiopia’nın kuzeyinde, Kızıldeniz kıyısındaki Erythrai (Eritrea- Eritre) bölgesindeki Massawa kentinin doğu yakınında bulunan ada, bir olasılıkla Erytheia (Erythrai) adasıdır (bugün, Dahlak archipelago adalarından biri).[221] Çok küçük parçalar halindeki adalar grubu, bu noktada, Kızıldeniz’in tabanındaki volkanik yapının geçmişteki faaliyetine işaret eder görünüyor. Bu ada, Batı kızlarının altın elmalarının (Hydnora esculenta) bulunduğu Madagaskar adasına olan yakınlığı nedeniyle, yapılan tanıma uymaktadır. Bu bağlamda Erythreia denizinin İspanya yakınlarında olmadığı, buranın Kızıldeniz olduğu ve aynı adla anılan adanın da bu denizde bulunduğu olası görülebilir.

Okeanos’la (Hint okyanusu) Tethys’in (Tηθυς= têthys) kızı Kallirhoe, Gorgo’lardan Medusa ve Poseidaon’dan, Perseus’un kafasını kesmesiyle doğan Khrysaor’la Kallirhoe’nin birleşmesinden, Geryoneus ve Ekhidna olmuştu. Geryoneus’un üç başlı yılan biçeminde Réunion adasındaki üç başlı yanardağ olan “Piton De La Fournaise” Piton ocağı (Python volkanı) olarak anılan ve günümüzde biri faal, ikisi sönmüş olan volkanlar olduğunu görmüştük. Azgın yürekli Ekhidna da, büyük olasılıkla Atlas dağının (Klimanj>c<aro) Hint okyanusuna bakan kıyılarındaki bir mağaradan fışkıran bir lamar, yani deniz volkanı olmalıdır. Dolayısıyla, bulunduğumuz bölge Afrika’dır. Bu çerçevede, Afrika’da bir Nemea bölgesini saptamamız gerekiyor.


Orvieto’da Golini I mezarındaki duvar resminde, Atys ve Kallirhoe’yi gösteren tasvirden, Ekhidna’nın sembolünü gösterir bölümden kesit. Resimde eksik bölüm, mevcut figürlerden tamamlamaya çalışılmıştır. Buna göre, mağara içindeki deniz suyunda oluşan lamarın meydana gelmesi, İkiz yılanlarla bağdaşlaştırılmış ve Ekhidna’nın
sembolünü oluşturmuştur. Düzgüner, 2009.[222]

Nemea ülkesinin Afrika Zimbabwe olduğu anlaşılıyor. Günün çoğu zamanında Victoria şelâlesinde muhteşem bir gökkuşağı oluşmaktadır. Bu görüntüsü nedeniyle “Gökkuşağı şelâlesi” olarak da ünlenmiş. Şelâle, son derece gürültülü akışı nedeniyle havlayan köpeğe (Orthos), gökkuşağı ise kendi güzelliğinden dolayı, bu olağanüstü manzarayı görmeye gelenleri buraya çekmesi nedeniyle, Here olarak betimlenmiş. Nemea aslanının, şelâlenin yakınlarına su içmek için gelen Zimbabwe aslanları olduğu açıktır.

Efsanevi Nemea aslanı, Pontos’la Gaia’nın soyundan olan Ekhidna’nın, Orthos köpeğiyle birleşerek meydana getirdiği canavarlardan biriydi. Mitos’ta anlatılmak istenen ise ortadadır. Kahraman’a verilen on iki görevin hemen ilkinde, onun güç ve cesareti hakkında bir ön gösteride bulunulmuş, Mnemosyne’yi bir tarafta unutan Yunanlılar, Nemea aslanını öldürterek geçmişle olan bağlarını koparmak istemişlerdir. Oysa tam aksine, bu olay Alkides’in, Asya’dan sonra ikinci kökeni olan Afrika’yla olan ilişkisi bakımından, bizlere somut bilgiler aktarmaktadır.

Orthros (κυων Ορθρος-Κyôn Orthros) ya da Orthos (κυων Ορθος- Κyôn Orthos)[223] adı bizlere hiç de yabancı değildir. Hades bataklıklarının üç başlı Kerberos’unu, yani üç volkan kaynağını hatırlatan iki başlı bu köpek de, tıpkı onun gibi, bu kez Orthros’taki iki kraterli volkan kaynağına işaret etmektedir.


a=  Nemea’da (Zimbabwe) Alkides’in elleriyle boğduğu Nemea aslanının heybetli görünümü; b= Alkides,  Nemea aslanının boynunu kollarıyla sıkarak boğup öldürürken.

Burada bizim için, hem tarihsel geçmişimiz ve hem de Arkeolojik ve mitolojik veriler açısından önemli olan, Ordos’un Antik adını ilk kez Orthros, ya da Orthos olarak saptayabilmemizdir. İsim bu haliyle, Antik Fenike, ya da İon dilimize tamamen uygundur.

Bu bağlamda, Sichuan’daki üç volkanik kaynakla, Orthros’taki iki volkanik kaynağın, sabahın alacakaranlığında, tıpkı Victoria şelalesi gibi gümbürtülerle faaliyete geçtikleri, bu nedenle de köpek ulumasına benzetildiği anlaşılıyor.

Gyllius, Byzantion’daki Artemis Orthosia sunağı hakkında şöyle diyor:”Herodotos, Orthosia Artemis Sunağı’nın ve Dionysos Tapınağı’nın eski Byzantion’da olduğunu yazar: ‘Denizi seyreden Dareios köprüye doğru geri döndü; Bosporos üstüne beyaz mermerden iki direk diktirdi, bunlardan birine Asur, diğerine Yunan harflerini kazdırdı. Sonra Byzantionlular bu direkleri kentlerine, Orthosia Artemis Sunağı’na taşımışlardır; burada direklerden biri kullanılmış, Asur harfleriyle dolu olan diğer direk Byzantion’daki Dionysos tapınağı için ayrılmıştır’. [224]
Laurentius, Orthosia’yı, Erecte olarak çevirir, oysa daha doğru olarak Erectoria ya da Erectrix şeklinde çevirmesi gerekirdi çünkü Artemis, yukarı kaldırarak ve doğrultarak sadece doğum yapan annelere değil, göçmenlere de yardım eder. Bunu, başka yazarlardan olduğu kadar Nehirler Üstüne adlı eserinde Plutarkhos’tan da öğreniyorum: ‘Mysia kralı Teuthras, mızraklı muhafız askerleriyle birlikte bir yaban domuzunu izliyordu; hayvan yardım istemek için Orthosia Artemis Tapınağı’na kaçtı; hepsi çılgın gibi tapınağa hücum ettiklerinde domuz işitilebilir bir insan sesiyle ‘ey kral, esirge Tanrıçanın süt evladını’ dedi ama vahşileşen Teuthras hayvanı öldürdü. Artemis olaydan üzüntü duyarak yaban domuzunu hayata döndürdü, onu öldüren kralı impetigo[225] ve delilikle cezalandırdı;[226] kral bu hastalığa dayanamayıp dağlarda başıboş dolaşmaya başladı. Annesi Lysippa olayı öğrendiği zaman ormana koşarak yoldaşı kâhin Polyidos’tan gerekli bilgileri aldı, tanrıçaya inekler kurban ederek yatıştırdı ve oğlunun yeniden zihin sağlığına kavuştuğunu gördüğü zaman Orthosia Artemis’ine sunak diktirdi ve altından insan başlı bir yaban domuzu heykeli yaptırdı’. İşte bunlar, Severus Byzantion’u almadan önce birinci tepede ve birinci vadideydiler”.[227]


a= Tanrıça Hekate Hades bataklıklarında (Sichuan, Soğuk bataklıkları) elindeki Torch ve üç başlı Kerberos’la karşı karşıya; b= Alkides, başında Nemea aslanının postu, sağ elinde kaktüse benzer çivili sopası, sol elinde yerde yatan Orthros köpeğini öldürdüğü yay ve oklarıyla, kalkanlar üzerinde gösterilmiş Lerna ejderi ve Erymanthos yaban domuzunu öldürmeye gidiyor. Yaklaşık İÖ 6. yüzyıla at Atina kırmızı figürlü kyliks’inden. Antkensammlungen, Münih.

Yazarın yukarıdaki Artemis (Αρτεμις= Artemis) değerlendirmesi, hamile kadınları koruyan Artemis kültüyle ilgilidir. “erecte, erectoria, erektrix” kelimeleri, kadınları hamile bırakan erkeklik uzvunun, tıpkı patlama öncesinde bir volkan bacasında saptanan lav şişmesi gibi, uzva kan basıncının birikmesiyle, Gyllius’un dediği gibi, penisin “yukarı kalkma-doğrulma” işlevi gerçekleşir ve lavların kraterden dışarı fışkırmasında olduğu gibi “erection”, yani kadına boşalma olayı meydana gelir. Gyllius ve Laurentius, Orthosia kültünü Artemis’in bilinen özellikleriyle değerlendirmişler. Oysa ayrıntılara girdiğimizde, “Orthosia”nın anlamının bundan tamamen farklı olduğunu görüyoruz.

Artemis’in Ortygie’li olduğunu, Odysseia’da Demeter-İasion aşkının geçtiği yerle çobanbaşı Eumaios-Odysseus diyaloğunun geçtiği satırlarda saptıyoruz.[228] Erhat’ın Artemis’in doğuşuyla ilgili olarak yaptığı alıntıda ise, onun Ortygie’de (Ortygia) doğduğunu öğreniyoruz.[229] Yazar doğal olarak, İlkçağ’da pek çok yerin Ortygia adını taşıdığını söylüyor. İnsanın kökenine işaret eden bu yerden göçen insanların, nesillerden nesillere aktardıkları asıl Ortygia hakkındaki söylemlerin ardından, yeni nesiller Geçmiş-göçmüşlerinin [Apollon Karneios (Marduk) ve Büyük tufan olayları] yaşadığı bu Eski toprakları anmak için, yeni yerleştikleri ada ya da kentlere bu adı nasıl olur da vermezler? Akdeniz civarında bu adı taşıyan toprak parçası ya da kentlerin gerçek Ortygia (Orthros, Ortos - Ordos) olmadığını, zaten yalnızca bu adın çokluğundan çıkarabilmemiz mümkündür.

Artemis’in Orthosia kültü, Olympia dini öncesi bir inanç olması bakımından son derece önemlidir. Bu inanç, Yunanistan karasında Sparta, Anadolu’da Ephesos ve Menderes Magnesia’sında yerleşik bir külttü. Sparta’da Limnai, Pitana, Kynosoura ve Mesoa köylerinin kendi aralarında tesis ettikleri tanrıça Athene’nin Πολιουχος/Polioükhos, yani “Kentin koruyucu

Artemis Ortosia (Orthrosia, Orthia) kültünün İÖ 1000 yıllarında, Yunan karasındaki temsilcisi Sparta ile Anadolu’daki yaygın kült yerlerinden Ephesos ve Menderes Magnesia’sı.

tanrıçası” ya da Χαλκίοικος/Khalkioikos “Tunç evin koruyucu tanrıçası”[230] birliğinin Arkaik dönemdeki kültünden sonra, onun yerine geçmiş bir külttü. Kült merkezinde yapılan kazılarda, Yunan karanlık dönemine ait keramik parçalarına göre en eski kalıntılar İÖ 10. yüzyıla aittir (?).[231] Kaynaksal verilere göre kült yeri, topraktan yapılmış dörtgen bir sunak etrafında gerçekleştirilen ritüellerle kutlanmaktaydı. Burada art ardına sunulan kurbanlar kesilip yakıldıktan sonra, külleri üst üste yığın halinde bir araya toplanırdı. İÖ 8. yüzyılın hemen başlarında, temenos alanı nehirden getirilen taşlarla döşenmiş ve etrafının, ikizkenar yamuk şeklindeki taşlarla örülmüş bir duvarla çevrilmiş olduğu anlaşılmıştır. Önce ahşap, sonra taştan inşa edilmiş sunak, daha sonra da bir tapınağa dönüştürülmüş. Burada gerçekleştirilen yapı çalışmaları, Sparta’nın savaşlardan elde ettiği ganimetler yolula finanse edilmişti. Kutsal alanda saptanan ikinci tapınak, Spartalı Leon’un hükümranlığı sırasında İÖ 570’te inşa edilmiş ve sonraki dönemlerde, temenos alanındaki gelişmeler sürüp gitmiştir.[232]
Burada yer alan ifadelerden tespit ettiğimiz “Tunç ev” terimi, doğaldır ki bizlere bir megaron’u andıran plânıyla Orthros’u hatırlatmaktadır. İÖ 4000-3500 yılları arasında, Kore, İç Moğolistan, Orthros ve Ergenekon’u terk edip, önce Pasifik adaları, oradan Afrika’da Ethiopia’ya varan halklar, nüfuslarının artması üzerine buradan da hareketle Mısır ve Mezopotamya’ya, daha sonra  İÖ 3. bin göçleriyle de Anadolu, adalar ve Yunanistan’a varmışlardı. Varıp yerleştikleri son topraklarında tapınak inşaatlarını hemen gerçekleştiremeyen bu insanların, öncelikle sunak yapımına girişmiş olmaları, akla oldukça yakın gelmektedir. Sunak etrafında hayata geçirilen ritüellerle kurban kesme ve yakma adetinin, Uzak Doğu’daki felâketler sırasında, lav püskürükleri, denizde oluşan lamar ve Marduktan kopup kor parçaları halinde bölgeye düşen taşlarla vurulup yanan ve ölenlere atıfta bulunduğu açıktır. Bu nedenle Artemis’in “Orthosia” ünvanının, Zeus’un “Büyük tunç eşik” dediği Orthros’un girişi; Tunç evin de  X’ian’ın 140 km güneyinde, Büyük Beyaz Piramit dahil, sayıları yüze yakın piramitlerin bulunduğu temenos alanının  kuzeyinde yer alan Orthros megaronu olduğu ortadadır.

Ordos adı mitoslarda “Orthros, Orthos” ya da “Ortygia” olarak geçmektedir. Bu kapsamda, tanrıçanın en eski kaynaksal adının “Artemis Orthrosia” şeklinde de olmuş olabileceği kanısındayız.

Aşağıda yer alan Aslan takımyıldızı ve Byzantion’un kuruluş plânına yerleştirilmiş karşılaştırmalı çizimler, İstanbul’un ilk kuruluş plânı hakkındaki savımızda haklı olabileceğimizin kanıtlarını oluşturmaktadır.

Yukarıdaki tüm veriler çerçevesinde Mese Leophoros’un insanlara, mermer döşemeli ana yolu, beyaz sütun ve döşemeli portiko’larıyla, geceleri bile ay ışığının parıltılı ışıltılarını yansıtan “Leophoros” ünvanına lâyık bir görkem sunduğunu imgelemek, pek zor olmasa gerektir.



Mouseion (Μούσειων, Musaeum,[233] Kültür evi)

Byzantion Mouseion’u aynı zamanda, başta Zeus ve Mnemosyne olmak üzere, bilim, tarih, edebiyet şiir ve her tür güzel sanatları temsil eden Mousa’ların kutsandığı bir pagan tapınağıydı. Onun, Byzantion’daki diğer tapınak profillerinden pek farklı olmadığı anlaşılıyor. Ancak, içerdiği anlam itibariyle, Constantinus’un gadrinden kurtulan pek az Byzantion yapısından bri olduğunu anlamak, pek zor olmasa gerektir.

Gyllius, Strabon’un (İÖ 63, 64-24) İskenderiye sarayının bir bölümünün Mouseion olduğunu söylediğini ifade etmetedir. Strabon’a göre Mouseion, bir portiko (peripatos), eksedra ve çeşitli alanlarda çalışan bilim adamlarının toplandığı büyük bir yapıyı içeriyormuş.[234]

İskenderiye Mouseion’unu kuran kişi (Μουσεον τς λεξανδρείας - Musaeum-Institution of the Muses), İmparatorun yaşamı sırasında güvenip, Mısır’ın başında bıraktığı, eğitim görmüş, kültürlü kumandanlarından biri olan I. Ptolemaios idi (Πτολεμαος Σωτήρ-Ptolemy I. Soter, İÖ 367-283). Mısır’da Ptolemaios sülâlesinin kurucusu da olan kral, Makedonya doğumlu olup, Mısır’daki hakimiyeti İÖ 323-283 arasında sürmüştür. Eğitimli bir kişi olarak sanatkar, filozof, şair ve diğer konularla, bilimsel çalışmalar yapan yazarlara olan düşkünlüğüyle tanınmıştı. İskenderiye kütüphanesini kurması, Büyük İskender’in ölümünün ardından 290 yıllarına rastlar. Bazı kaynaklarda kütüphanenin Ptolemaios II (İÖ 283-246)  tarafından yaptırıldığı ileri sürülmetedir. Ancak yapının bitiriliş tarihi olan 290 yılı, onun Ptolemaios I. Soter tarafından yaptırılmış olduğunun kanıtını oluşturmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder