Opsopoleion, Augusteion (όψοπωλεĩον, Αύγουστεĩον, ό τόπος Αύγουστίωνος - Ayasofya meydanı)
“όψοπωλεĩον” kelimesinin anlamının tıpkı Augusteion’a benzemesi dikkat çekicidir. Greek And English Lexicon’dan aldığımız bilgilere göre, “yiyecek, yemek, yiyecek tedarik etmek, erzak veren kimse, lokantacı ve böyle şeylerin bulunduğu yer, özellikle temizlenmiş balık vb. gibi lezzetli yiyeceklerin satıldığı yer, yemek pişirme dükkânları” anlamlarına geliyor.[436]
Bu bağlamda, Opsopoleion’un daha başlangıçta bir kuadriportiko (dört yanı portiko çevrili alan) olduğu, satıcıların bu portikolar altında yaz ve kış aylarının güneş ve yağmurundan korunarak satış yapabildikleri anlaşılmaktadır.
Gyllius: “Burası Hipodrom’a ve bir zamanlar Augustaion adı verilen Ayasofya yakınlarındaki Forum Cuppenidis’e[437] (lezzetli yiyecek, çerez çarşısı) yakındır” derken, Gyllius’a göre “Aleksios Komnenos’un başarılı icraatını anlatan yazarlar...” dediği yazarlardan alıntı olduğu anlaşılan bölümde, Opsopoleion’un “Forum Cuppenidis” olarak adlandırılmış olması dikkat çekicidir. Müller-Wiener (Preger 158) ve Kuban da, Opsopoleion ve sonraki Augusteion’un ticari amaçlara hizmet veren, ya da “Pazar yeri” olarak kurulmuş olduğunu söylemektedirler.[438]
Wiener ayrıca, Opsopoleion’da Helios Zeuksippos’un tunçtan bir heykelinin ( λιον, ChronPasch 494 vd. B; Malalas 291 B) bulunduğunu ifade etmektedir. Bu açıklama, Augusteion’un daha kentin kuruluşundan Constantinus dönemine kadar Zeus ve Alkides kutsal alanlarına ayrılmış hieronları da içerdiğini göstermektedir. Bu bağlamda Zeus Hippios tapınağının daha Byzantion döneminden beri var olduğuna kesin gözüyle bakmamız gerekir. Bize göre, Zeus hieron’unda nasıl Zeus’un bir heykeli var idiyse, Alkides hieron’unda da bir Alkides heykelinin olmasının gerekliliği açıktır.
Wiener Constantinus’un Mega Ekklesia’sını değerlendirirken şöyle söylüyor: “Her ne kadar kilisenin konumu var olan kent plânına ve daha sonraki plânlara uygunsa da yapının biçimi ve büyüklüğüyle ilgili veriler eksiktir. Elimizde sadece binanın uzun bir yapıyı belirleyen δ ομικός terimi vardır”.[439] Müller-Wiener’in bu açıklaması, kilisenin inşasından önce, burada bulunan Alkides tapınağının plânına uygun olarak yapıldığını, olasılıkla da Constantinus’un, yukarıda değindiğimiz kolosal sütun ve metopları nasıl başka inşaatlarında kullandıysa, tapınağın var olan duvar vb. yapı malzemelerini de kullanıp tasarruf ederek, aynı plân üzerinden inşa etmiş olabileceğini göstermektedir. Bu kapsamda, Iustinianus Hagia Sophia’sının güneye doğru daha geniş bir alanı kaplaması nedeniyle küçülen Augusteion’un, Opsopoleion ve Constantinus’un Mega Ekklesia’sı zamanında daha büyük bir alanı kapsadığı ortadadır.
Önceki bir çalışmamızda, Ayasofya camiinin altyapı araştırmalarını gerçekleştiren Emerson ve Nice’nin saptadığı 1 numaralı kuyunun inşa tekniği ve içinde tespit edilen yapı malzemeleri nedeniyle bunların, büyük olasılıkla Alkides tapınağına ait olabileceğini saptamıştık. Bu saptama aynı zamanda, “Khryse kheir= Altın el” olarak adlandırılan yer altı su kanallarının da, ilk kez Byzantion döneminde inşa edildiğini gösterir en önemli belge niteliğindedir.[440]
Akropolis içindeki tapınaklar:
Akropolis’in gerek iç ve gerekse dışına inşa edilmiş Byzantion dönemi tapınaklarının, mitos geleneklerine göre tanrılar arası ilişkilerine göz atıldığında önemli saptamalarda bulunabilmemiz olasıdır. Ancak her şeyden önce, bu tapınakların yerlerini saptamamızda fayda vardır.
Hebei tapınağı
Constantinus’a, Alkides tapınağı nasıl Mega Ekklesia’nın inşası hakkında ilham verdiyse, Hagia Eirene (Aya İrini) kilisesinin inşaatını da, burada eskiden bulunan bir Byzantion tapınağından almış olabileceği ihtimali, pek abartılı bir varsayım olmasa gerektir. Augusteion’a açılan sur kapısının hemen iç ve dışında yer alan “Mega Ekklesia-Hagia Eirene” ve “Hagia Sophia-Hagia Eirene” ikili kiliseleri göz önüne alındığında, Byzantion döneminde de, Alkides-Hebei ikilisine ait birer tapınağın olabileceği ihtimali, geleneksel Antik Anadolu mimarisine göre akla oldukça yakın gelmektedir.
Kendi payımıza, Hagia Eirene’nin yapısal plânına baktığımızda apsis bölümünü dışlarsak, özellikle gravür ve resim tarzındaki betimlerde, Zeus Hippios tapınağıyla aralarında şaşırtıcı bir benzerliğin var olduğunu görüyoruz. Sırf tasvirlerdeki bu benzerlik nedeniyle her iki yapı, sık sık birbiriyle karıştırılmış ve çelişkiler yaşatmıştır.
Zeus Hippios’u en belirgin biçimde, Mathäus Merian’ın 1635 tarihli gravürüyle Christoph Thomas Scheffler’in (1699-1756) yaklaşık 1730 tarihli İstanbul gravüründe, bitişiğindeki Zeuxippos hamamı ve Hippodromos’un oppidum’larıyla birlikte, açık bir şekilde görebiliyoruz. Hartman Schedel’in 1493 tarihli gravüründe, çizimindeki zorluk nedeniyle, sanatçının zorlandığının açıkça anlaşılmasına karşın, yine de yapının tanınması mümkün olmaktadır. Peter Coeck’in İstanbul MDXXXIII, Vavassore’nin 1477 tarihli gravürleri ise, yapının aslına tıpa tıp benzemese de, etrafını çeviren temenos duvarları, ana kubbe etrafına yerleştirilmeye çalışılan sekiz yarım kubbe betimleriyle tanınabilir durumdadır. Tapınağın diğer önemli iki tasvirini, Domni Anselmo Bandri’nin 1711 ve İnciciyan’ın 18. yüzyıl sonlarında yaptığı gravürlerde saptamamız mümkün olmaktadır.
İstanbul’un Bizans döneminde, yapıları temelinden yeni olarak yapan imparatorlar yanında, neredeyse yıkılmış durumda olanları tamir, ya da restorasyonlarını gerçekleştirmiş imparatorların, bu inşaatlar sanki ilk olarak onlar tarafından yaptırılmış gibi kayıtlara geçildiğini, yine Zeus Hippios tapınağının geçirdiği tapınak, Constantinus’un tribunali, Oktagonon, Soter Khristos tes Khalkes kilisesi, Aslanhane, Baruthane (Askeri malzeme deposu), kışla, Nakkaşhane ve nihayet Güngörmez camii olarak çok amaçlı kullanılmış olmasıyla, ilk kez I. Romanos Lekapenos (919-944) tarafından yaptırılmadığını, geçirdiği bu kullanım amacındaki değişimlerle isim değişikliklerinden anlamaktayız.[441] Anlaşıldığına göre Bizans’ta yerleşmiş bu gelenek, Constantinus’la birlikte başlamıştı. Bunun tek istinasını ise, hiç hak etmediği halde, diğer yazar ve sanatçıların aksine suçlanan Procopius ve onun mükemmel eseri “İstanbul’da Iustinianus Döneminde Yapılar” adlı kitapçıkta bulmaktayız.
Sonuç olarak, duvarları tamamen yıkıntı halinde bulunmuş olsa da, Constantnus’un tıpkı Alkides hieronu’nda yaptığı gibi, Hagia Eirene kilisesini de en azından buradaki tapınağın (varsayımsal Hebei tapınağı?) temelleri üzerine inşa ettirmiş olabileceği kanısındayız.
Poseidaon (Poseidon) tapınağı
Gyllius Poseidaon tapınağının yerini, sur içindeki stadion ve gymnasion’ların bulunduğu yerin biraz üstündeki Athene Ekbasia sunağının üzeride şeklinde tarif ediyor.[442] Ekbasis (Εκβασις) İonca’da “Çıkış izni, Çıkış kapısı” demektir. Bu bağlamda açık anlamları ise şöyledir:
- Yolunu şaşıranların ya da günah işleyenlerin, bulundukları kötü yoldan ayrılmaları (terk etmeleri) için tahsis edilen kaçış ya da kurtuluş kapısı.[443]
- Biri hayatın sonuna vardığında, onun müracaat edeceği çıkış yolu.
Heb 13: 7. Yalnızca fiziksel hayatın sonlanmasında değil, ölüme çok yakın olduğu düşünülerek iyi bir şekilde geçirilmiş hayatın, ölüm anındaki ruhsal sergilenişidir.[444]
Bu çerçevede Athene Ekbasia sunağı, günümüzdeki Gülhane parkının kuzey çıkış kapısı yakınında, olasılıkla da hemen bitişiğindeydi. Poseidaon tapınağının ise, bunun doğu yukarısında, akropolis’in, yani bugünkü Topkapı sarayındaki Hırka-i Saadet dairesinin batı bölümünde olduğu anlaşılmaktadır.
Gyllius Poseidaon’la ilgili olarak şunları anlatıyor: “…Apollon Olympia’daki koşuda kendisiyle yarışan Hermes’i nasıl yendiyse, Boğaz’ın ortasında Hermes’le öyle yarışmaya kalkıştı, her zaman Hermaion Burunu’nun başında olan Hermes’le. Bu burun Boğaz’ın en dar su geçidini kuşatır; etekleri Dareios’un köprüsünü ve onun taştan oyularak yapılmış koltuğunu taşımaları için, Hermes’in dehasıyla, Dareios’un Asya’yı Avrupa’ya neredeyse kösteklerle bağlandığına tanıklık ettiler. Boğaz yakınında daha haklı olarak Hera, Aphroite, Pallas sonu gelmeyen yarışla yarıştılar, onların bir defadan fazla yarıştıkları söylenir. Tatlı Aphrodite -dalgalardan doğmuştu- tatlı denizin üstünlüğünde ısrarlıdır. Hera, verimli tepeleri ve Heraia Akra Tapınağı’nın bulunduğu Bosporos burnunu yeğler. Pallas, Byzantion’un iç kalelerini önerir, ama yargıç genç çoban Paris değil, Boğaz’ın koruyucuları olan çok eski imperator Zeus ve Poseidon’dur. Boğaz’ın kapılarını Poseidon’un koruduğu ve anahtarlarına bekçilik ettiği anlatılır, yardımcısı, Karadeniz’in Anahtarı’nın demircisi, yani Byzantion iç kalesinin kurucusu oğlu Byzas’tır ve Dionysios, Byzantion’da eski bir Poseidon tapınağı olduğunu yazar”.[445]
Gyllius burada, Procopius’un τοπεία (Topeia-Üç boğaz) dediği boğazların anahtarlarının, Byzes tarafından babası Poseidaon’a verildiğini, yani buradan yapılacak geçişlere Byzantion’un hakim olduğunu anlatmaya çalışmaktadır. Hermaion burnuysa, o dönemde, kuşkusuz Phidias’ı bile kıskandıracak mükemmellikte Hermeias’ın bir heykeliyle süslüymüş.
Sonuç olarak, Byzantionlu Dionysios ve Gyllius’un saptadıkları yerin, Poseidaon tapınağının Üç boğaz’ı da görebilecek şekildeki bir yükseklik ve pozisyonda, akropolis’te olduğu kanıtlanmaktadır.
Demeter tapınağı
Tapınağın, Poseidaon tapınağının kuzey yakınında, akropolis’in batısında ve en uç noktada yer aldığı anlaşılıyor.[446] Dolayısıyla, Ekbasis’in dışında Eugenios burnundaki Gaie ve içerdeki Poseidaon tapınağı arasındaki yeri, tapınağa verilen öneme işaret etmektedir. Gaia, toprak ana, Demeter ise toprağın bereketidir. Bunların en üstünde yer alan Poseidaon ise deniz tanrıdır. Bu sıralama bizlere, Uzak Doğu’daki Apollon Karneios (Marduk) olayını hatırlatıyor. Gaia’nın Uranos ve Kronos’la geçirdiği olayların ardından toprak, bereketini kazanmıştı. Ancak karni olayı sırasında Magma’daki evinden fırlayan Aidoneus, Demeter’in kızı Kore’yi (bugünkü Kore yarımadasının bir kısmı) kaptığı gibi Hades’e indirmişti. Demeter bunun üzerine Aidoneus’a küsmüş, ve kızı Kore’yi bulmak için, dünyanın dört bucağına onu aramaya çıkmıştı. Poseidaon tapınağının, Eugenios-akropolis sırasına göre Demeter tapınağından sonra gelmesi, bu aramaya çıkışın ilk kez deniz yoluyla yapıldığını (İÖ 4000-3500 Orthros ve Ergenekon’dan Pasifik adaları ve Amerika kıtasına yapılan göçler), dolayısıyla Poseidaon’un Demeter’e (felâket göçerlerine) yaptığı yardıma, ona arka çıkmasına işaret eder görünmektedir.
Tapınağın yerinin, Topkapı sarayının bugünkü yapı plânı içinde, Bağdat köşkünün batısıyla Fil kapının güneyinde yer aldığı anlaşılmaktadır.
Kore tapınağı
Gyllius Kore (Persephone) tapınağından, Demeter tapınağıyla birlikte “ikili tapınak” olarak bahsediyor. Byzantion’lular, günümüzdeki plânsız, kaba ve anlamsız kentleşmeye örnek oluşturabilecek şekilde, kentlerine olağanüstü güzellikte anlamlar katmışlar. Burada da, Demeter’in kızı Kore’yi Byzantion’da bulduğu gibi bir anlamla karşılaşıyoruz. Bu anlam, Tüylü kotuz’un (Bous), Kadıköy yakasından Byzantion’da Avrupa yakasına geçişiyle de aynı kapsamdadır. Yalnızca Zeus’un, Aidoneus ve Demeter’e bulduğu çare, yani Kore’nin yılın üçte ikisini, çiçek açma ve meyve zamanını, anası Demeter’in, geri kalan üçte biri olan kış aylarını da kocası Aidoneus’un yanında geçirmesi hakkındaki çözüme ait bir anlatım tarzını, tapınak mimarilerine veya her iki tapınak arasındaki alana yansıtıp yansıtmadıklarını, maalesef bilemiyoruz. Olaylar, Zeus’un bulduğu çarede yatıyor. Yani o zamanki topraklarının üçte biri olan kısmı Hades’e çökmüş, geride kalan üçte ikilik bölümünde ise, bugünkü Kore yarımadası oluşmuş.
Akropolis dışı, Eski Toprak Eugenios burnunda Gaie tapınağı
Gaie tapınağı, Byzantion’luların geçmiş zamanlardaki Eski topraklarına ve o dönem atalarına olan saygılarının en belirgin ve anlamlı yapısıdır. Gyllius tapınaktan bahsederken şöyle diyor: “Bizanslı Dionysios … Gea (Gaie) tapınağının, eski Byzantion surları dışında, körfez üstünde bulunduğunu söyler: ‘tapınak çatısı örtülü değildir, çünkü tapınak, Eski Toprak’ın, işli taşlarla örgülü duvarlar arasına konulan özgür gücüne işaret eder’ ”.[447] Gyllius’un diğer kitabında Byzantion’lu Dionysios’un diğer bir ifadesi ise şöyledir: “Daha sonra denize bakan yerde Gea (toprak) Tapınağı vardı; tapınağın tepesi çatıdan yoksundu ve bu da toprağın ezeli özgürlüğüne işaret ediyordu. Tapınağı çeviren duvarların yüzleri perdahlı taşlardan yapılmıştı”.[448]
Gyllius’un 1500’lü yıllara göre, olağanüstü araştırmacı, onurlu, kendisine ve insanlığa saygılı kişiliğinden kuşkumuz olmadığı gibi, kimsenin de olamaz zaten. O yıllarda “Eski Toprak”ın anlamını ne hatırlayan ve ne de Geçmiş-göçmüşler (Erg nehri, Akheron, Nun denizi, Ölüler denizinde ölenler) hakkında başvurabileceği bir kaynak vardı. Ayrıca, kaynağa en yakın yazarlardan biri olması gereken Byzantionlu Dionysios bile bilmedikten sonra, Gyllius ne yapsın?
Önceki bir çalışmamızda, “Eski toprak” deyiminin doğrudan doğruya sur içindeki Eski Byzantion’a verilen bir isim olduğunu düşünmüştük. Dolayısıyla, Constantinus’un kurduğu Yeni Roma (Constaqntinopolis) toprakları da “Yeni topraklar”, yani “Yeni Roma= Constantinopolis” sayılmaktaydı. Oysa “Eski toprak” deyimiyle Orthros’un kastedildiğini daha yeni kavrayabildik.
Dionysios’un “Eski Toprak’ın, işli taşlarla örgülü duvarlar…” şeklindeki açıklaması, bizlere üzerinde kabartma betimler olan duvarları hatırlatmaktadır. Bu kapsamda, doğaldır ki aklımıza ilk olarak Didyma Apollon tapınağı geliyor.[449] Biz bu tapınağı da tıpkı Gaia tapınağında olduğu gibi, mimarların üzerine masmavi gökten daha görkemli bir çatıyı yakıştıramadıkları için Gök babaya karşı açık bıraktıklarını, dolayısıyla tapınağın Orthros’u yani Ordos’u temsil ettiğini savlamıştık. Gyllius’un Gaie tapınağı için kullandığı “Eski Toprak” teriminin Asya’yı ve oradaki kutsal Orthros megaron’uyla güneyindeki kutsal piramitler bölgesini kastettiği, ancak bundan kendisinin de haberi olmadığı anlaşılıyor. Tapınağı çevreleyen duvarların yüzlerinin perdahlı olması, tapınağın inşasında ona verilen önem yanında, Herodianos ve Dion’un Byzantion surları için söyledikleri “Byzantion surlarında taşların birleşme noktaları o kadar incedir ki surlar bileşik duvar örgüsüyle değil, tek bir taşla yapılmış gözükür” tümcesine yakışır görünmektedir. Bu ifade,
Tıpkı Gaie tapınağı gibi, çatısı Tanrı’nın muhteşem gökkubbesiyle örtülü Didyma Apollon Phoibos (ışık-güneş) tapınağı. (Fot. Serdar Bayraktar).
(Didim apollon tapınağı fotoğrafları: www.didimli.com/galeri/apollon.htm-26k).
Khalkedon Körler ülkesinden, Byzantion’a taşları taşıyan kargaların[450] (Megara’lı taş işçileri), yapımı İÖ 695’te bittiği anlaşılan Byzantion’un inşası için, Khalkedon’da 17 yıl süresince nasıl bir güç ve hünerle çalıştıklarını ortaya koymaktadır.
Bu tür duvarlarla ilgili belgeleri Yedikule Altın kapı temel duvarları yanında, Aya İrini’nin güneyinde yer alan Sampson hastanesinin, sonradan tadilat ve restorasyonlar geçirdiği açık olan taş bloklardan inşa edilmiş, temele yakın bölümlerinde de görmemiz, dikkat ve ilgi çekicidir.[451]
Yukarıda yer alan bilgilerle Eugenios’un taç anlamı kapsamında Gaie’nin başının (Nemea aslanı başı), Asya’yı temsil eden bu burunda, Üç Boğaz’ın sularıyla taçlandırılarak kutsandığından kuşku yoktur. Oysa tanrıça Here’nin, tanrıların anası Gaie’ye karşı gelerek, Nemea aslanını nasıl ortadan kaldırmak istediğini, yukarıda görmüştük.
Khrysokeras’taki yerleşimler ve tapınaklar
Khrysokeras (Altın boynuz-Haliç) kıyısındaki yerleşim yerlerine ait bilgileri, yine Byzantion’lu Dionysios ve Gyllius’tan elde ediyoruz.
Gyllius, Khrysokeras anlatılarında şunlara yer veriyor: “Bizanslı Dionysios, daha önce üçüncü tepenin kuzey kenarında olduğunu söylediğim Skiron kayalıkarının ardındaki üçüncü vadinin ve dördüncü tepenin deniz düzlüğünde, balık tutmaya en uygun yerlerden biri olarak uzun bir kıyı şeridinin yer aldığını söyler. Deniz kıyısında olmakla birlikte çok derin ve durgun bir yer olan burası eskiden, Yunanlıların, barbarların önünü keserek durdurdukları için Kykla[452] adını taşıyordu ve yine burada yapılmış olan Athena Promakos (bozguna uğratan Athena)[453] sunağı kuşatılmış olan barbarların püskürtülmesine işaret ediyordu. Kykla adlı yerin ötesinde, burnun yüksek çıkıntılarıyla balık tutmaya elverişli başka bir yer olan Melias koyu vardır ve burası gizli kayalıklarla son bulur. Şimdi bu vadide koy yoktur, burası zamanla dolmuş, binalar yapılmıştır. Bu sonuca sadece Melias koyundan dolayı değil, Keras Körfezi’nin (Haliç) geyik boynuzu gibi birçok girintiyle dolu olduğu için bu adı aldığını söyleyen Strabon’dan dolayı varılır; günümüzde çok az girinti kalmıştır…”.[454]
Burada adı geçen Kykla için Gyllius’un yukarıdaki açıklamasının geçersiz olduğu ortadadır. Diğer tarafta, Ege denizi (Pelagos Aigaios) kıyılarıyla Kiklad (Κυκλάǒες, Kyklades) adalarındaki kolonilerde yaşayanların, Byzantion’un kara ve deniz ürünleri bakımından verimli Haliç ve Marmara kıyılarında yerleşmelerindeki haklı seçimleri, gözden ırak tutulmamalıdır.
Yukarıda değindiğimiz Ege denizinin “Pela>r<gos Aigaios” adı, bu denize en erken dönemlerde verilmiş bir isimdir. Kökü “εγεο”ya dayanan ismi, Greek-English Lexicon’da araştırdık. Elde ettiğimiz bilgiler son derece ilgi ve dikkat çekicidir.
“εγεο - egeo”, bilinen ve tayin edilebilen, belirli bir uzaklık, son (sırt, bayır, kabartma çizgi gibi) anlamlarına gelmektedir. Galliler buna “talar” diyorlar. İon ve Yunanlılar ise, fesatlık, kötü yol, güvenilmez, çürüklük anlamında “τελος” demişlerdi. Bu tanı, sınırların her an değişebilir olması anlamına geliyor olmalıdır.
Τελος, herhangi bir şeyin sonu, ya da hediye, haraç, vergi, haraç verme mecburiyeti anlamlarına da geliyor. Konuya kesinlik kazandıracak “ορος”, “όρος” ya da İonca “ουρος” kelimesi, limit, son, ya da limiti (son noktayı) gözleyen biri (tanrı Terminus gibi),[455] bekçi (sınır bekçisi) anlamındadır. Kelime bundan öte, ουρος gibi, dar alanlardaki sınırları oyuk çizgiler oluşturarak işaretlemek anlamına gelir. Bu ifade, ουρα kelimesin içerdiği gibi, en uzak formunda, oluk, yiv veya saban izi,[456] ya da kanal anlamında, suyun içinden aktığı bir idrar yolu şeklinde farklı bir anlamda da algılanabilmektedir.[457]
Türklerin en erken kökenlerini araştırma konusu yaptığımız çalışmalarda, Uzak Doğu’da Büyük tufan öncesinde, Yunnan’lı Çinlilerle, Orthros ve Ergenekon’da yaşayan Türkler arasında sınır oluşturan Si Kiang nehrinin mitolojik adı “Styks”in kökünü teşkil eden “Tyke” ya da “Tike”nin anlamlarını araştırmış ve pek çok anlam arasında, saban sürmek, bölmek, sulandırmak, su katmak gibi, yukarıdaki ifadelere benzer anlamlar saptamıştık. Bu ifadelere ek olarak Tyke ve Tike’nin sokak köpeği, adi köpek şeklindeki anlamı, bize yakın geçmişimizde kullandığımız “si”mek, yani küçük dışkıyı bırakmak (özellikle köpeklerin) anlamıyla Si Kiang adı arasında bağlantı olduğu ortaya çıkmıştı. Yani Si Kiang nehri, Büyük tufanın ortaya çıktığı İÖ 4000-3500 tarihlerine kadar, bugünkü Çin topraklarında Yunnan’lı Çinlilerle Türkler arasında sınır teşkil ediyordu. Yunan karasında Hellen’leşme hareketlerinin başlangıcını, en erken Atina’nın kuruluşu olan İÖ 1000 olarak kabul edersek, Uzak Doğu’daki sınır anlaşmazlığının en az iki bin beş yüz yıl sonrasında, oradakiyle aynı şekilde ve bu kez de Ege denizinde (Αιγαίο Πέλαγος, Εgeo Pelagos)[458] hâlâ daha süregeliyor olması ilgi çekicidir.
Diğer tarafta Gyllius, onuncu bölge anlatımına son verdiği satırlarında şöyle diyor: “Dionysios, Melias Koyu’nun Kepos (bahçe, bostan) adıyla geçen bir yer olduğunu söyler…Bostandan sonra Apsasius (Hepsasieon) gelir…”.[459]
Byzantion’lu Dionysios “Anaplous tou Bosporou” adlı eserinde,[460] Neorion’dan Haliç sonunda yer alan Sapra Thalassa’ya (Talassa: Çürümüş deniz, Haliç sonu)[461] kadar olan kıyı bölgeleri ve koylarını bir sistem içinde ve iki ayrı evrede anlatmaktadır.
I. Dionysios’a göre, Neorion’dan sonra Kykla-Kamara arasında yer alan koylar, sırasıyla şöyledir: Kykla, Melias, daha sonra adları “Hapsasieon, Apesas ve Apsesieion” olarak geçip Zeus Hapsasios’a[462] tapınıldığını söylediği Kepos, Mellapokopsas, denizin dingilliği nedeniyle yılın her mevsiminde balık tutmaya elverişli İngenidas ve Peraikos’un isimlerini verdikten sonra, adını sarmaşıktan aldığını söylediği Kittos’un Peraikos ve İngenidas arasında yer aldığını belirtmekte, ilk evre anlatımı Kamara (Kemer) ile son bulmaktadır.
II. Dionysios ikinci evrede, Haliç’in “Çürümüş deniz” olarak nitelenen bataklık bölümünü ele almakta, Kamara’dan körfezin sonundaki Sapra Thalassa’ya atlamaktadır. Anlatımının devamında, buradan güneydoğu yönünde, yani ilk anlatımının tersine bir sıralama yapmaktadır. Buna göre sırasıyla şunlar yer alıyor: Sapra Thalassa’dan sonra ilk gelen Polyrrheitos koyu, yani “gözlem, derin deniz” anlamında dediği Batheia Skotia, daha sonra Byzantion’luların Blakon (batak) dedikleri Blakhernai ile Kamara arasına düşen, Çürümüş denizin bittiği yer olarak nitelediği Palodes’in (Hypalodes: bataklıklar) adlarını vermektedir. Bu ifadelerden, bu bölgelere yüksek platodan akan suların, burada biriken alivyonların kurumasına izin vermediği, Palodes’ten sonra ise, güneydoğuya doğru, temiz, berrak ve balık tutmaya elverişli bölgelerin başladığı anlaşılmaktadır.
Byzantion’lu Dionysios’un verdiği bilgilere göre yerleştirmeye çalıştığımız isimlerin, haritaya tam olarak oturmuş olması, bize göre onun verdiği bilgilerin ne kadar doğru ve dakik olduğuna işaret etmektedir.[463]
Gyllius’un burada yaptığı yoruma göre; Skiron kayalığı (Skironides petrai) Tauri tepesinin (3. tepe) eteklerinde, Kykla ve Athene Skedasios sunağı Bous-Plateia vadisinin (3. vadi) altındaki deniz düzlüğünde, Fener (Phanarion) limanının bulunduğu yer olarak tanımladığı Mellepokopsas, Aspar tepesinin (5. tepe) eteklerinde, İngenidas, Kittos, Peraikos ve Kamara ise 6. tepe, yani Harisios tepesi etekleriyle 4. vadi olarak tanımlanan Apostoloi-Petrion vadisinin alt düzlüğünde bulunmaktaydı.
Khrysokeras kıyılarında yer alan bu sitelerin, Byzantion’u çeviren koruyucu, benzeri surlardan yoksun olduğunu düşünmek olanaksızdır. Her bir sitenin ayrı ayrı berkitilmiş sur duvarına sahip olduğu varsayımı ise olası değildir. Ancak, bir istila sırasında, Byzantion surlarından uzakta kalan bölge halklarının, en yakın uç kalelere (Phylakerion) koşarak sığınma gereksinimleri ortadadır. Bu dönemde aynı amaçla inşa edilmiş uç kaleler kuzeybatıdan başlayarak: Blakhernai (Ayvansaray), Brakhiolion (Yedikule), Petrion (Küçük Mustafa Paşa), olasılıkla Theodsius’un, surların yapımının ardından artık gerek kalmadığı gerekçesi ve Forum Theodisiacum II ile Theodosius limanı inşaatları sırasında ortadan kaldırılmış olabilecek Helenianai (Samatya), Eleutherion (Yenikapı) ve son olarak Septimius Severus’un 197 yılında yaptırdığı surlarla, yeni Byzantion’un sınırları içinde kalan Kontoskalion uç kaleleriydi. Uç kalelerin Haliç ve Marmara kıyılarındaki konumları göz önüne alındığında, aralarında bir simetrinin oluştuğu saptaması dikkat çekicidir.
Byzantion’un khelai (akra) tipi yapıları
Khelai tipi yapıların nasıl inşa edildiğini bizlere Procopius aktarıyor. Tarihçi, kibotos (arca) denilen sandıkların içlerine, kireçle karıştırdıkları puzzolana’yı (su çimentosu)[464] dökerek kalıplar halinde denize bıraktıklarında, sandık betonların üst üste yığılmasıyla deniz içinde, birbirlerine karşı kavisli mendirekler inşa ederek khelai koylarının oluşturulduğunu ifade etmektedir.
Gyllius bu konuda şunları söylüyor: “Surların içinde, uçlarındaki kulelerin tuttuğu zincirle kapatılan iki liman vardı. Ksenephon’un Yunanca olan el yazmasını görmemiştim ve eserin Latince çevirisine bakarak bir bölümünün bu limanlara ayrıldığını düşünüyordum; bölümde şöyle yazılıdır: ‘Ksenephon’un askerleri, Khrysepolis’ten (Üsküdar) Byzantion’a geçtiklerinde kente sokulmadıklarını görünce önlerine çıkan engelleri aşmaya çalışıyor, kapıları kırmakla tehdit ediyorlardı. Sonunda Byzantion halkı kapıları kendi isteğiyle açtı; onlar da denize koştular ve surları aşıp, kavisli iki kenarla öne doğru çıktığı, bu yüzden Yunanlıların khelai (kıskaç biçiminde yapı; tırnak ucu, ayak, pençe) yani acceptabula dedikleri limanın iki kenarının yakınında, kente atlamaya başladılar’. Ama daha sonra Yunanca yazmayı bulduğumda limana değinilen bir bölüme rastlamadım, burada sadece ten khelen tou teikhous, yani, ‘dalgaları engellemeye yönelik sur duvarı çıkıntılarına doğru’ denmektedir. Eğer khele tou limenos şeklinde okunursa daha çok ‘kol’ ya da ‘bacak’ olarak çevrilmelidir”.[465]
Byzantion döneminden kaldığı anlaşılan Akra= acra” deyiminin, mimaride de benzer biçemler için kullanıldığı anlaşılıyor. Procopius Iustinianus’un 532-537 yılları arasında inşa ettirdiği görkemli Hagia Sophia (Ayasofya) kilisesini, kiliseye çok yakışan en görkemli sözleriyle anlatırken, yapının kemerlerle temas eden üst bölümlerini “akra-pars summa” olarak adlandırmaktadır.[466]
a. (trekearth.com/…/İstanbul/photo974023.htm).
Şimdilik, ilk kez Byzantion’da saptayabildiğimiz bu mimari tarzının, Anadolu halkının yaratıcı zekâsını kanıtladığı Hagia Sophia kilisesinde, mimari anlamdaki teknik gereksinimlerde olduğu gibi, burada da olağanüstü fayda unsurları taşıdığı ortadadır. Khelai’ler, doğal olarak inşaatın yapılacağı deniz kıyısının konum, yön ve stratejik durumlarına göre değişik plânlarda yapılmış olmalıdır. Örneğin, Haliç’te konumlandırılmış olanların, gemilerin Haliç’ten giriş yönüne göre, ağızlarının doğu ya da kuzeydoğuya yakın olması, işlevleri açısından daha kullanışlı görünüyor. Ancak, düşman gemilerin saldırıları sırasında her ne kadar ağızları kalın zincirlerle kapatılıyor olsalar da, gemilerin ağza varabilmeleri için kaybedecekleri zamanın, Byzantion’luların onlara karşı gösterecekleri dirençlerinin daha olumlu olmasını sağlayacağı ortadadır. Bu nedenle, khelai’lerin tasarım aşamalarında bazı stratejilerin göz önüne alınmış olduğundan kuşku yoktur.
Byzantion’da, khelai (akra) tipi yapay limanların, olası inşa biçemleri: A-B= Surlar; a= Birinci olasılıktaki plânda, giriş demirle kapatılmış olsa da, demirin kırılmasıyla, düşman savaş gemileri buradan rahatça limana girebileceklerdir. Çin’de Nuh’un yaptırdığı mükemmel gemiyle Afrika üzerinden Anadolu’ya varan Tokar’lı Anadoluların, binlerce yıllık deneyimlerinden doğan geleneksel tecrübeleri, onların böyle bir hata yapmalarını engellemiş olmalıdır; b= Buradaki plâna göre, khelai’lerin denizin belli bir yerinde birleşen kolları, önceden hesaplanmış belli bir uzunlukta birbirlerinin üzerine bindirilecek şekilde inşa edilmiş olmalıdır. Böylece düşman savaş gemileri, limanın içine girebilmek için, bu kolların arasında bir süre gitmek, demirle kapanmış ağza geldiğinde, demiri kırabilmek için belli bir süre geçirmek zorunda kalacaktır. Geçen bu süre içinde, iki kol arasında durmak zorunda kalmış gemiye, surlardan ve iki kol üzerinden yapılacak saldırılara karşı savaş gemisinin, savunma yapamaz durumda kalacağı açıktır. Dolayısıyla sistemin, Byzantion’luların düşman gemilerine daha fazla zarar verebilmeleri için yeterli zaman kazandırdığı ortadadır. Bu nedenle, khelai yapılarında bu, ya da benzeri başka bir plânın uygulanmış olmasının, surların korunması bakımından daha olumlu olduğu kanısındayız; 1-4= Heptaskalion limanına adını veren yedi iskeleye benzer dört iskelenin olası konumları.
Gyllius diğer bir yerde, Byzantion döneminde Procopius’un “Hieron-Heraion” dediği khelai tipi limandan bahsederken şunları söylüyor: “Önceki adı Iulianus olan Sophia Limanı’nın, Bölgelerin Eski Tasviri adlı eserde geçen, Hipodrom bölgesindeki Portus Novus (Yeni Liman) olduğu anlaşılır Ancak, ister o yeni liman olsun, ister Iulianus ve sonraki adıyla Sophia Limanı olsun bu liman bugün artık doldurulmuştur” .[467]
Anlatımının devamında, limanın doldurulmuş ve sur içine kapatılmış olduğunu, Kadırga limanı adını alan limanda havuz gibi kalan bölümde kadınların çamaşır yıkadıklarını, Yeni limanın Kadırga limanı değil de Bakkhos kilisesinin doğusunda Leonis adını taşıyan kent kapısının yakınındaki limanla aynı olması halinde de doldurulmuş olduğunu söylemektedir.
Gyllius’un bu anlatımı sırasında, daha önce üzerinde önemle durduğu, khelai plânındaki akra tipi limanları hatırlamaması ilgi çekicidir. Kontoskalion muhakkak ki daha başlangıçta, liman olmaya elverişli doğal bir koydu. Bu koyun, etrafının phylakterion’la çevrilerek, aynı khelai’lerde olduğu gibi ağzından ancak bir geminin geçebileceği kadar bir açıklık bırakılarak inşa edilmiş olması, limanın bir akra olduğunu göstermektedir. Procopius tarafından dahi telaffuz edilmediği anlaşılan bu liman tekniğinin zamanla unutulduğu anlaşılmaktadır. Zira bu teknik terimler hâlâ güncel olsaydı, Procopius, Heraion ve karşı kıtada Eutropios’ta (Kalamış) betimlediği, kibotos denilen sandıklar vasıtasıyla inşa edilen limanları, uzun uzadıya anlatmaz, “khelai” olarak nitelendirir ya da, “Heraion akra” ve “Eutropios akra” diyerek bahsetmekle yetinirdi.
Bu nedenle, gerek Kontoskalion ve gerekse Heptaskalion, Constantinopolis’e Byzantion döneminden miras olarak kalmış, Propontis’e bakan birer khelai, yani akra niteliğindeki limanlardı.
Gyllius limanların doldurulmuş olduğunu söylüyor. Zira denize ancak bir geminin geçebileceği kadar dar bir ağızla olan bağı haricinde, dışa tamamen kapalı olan bu limanlar, zaman içerisinde denizden gelen kum ve doğal yollardan dolan toprak vb. maddeler yanında, günümüzde de olduğu gibi çöp atıkları nedeniyle kendiliğinden dolmuş olmalıdır. Yüzyıllar içinde önce bataklık haline gelen khelai’ler, kullanılmaz hale gelmiş olmalarından dolayı bu kez insanlar tarafından tamamen doldurularak kapatılmıştır. Günümüzde, İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından gerçekleştirilmiş Eleutherion (Yenikapı) limanındaki kazılarda ele geçen batık gemilerin, bugün de gemileri batırdığına tanık olduğumuz Marmara denizindeki Lodos’un azgın dalgaları, veya bir savaş sırasında aldıkları yara, ya da yarı batak hale gelmiş khelai’de, bunları son anda kurtarma olanağı bulunamadığı için kaldıkları kanısındayız.
Bu bağlamda, Byzantion’un khelai tekniğindeki yapay koy ve limanları, güneybatıdan başlayarak, Geç dönemde Theodosius limanı olan Psamathia’da Helenia-nai (Samatya), Eleutherion (Yenikapı), Geç dönemde Kontoskalion adını alan Hieron (Heraion-Kadırga), Saray burnunda Thraikiai akra, Khrysokeras (Haliç) ağzındaki Strategion’da (bugünkü Sirkeci) Eugenios akra, Strategion’la Skiron kayalıkları arasında Plutonus (Aidoneus, Hades) akra, Skiron kayalıklarının doğu bitişiğinde Heraia akra, büyük olasılıkla Unkapanı civarındaki Plateia ve Petrion akra’larıyla Blakhernai khelai’leridir.
Bu çerçevede Byzantion khelai tipi limanlarının haritadaki konumlarına bakacak olursak, bunların phylakterion denen berkitilmiş surlar ve Byzantion’un Khrysokeras’a bakan surlarından başlayarak, olasılıkla Septimius Severus’un (145-2111), Hippodromos’un batısından Heraia akra yakınına düşen surlarla,[468] Constantinus’un (306-337) yaklaşık olarak Psamathia’nın doğu yakınından başlayıp Petrion’un doğu yakınında sona eren surlarıyla Theodosius (347-395) surları arasında yakın bir ilişki saptanabilir görünmektedir. Tabii bu durum, surların yapımında tespit edilmiş olabilecek stratejik yapının, daha başlangıçta Byzantion’luların tasarlamış oldukları phylakterion ve khelai’ler tarafından yönlendirilmiş olabileceği ihtimali, oldukça yüksektir.
Bathra basamakları
Yukarıda değindiğimiz ve birer khelai türü liman oldukları anlaşılan yapılardan, kentin ktistes’i Byzes’in eşi Phidalie’ye izafeten ilk adının Phidalie limanı olduğu anlaşılan Thraikiai khelai’ın (akra) sahip olduğu bathra basamaklarının, tüm akra tipi yapılarda bulunup bulunmadığını bilemiyoruz. Yalnız, dışarıdan gelen tehlikeleri, Byzanton’un yedi ekho (echo-eko) kuleleriyle haber veren boos’ların (şopar-shopar-alphorn) böğürtüleri Phidalie limanına ulaştığında, dışarıda khelai dalgakıranı üzerindeki görevli nöbetçinin son ana kadar görev yerini terk etmemesi gerektiği, en son anda, düşmanın artık kapıya dayandığını işaret eden son
a= Bir el şopar’ı.(Bous); b= İsviçre Alplerinde alphorn çalarak eğlenen üç genç.
böğürtüyü çıkarmasının ardından, sur içine kaçma olanağına sahip olduğu, bu anda sur kapılarının açılamayacağı için Bathra basamaklarını kullanmak zorunda kalacağı açıktır. Bathra basamaklarının yalnız bu bölgede anılmış olması dikkat çekicidir. Her şeye karşın, böyle bir durumda, diğer khelai’lerde de bu basamaklara gereksinim olduğu ortadadır. Bathra basamakları diğer yanda, kraliçe Phidalie’nin adıyla anılan bu limanda deniz banyosu almak üzere khelai’den denize inen basamaklara da işaret ettiği gibi, olasılıkla Bosporos Akra civarında Notos (Africvs, Lodos) rüzgârının bölgede son derecede etkin olmasına bağlı olarak, hayata geçirilmiş bir plâna da ortak olsa gerektir.[469]
Buna göre, kibotos duvarı üzerinde, düşman gemilerini gözlemek ve tehlike anında boos’u böğürtmekle (şopar’ı üfleyerek çalmakla)[470] yükümlü nöbetçi, savaş anındaki çatışmadan ya da aniden kopan lodosun yarattığı dalgalardan korunabilmek için, Bathra’nın daha emniyetli üst basamaklarına çıkmakta, ve buradan tırmanarak surların üst kısımlarında olasılıkla yer almış olabilecek tunç kapıdan, ya da mazgalların arasından kente ulaşabilmekteydi.
Ancak, basamaklar tek kişinin çıkabileceği şekilde dar da olsa, düşman kuvvetlerine de kente girme olanağını sağlayacağı konusunda, Byzantion’luların pek çok varsayımlar ileri sürülebilecek tedbirleri almış olduklarından kuşku duyulamaz.
Byzantion’un Yedi Ekho (Echo-Eko) kuleleri
Daha önce de değindiğimiz gibi, Anadolu kentlerinin Byzantion’un kuruluşunda Megara’lılara olan destekleri, eko kulelerin yeni kentteki tasarımlarında açıkça saptanabiliyor.
Kara surları tarafından bakıldığında bir yamuk, ya da dikdörtgen olarak kabul edebileceğimiz Byzantion’un, tehlike anında böğüren bous (şopar-shopar-alphorn) seslerinin yankılandığı Yedi eko kulesinin (1-7), dış saldırıyı birbirlerine, ya da sur içindeki asıl merkez olan akropolis’e bağlı Thraikiai kapısına (8) ulaştırılmasını gösterir şematik çizim. Bu kapı kraliyet kapısı olduğu için, eko kule değildi. Byzantion dik dörgen olarak düşünüldüğünde, bous’ların böğürme yönleri (A). (Düzgüner, F. Arş. Çiz.).
Yedi Eko kule konusunda Gyllius’un Dion’u anlayamadığını, kapıların anlatımını tamamladıktan sonra, Kyzikos’un Thrakion kapısına geçmesi ve konuya burada son vermesinden anlaşılıyor. Dion’un adlarını verdiği kapılara Byzantion haritasında dikkat edecek olursak, bunların, kentin dört köşesiyle ara noktaları oluşturan kapılar olduğunu görmekteyiz.
Yazar 1550 yıllarındaki Osmanlı döneminde, Bizans’a ait pek çok yapı yanında, bu surlara ait kapıları da tespit etmeye uğraşmış. Bu konudaki saptamalarının ardından, yazarlar özellikle şu kapıların sözünü ederler diyerek bunların adlarını şöyle sıralamaktadır: “Kynegoi (Boukoleon sarayı) kapısı (1); Eugenios (2); Ksilokeras (3); Porta Aurea (Khryse pyle) (4); Myriandros (5); Kontoskalion (Hieron, Heraion) (6); Kharsia (7);[471] Thraikiai (8) adı verilen kapılarından denize yedi kule boyuca ulaşıldığını yazan Dion, böylece eski Byzantion’da bir Thrakion Kapısı bulunduğunu belirtir. Georgios Kedrenos kulelerin kuzeydeki denize yani Boynuz denilen körfeze uzandığını anlatır. Bu kulelerin ilkinden bir kimse bir ses çıkarır ya da bir taş fırlatırsa aynı ses, özel bir düzenleme sonucu yankılanıyor, ikinci kule sesi yineliyor, böylece ses tüm diğer kulelere geçiyor; sesler birbirine karışmıyor, her bir kule kendisin ulaşan sesi çıkarıyordu. Plinius aynı şeyi Kyzikos için söyler”. [472]
Gyllius’un yukarıda “… denize yedi kule boyunca ulaşıldığını yazan Dion” derken, Byzantion’un yedi eko kulesinden bahsetmektedir. Oysa Dion’un adını saydığı kapılardan sadece biri, yani Eugenios kapısı Byzantion surları içindedir. Diğer kapılardan Khryse pyle (Altın kapı) ve Blakhernai kapıları ise, berkitilmiş surlara ait kapılardı. Biz, Byzantion’un batıdaki bu en uç noktasında yer alan her iki phylakterion arasının da boş olamayacağını, aralarının stratejik noktalardaki kulelerle desteklendiği kanısındaydık. Ancak, etrafı boş tek bir kuleden bahsediyorsak, bu kuleye olan giriş kapısının, Byzantion’un kapılarından biri olarak kabulü olanaksızdır. Dolayısıyla, buradaki ifadeden şu iki noktayı saptamamız mümkündür:
- Byzantion’un sınırları, daha başlangıçtan itibaren, Byzantion iç kalesiyle sınırlı değildi. Zaten Byzantion’lu Dionysios’un uç kalelere varan yerleşim birimlerine ait anlatıları bunu kanıtlamaktadır. Bu bağlamda, Byzantion’un sınırlarının daha ilk tasarım ve sonraki inşaat safhası, Brakhiolion ve Blakhernai’ye kadarki alan, göz önüne alınarak hesaplanmıştı.
- Her iki uç kale arasındaki alandaki önemli noktalardan ikisinde daha, yani Myriandros ve Kharsia’da da phylakterion tarzında yapılar inşa edilmişti. Hatta bu yapıların daha da fazla olma olasılığı da varsayılabilir. Kentin batıya bakan çok geniş bir alanının, olası düşman saldırılarına karşı bu kadar boş ve korunaksız bırakılamayacağı açıktır.
- Brakhiolion ve Blakhernai phylakterion’larını sonradan birbirine bağlamış olan Theodosius surları çizgisindeki stratejik noktalarda, bu surlar yapılmadan önce, düşmana karşı dirençleri yüksek olan bir takım tek kuleli savunma yapılarının da yer almış olduğu kanısındayız. Gyllius, imparator I. Flavius Anastasius’un (430-518), Karadeniz’den Selymbria’ya (Silivri) kadar olan çizgide yaptırdığı surlardan bahsetmektedir.[473] Iustinianus ise, sur üzerindeki kuleler arasında mevcut bağlantıları kaldırarak, her bir kuleye, tabandan olan giriş dışında bir girişin olmasına izin vermeyecek şekilde bağımsızlık kazandırmış. Dolayısıyla düşman askerleri, surların Constantinopolis tarafına geçmiş olsalar bile, kule içinde savunma yapan askerlerin tamamını saf dışı bırakmadıkları sürece, kuleyi ele geçiremeyeceklerdi.[474] Biz, Iustinianus’un bu sistemi de, daha önce Bizantionda Brakhiolion ve Blakhernai arasında yer almış olabilecek bu bağımsız kulelerden esinlenerek uygulamayı gerçekleştirdiği kanısındayız. Iustinianus bu bilgileri, olasılıkla Bizantion arşivlerinde yer alan kayıtlardan edinmiş olmalıdır.
Dolayısıyla biz, Myriandros ve Kharsia eko kulelerinin de, berkitilmiş sur duvarları üzerinde bulunduklarına kuvvetle inanıyoruz. Diğer tarafta, çevre sur duvarlarından yoksun olan açık bölgelerde, bunların çok daha yoğun bir biçimde yer almasının gerekliliği ortadadır. Ancak şimdilik kaydıyla, eko kulelerin yerlerini açıklayan Dion ve bunları bizlere ileten Gyllius sayesinde, Kynegoi ve Kontoskalion phylakterion’larının varlığına kesin gözüyle bakabiliriz.
Berkitilmiş sur duvarlarının sadece Brakhiolion gibi bir limana sahip olmayan noktalarda değil, Heptaskalion ve Kontoskalion (Kynegoi) gibi limanları da kapsaması, Byzantion’luların, kentin güvenliğini şansa bırakmadıklarını, olasılıkla stratejik noktalardaki tüm limanları da, tıpkı bu limanlar gibi berkittiklerine işaret etmektedir. Diğer tarafta düşünecek olursak, bu kadar geniş alana yayılmış sivil ahalinin, korunup kollanabilmesi için, bunlara son derece gereksinim olduğu da, ortadadır.
Örneğin, Vavassore ve Coeck’in gravürlerinde de gördüğümüz gibi, Eleutherion limanının da bir phylakterion olduğu açıktır. Bu kapsamda, Byzantion’da saptayabileceğimiz diğer berkitilmiş surlar şunlardır: Phidalie limanı (Thraikiai akra), Eugenios akra, Ploutonus akra, Heraia akra, Kamara ve Kittos’a tekabül eden Petrion akra.[475]
Eko kuleler, Byzantion ya da Constantinopolis’in ardışık kuleleri değildir. Dizede yer alan Kynegoi, Eugenios, Ksilokeras ve Porta Aurea’nın (Khryse pyle), Gyllius’un da dediği gibi, Constantinopolis bir dikdörtgen biçeminde düşünüldüğünde,[476] bu dörtgenin dört köşesini belirlediği görülmektedir. Bu kapıların ardından ise Myriandros, Kontoskalion, Kharsia ve daha sonra Thraikiai kapısı gelmektedir. Buna göre bu son kapı da, ana kapı yanında ikinci derecede bahsedilen Myriandros, Kontoskalion ve Kharsia kapılarını tamamlayıcı konumdadır ve Kynegoi saray kapısına, burada özellikle değinilmiş olmalıdır. Kapıların konumları irdelenecek olursa:
- Myriandros’un, sur dışından bakıldığında Khryse pyle’nin solunda,
- Kontoskalion’un, Marmara’dan bakıldığında, Kynegoi’nin solunda,
- Kharsia’nın, sur içinden bakıldığında, Ksilokeras kapısının solunda,
- Thraikiai’in, boğazdan bakıldığında, Eugenios’un solunda, yer aldıkları görülmektedir.
Bu çerçevede, Byzantion’un yedi eko kulesi başlığı altında Byzantion ve diğer üç köşede bulunan uç kalelerdeki Constantinopolis’in yedi eko kulesinin işlendiği bölüm, bu kulelerin var olup olmadığı tartışmasına son verecek nitelikte olmasının yanında, bunların Byzantion dönemine ait olduklarını kanıtlayacak verilerle doludur.
Procopius’un aksine, kente ilişkin kavramları tam olarak ortaya koyamayan Gyllius’un, konuya bir açıklık getiremediği, ancak Dion ve Kedrenos’tan yaptığı alıntılarla, bugün için bizlere son derece önemli ip uçlarını ulaştırdığı ortadadır.
Yukarıda da değinildiği gibi, yazarın “Kentin kapıları; eski Byzantion’un yedi kulesi” başlığı altında Constantinopolis’in kapılarından bahsetmesi çelişkili görünmektedir. Yazar, “Yedinci tepe altında iki kapı yer alır” demekte, ancak bu kapıların adından bahsetmemektedir. Anlatımının devamında, yukarıdaki alıntıda adları geçen yedi kapının isimleri arasında, yedinci tepenin altında yer alan kapılardan birinin Khryse pyle (Porta aurea-Altın kapı), diğerinin ise Myriandros pyle olduğunu anlayabiliyoruz.
Kedrenos’un, “kuleler kuzeydeki denize, yani boynuz denilen körfeze uzanır” ifadesiyle desteklediği Dion’un anlatıları ilgi çekicidir. Kynegoi dediği Boukoleon sarayı İmparatorluk kapısıyla Eugenios kapısı, Porta Aurea ve Kontoskalion (Nea Limen-Portus Novus-Kadırga limanı) hakkındaki bilgilerimiz tamdır.[477] Ancak Ksilokeras derken, bizlere Ksiloporta’nın en eski adını vermekte; Myriandros derken de, Altın kapı’nın kuzey en yakınındaki Ksylokerkos kapısının (Belgrad kapı) Antik adından bahsederek yerini belirlemekte;[478] Kharsia derken ise (Kharsios pyle, Portus Charsius) Edirnekapı’nın en eski adına ait ip uçlarını içermektedir.
Diğer yanda Kedrenos, Byzantion’un akropolis surları üzerindeki eko kulelerden bahsetmiş olsaydı, bunların kuzeydeki denize (Khrysokeras-Haliç) değil, Eugenios burnuna (Saray burnu) uzandığını söylemesi gerekirdi. Zira Byzantion surlarının Haliç’e değil, körfezin ağzına, yani girişine doğru uzandığı açıktır.
Bu çerçevede Thraikiai kapısı, öncelikle kentin kurucusu Byzes’ın karısı Phidalie’ye atfen, bir khelai (akra-acceptabula) tekniğindeki Phidalie limanına açılan bir kapıydı. Gyllius’un gramer yazarı Suda’dan öğrendiğini söylediği Bathra basamakları, sur duvarlarının kurtinleri, ya da bunlara yakın duvar üzerinde açılmış bronz bir kapıdan khelai’nin yan kollarından birine inen, ancak bir kişinin çıkıp inebileceği basamaklardı. Bu basamaklar aynı zamanda, her hangi bir tehlike olmadığında, kraliçe Phidalie ve saray görevlisi hanımların birlikte banyo (bath>ra) aldıkları, tıpkı günümüzdeki havuzlara inen merdivenler gibi, khelai’ı çevreleyen iskelelerden denize inen basamakların da adıydı. Büyük olasılıkla Alkibiades’in askerlerinin surları aşarak kente girdikleri basamaklar da, surlara uzanan bu basamaklardı.
Gyllius, Plinius’un Kyzikos’taki “Yedi kule” için söylediklerinden bahisle, “Yunanlılar buna Ekho (yankı) adını verdiler” demektedir.[479]
Bu durumda eko kulelerin özelliklerini şöyle saptamamız olasıdır:
- Özellikle kara surları üzerinde, diğer kulelere göre sur duvarlarından daha yüksekte olabilecek bu kulelerin, çevreyi görüş ve ses iletişim kapasitelerinin, kurulmuş bir düzeneğe bağlı olarak daha yoğun olduğu.
- Önce Byzantion ve daha sonra da Constantinopolis için son derece önem arzeden ve Haliç’te Ksilokeras eko kulesinden Eugenios eko kulesine doğrudan; Khryse pyle’den Kontoskalion ve Kynegoi kuleleri aracılığıyla, yine Eugenios eko kulesine; Khryse pyle’den Myriandros ve Kharsia eko kuleleriyle Ksilokeras eko kulesine ulaştırılan Bous böğürmeleri, tehlikenin geldiği tarafa göre, bunun tam tersi yönlerde de işlerlik gösterebilmekteydi.
Bütün bunlar, Uzak Doğu’daki olağanüstü Marduk ve Büyük sel felâketlerinde, volkanik faaliyetleri önceden sezinleyip, böğürerek insanları uyaran ve pek çok insanı ölümden kurtaran Tüylü kotuz’un böğürmeleriyle eşdeğer olup, ondan esinlenerek Byzantion’a uygulanmış bir sisteme işaret etmektedir.
Eko kulelerin kara surlarından Byzantion’a doğru at nalı şeklindeki bir mıknatısın iki ayrı serbest uçları gibi uzandıkları düşünülebilir. Bu geometrik şeklin kuzeydoğu ucundaki Thraikiai kulelerinin eko kule olmadıkları, uyarı haberinin en yakın Eugenios eko kulesindeki görevliler aracılığıyla alınıp, saraya bildirildiği açıktır.
Eko kulelerin, sıralamadaki kapıların ardıllamasındaki yakınlık ve uzaklıklarına göre, bir sistemin var olduğu ortadadır. Bu kulelerle, arada yer alan diğer kulelerin yükseklikleri arasında, ses iletişimi, eko sistem için özellik gösteren ara ölçümler, ya da kuleler arasındaki kurtinler yönünden, bir takım konstrüksiyon farklılıklarının olması gerektiği kanısındayız. Sistem, bir dikdörtgenin köşelerinde ardışık olarak inşa edilmiş ikişer kulenin (Eugenios eko kulesi hariç) birbirlerine yakın olmaları nedeniyle, kendisine yine ardışık olarak gelen seslere güç kazandırmasıyla oluşturulan yüksek rezonanstaki yankının, bir sonraki köşeye iletilmesi prensibine dayalı olmalıdır.
Bu sistem, Anadolu-Yunan tiyatrolarında olduğu gibi, “tunç kaplar” ya da benzeri başka tekniklere de dayalı olabilir. Bunların arasında en başta geleni, Byzantion’luların βοος (Bous-tunç öküz) dedikleri, yine tunçtan yapılmış şopar’ların (alphorn) kullanılmış olabileceği ihtimalinin ağırlık kazandığıdır.
Bu bağlamda, Antik Anadolu-Yunan kültürlerinin amphitheatr mimarisinde akustik yönden gösterdikleri olağanüstü başarıları görmezden gelmek mümkün değildir. Vitruvius “Mimarlık Üzerine On Kitap” adlı eserinde, ses ve akustik üzerine değindiği teknik ayrıntılarda, tiyatro hakkında oldukça ayrıntılı bilgiler vermektedir.[480] Antik tiyatrolar gibi üstleri açık mekânlar olan, ancak yapısal ve mimari yönden teknik farklılıklar gösteren kuleler arası ses iletişimi ve akustiğinde, şimdilik bilemediğimiz birtakım temel prensiplerin uygulanmış olması da olasıdır.
Teknik ayrıntı ve hesaplamalara dayanacak araştırmaların, konuya meraklı uzmanlarca açıklığa kavuşturulabileceği kanısındayız.[481]
Sonuç
Byzes’in kurduğu Byzantion’da toplanan Karia kökenli Megara’lılarla, Piccolomini’nin dediği gibi Troia savaşından arda kalan Anadolu ve Trakyalıların toplanıp bir Anadolu birliğinin oluştuğu kentteki halkın temelini, Teukroi’lerin (τευκροι, Teucri- Tokar Türkleri) meydana getirdiği anlaşılmaktadır.
Herodotos, kitabının iki ayrı yerinde Teukroi’lere değiniyor. Troia’ya değindiği bölümde şöyle demektedir: “Helene’nin kaldırılması üzerine, güçlü bir Yunan ordusu Menelaos’u desteklemek için Teukros’un topraklarına çıkar; asker karaya çıkıp ordugâh kurulduktan sonra, İlion’a aralarında Menelaos’un da bulunduğu elçiler gönderilir”.[482] Buna göre Yunan ordusunun çıktığı İlion (Troia) topraklarının Teukros toprakları, yani Troia toprakları olduğu, dolayısıyla Troia’lıların Teukros oldukları anlaşılmaktadır.
Tarihçi diğer bir yerde, Kserkes’in Mısır’dan çıktığı seferi, diğer güçlü seferlerle karşılaştırırken Teukria’lılardan bahsediyor. Yazar şöyle derken, Teukria’lıların vardıkları bölgelere işaret etmektedir: “_, hatta bize dediklerine göre, ne Atreus oğullarının İlion’a karşı açtıkları sefer, ne de Mysia’lıların ve Teukria’lıların, Troya olaylarından önce, Bosphoros’u geçip Avrupa’ya atıldıkları ve bütün Thrak’ları egemenlikleri altına aldıktan sonra İonia denizine doğru indikleri ve güneyde Paneios ırmağına kadar ulaştıkları sefer onunla ölçüştürülebilir”.[483]
Tjekker, ya da Tjeker, Antik Mısır’da “Wen-amon hikayesi” olarak anılan metinde, Tjekru, Tjekker, skl, Sikil, Djekker vb şeklinde tercüme edilmiş “tkr/skl” olarak anılan “Deniz İnsanları”nın isimleriydi.[484] Tıpkı Uzak Doğu’da üst üste panolar halindeki Jātaka stelinde olduğu gibi nara tif üslûp arzeden Wen-amon (Wenamun, ya da Wen-Amun olarak da anılmaktadır) kabartması, onun, XI. Ramses’in (İÖ 1099-1069) hükümranlığının 19. yılındaki Rönesans dönemine rastlayan 5. yılının 16. gününde Thebes ’ten (Tep) ayrıldığı güne işaret etmektedir. Buradan biz, Wen-amon’un seyahatinin tam olarak İÖ 1075-1073 arasında olduğunu söyleyebiliyoruz.
a. Wen-amon yüksek kabartmasından son görünüm; b. Aynı kabartmaların buluntu durumu: 1= Tarım havzasının doğusunu korumakla görevli Wadjet (Naja naja oksiana-kobra yılanı), Uzak Doğu’daki tektonik olaylar (Marduk-Apollon Karneios) nedeniyle sağa ve sola ayrılmış durumda. Ortalarında, Tarım havzasının batısını korumakla görevli Nekhbet (bugün de Tarım havzasının batısında yaşayan keşiş akbaba). Bunlar da iki yöne ayrılmış durumda tasvir edilmişler; 2= En üstte, kralların tekrarlanmış kartuşları, akbaba tanrıça Nekhbet ve Wadjet tarafından korunuyor; 3= Von Minutoli'nin duvar çiziminde, yazıtın üzerinde üstteki frize atıfta bulunan bir bezemede, pek çok figür, “Ağız açma” ritüelini icra ediyorlar; 4= Duvar üstünde hâlâ ayakta duran, çeşitli tanrılara ithaf edilmiş elli bir satırlı ve üç ayrı bölümlü uzun yazıt; 5, 6= Yazıtın altında, biraz daha alçak seviyede yer alan rölyefte,yazıtın üstündeki rölyefle aynı şekilde dinsel bir tören işlenmiş. Burada, üç sıra halinde figürler yer almakta. Bunların hepsi de yüksek kabartma niteliğinde. Tam tepede, tapınağı asıl yapan kişiyi görüyoruz. Bu kişi “Çölün büyük reisi” Wen-amon’dur. Tapınak rahibi saçlarının arasına bir devekuşu tüyü yerleştirmiş. Bu tüy, onun Libya’lı atalardan geldiğine işaret ediyor ve o, tapınak inşa olunduğu sırada Siwa’nın idarecisidir. Betimde, kutsal bir oda içinde gösterilmiş olan tanrı Amon’un önünde secde etmiş durumdadır. Eser sağlam durumdayken, Wen-amon’un arkasında yedi tanrı, ortada dokuz tanrı yer alıyordu. Fakat şimdi, yalnızca sekiz tanrı kalmıştı; 7=En alttaki frizde, şimdi yalnızca üç tanrı görmekteyiz. Biz burada, başlangıçta 1820’den fazla figürün yer aldığı kanısındayız.
Wen-amon, Thebes’te yontulmuş bir Amon heykelini taşımak için, kıymetli sedir ağacı tahtalarından kutsal bir gemi yapmak üzere, Thebes’ten Sais yoluyla Fenike’nin Byblos şehrine (Βύβλος)[485] seyahat ede n , Thebes Amon tapınağının rahibiydi. Thebes ’in yerel yöneticisi olarak görülen Horihor,[486] genel anlamda bir firavun olarak addedilmezdi. Wen-amon, Aşağı Mısır’ın firavunu Smendes’e (Horihor’un rakibi) Byblos ’un Tjekker (Teukhroi) Baal’ı[487] için bir tavsiye mektubu yazmasını istemeyi unutmuştu. Bu nedenle, tüm iyi niyetine karş ın, Fenike kentinin yarı barbar yöneticisiyle karş ı karş ıya geldiğinde, büyük zorluklarla karş ılaştı. Wen-amon’dan yaklaşık yüz yıl önce, birbirlerine karş ı gergin bir ortamın oluştuğu Aşağı ve Yukarı Mısır arasında, Deniz adamları’na karşı başarılı savaşlar veren III. Ramesses zamanında, bu göçebelerin tamamı Akdeniz’e dağıtılmıştı. Bu nedenle, Tjekker Baal adının büyük olasılıkla Mısır’a saldırıda bulunan “Deniz adamları” kaynaklı olduğuyla Tjekker’in de, bunlardan biri olduğu sanılmaktadır.
Başındaki Wadjet betimiyle Ethiopia'lı rahip Horihor (Herihor. İÖ 1080-1074).
Herihor – Wikipedia, the free encyclopedia: (en.wikipeda.org/wiki/Herihor).
Makalede, Byblos ’luların İÖ 12. yüzyılda küçük bir kasabayken Bronz çağında birden gelişip büyümüş bir kent olan, Hayfa’ya 30 km mesafede, İsrail’in Akdeniz kıyılarında lokalize olmuş, bugün arkeolojik bir sit alanı olan Tel Dor’un (Kh. Al-Burj veya Tantura) halkı olduğu sanılıyor. Bunların aynı zamanda, Medinet Habu tapınağında, Firavun III. Ramesses’in hükümranlığının 5, 8 ve 12. yıllarında yaptıkları istilâlarının püskürtüldüğü kaydedilmektedir, denmektedir.[488]
a. Kızıldeniz kıyılarında karaya çıkan Asyalı göçmen Ainu’lar, bir Mısırlı tarafından karşılanıyorlar; b. III. Rameses, karaya çıkmak isteyen Ainu’ları, saçlarından kavrayarak asasıyla cezalandırmak üzere.
a. (www.bu.edu/anep/LB.html).
Mısır’dan üç ayrı Baal betimi: a= Altından yapılmış, enkruste gözlerinden göz bebekleri düşmüş Baal heykelciği. Büyük olasılıkla şimşek betimini, iki eli arasında tutmaktaydı; b= Baal’a ait başka bir yüksek kabartma: Sağ elinde tuttuğu şimşeği yukarıya kaldırmış, atmak üzere. Başında sorguçlu, önde çift boynuzlu (Hapis, Hapi ankh, Tüylü kotuz’un boynuzları) miğferi var. Uçlarda volütler oluşturmuş sakal ve pos bıyıkları, uzun saçlarıyla Zeus, yukarıdaki Ainu karakterlerini yansıtıyor. Uzak Doğu tipinden henüz bir şey kaybetmemiş. Sol elindeki şimşek betimi, üst kısımda, bulutlardan çatallı olarak çıkan yıldırımın, toprağa düşüşünü tasvir ediyor. İkiz yılan (Gog ve Magok fay merkezleri) betimi, belinde çift gövdeleriyle bir kemer oluşturmuş. Bunların baş ve kuyruk kısımları, tanrının eteğinde kıvrımlar halinde dolanmakta, bir bezeme unsuru yaratmaktadır. Bunlardan birinin kuyruğu, tanrının sol tarafında, bel hizasından çıkıp, uçta bir volüt oluşturacak şekilde, yana doğru aşağıya sarkmaktadır. Baal’ın üzerinde durduğu podyumun yan tarafında gördüğümüz ikiz yılan gövdeleri üzerindeki helozonik desenler, tektonik sarsıntılara işaret etmektedir. Eserin yandaki diğer iki tiplemeye göre, daha erken bir döneme tarihlenmesi gerektiği ortadadır; c= Tanrı burada, neredeyse tam olarak bir Mısırlı tipindedir.Pek çok tiplemesinde olduğu gibi, sağ elinde tuttuğu yıldırımı, uzağa doğru fırlatmak üzereyken betimlenmiş.
Baal, God of Thunder –Tour Egypt: (www.touregypt.net/featurestories/baal.htm).
Yukarıdaki iki Mısır eserinde, Mısır’a varmış “Deniz adamları”yla ilgili betimleri görmekteyiz. Bunlardan ilkinde, sol tarafta, neredeyde bir yığın halinde gösterilmiş Asya tipli, uzun saçlı, pos bıyık ve sakallı, iri kıyım olarak tasvir edilmiş olanlarından bir kısmı yerlere çömelmiş, Mısır topraklarına alınmaları için yalvarır pozisyondalar. Karşılarında daha kısa boylu Mısırlı figür, en uzun boylu olanına elini uzatarak hoş geldiniz der ve onların kabul edildiklerini belirtirken, diğer eliyle de, öbürlerine yere eğilmelerini işaret etmektedir.
Solda yığılı erkek figürlerinin, günümüzde bile yaşamlarını sürdüren Ainu tiplemeleri oldukları o kadar açıktır ki, saçlarının sarı ya da kızıl, gözlerinin renkli olarak betimlenmesine bile gerek kalmadığı ortadadır (a).[489]
Teucer’lerden ayrılan mitolojik kollar: 1= Teuker, Teukroi, Tjekker;[490] Cressman, E. D. (1928). “Tennyson’un Klasik Şiirleri”, The Classical Journal 24: 2, s.98-111; 3= Euripides, Euripides II: Kırımda Iphigenia, Helen, Herakles ve Kiklop’lar (Yunan Tragedya’larının Tümü), C. IV, Chicago Üniversitesi.[491] Teucer. Tjekker: (www.ohio-Cleveland.info/Tjekker). Uyarlama.
Joseph, Aztek’lere değindiği satırlarında şöyle diyor: “Mısır turnası başlı Thaut ile beraber, Tüylü Yılan’ın Mısır’daki en yakın fiziksel benzeri Wadjet olabilirdi. Aşağı Nil’in koruyuıcusu olarak o, en eski tanrıçalardandı. Açıkçası o, sülaleler dönemlerinden önce de biliniyordu. Wadjet, kimi kez kanatlı bir kobra şeklinde gösteriliyordu –tüylü yılan. Aslında o, her firavunun tacında, firavunun yüksek spirütüel ve geçici gücünü temsil eden standart bir armaydı. Gelen bir kültür taşıyıcısının başlığında Wadjet’i göze çarpacak şekilde taktığını gören Amerikan Kızılderilileri, bu etkileyici otorite işareti nedeniyle ona bu adı vermiş olabilirdi. Adının değişik şekillerinde Wadget, Quetzalcoatl ile aynı fonetik benzerlikleri taşır: Ur-Uatchti”.[492]
Joseph’in, Wadjet’in yanında Nekhbet’ten bahsetmemesi ilgi çekicidir. Standart dediği arma, Nekhbet’i de içeriyordu ve bundan öte, Tarım havzasından Endonezya adalarına uzanan Lemuria kültürünün bir simgesiydi. Oysa, burada tasvir edilmiş Ainu’ların başlarında bu simgelerden hiç birini görmememiz ilgi çekicidir. Belki böyle olsaydı, Mısır’a da içtenlikle kabul edileceklerinden kuşkumuz olamaz.
Teukroi’lerin (Turuk’lar) İÖ 20.-12. yüzyıllarda Dijle’nin doğusundaki yerleşimleri. Bölgedeki nehir ve kentler: Niocve=Kuyuncuk; Arbela= Erbil; Arapha= Kerkük; Qasur= Yorgan-tepe; Idigle= Dijle; Buratta= Fırat; Turna= Diela’dır.
Medinet Habu tapınağından alınan diğer betimde, III. Ramesses Deniz adamlarından üç, ya da dördü tam karaya çıkmak üzereyken, saçlarından yakalayıp, elindeki asasıyla onlara şiddet uygularken gösterilmiş. Deniz adamları, uzun saçları, sakal ve bıyıkları yanında, başlarındaki takkeleriyle, tıpkı birinci resimdeki Deniz adamları’na benziyor.
Deniz adamları, şayet yukarıda ifade edildiği gibi, Fenike’deki Byblos’tan gelmiş olsalardı, Akdeniz yoluyla, Aşağı Mısır’daki Delta vadisinden Mısır’a çıkmaları gerekirdi. Oysa bunların Yukarı Mısır’a Kızıldeniz yoluyla geldiklerini, Narmer paletinde açıkça görmekteyiz.[494] Figürlerin sahip olduğu Asya tipleri ve tapınağın bulunduğu Luxor’un Yukarı Mısır’da bulunması, Deniz adamlarının geldikleri yön ve yerin kanıtlarını oluşturmaktadır.
Yazıda, Tjeker’in kökeninin belirsiz olduğu ifade edilmektedir. Oysa, Antik kaynaklarda behsedildiğine göre ve kullandıkları Teukroi lisanı bakımından,[495] Anadolu’da Troia’nın güneyinde bir kabile oldukları anlaşılmaktadır. Ancak bu iddia, Trevor Bryce tarafından reddedilmektedir.[496]
Sonuç olarak, yukarıda yer alan tüm belgeler ışığında, Bryce’nin yadsımasına karşın, Teukroi’lerin (Turuk’lar) İÖ 1900-1100 tarihleri arasında, Asur’un doğu yakınındaki olguları, bölgedeki Tokar Türkleri’nin varlığını açıkça göstermektedir. Kökenlerinin ise, yukarıdaki Mısır haritasında da gördüğümüz gibi, Mısır Troja’sı ve bundan daha öte, Büyük tufan sonrasında Ethiopia’ya varan Nuh ve oğullarına dayandığı açıktır.
Byzantion döneminde Anaplous’tan (Propontis’ten boğaza giriş) Kataplous’a (Eukseinos Pontos’tan boğaza giriş) kadar yerleşimler ve kutsal alanlar
A. Bosporos Avrupa kıyıları
I. Byzantion bölgesi
1. Daphne: Gyllius, Byzantion ile Hestiai burnu arasında dış mahalle “Sergios” olarak da anılır dedikten sonra Evagrios’un “Kilise Tarihi” adlı eserinden yaptığı alıntıda; “....senatör Mammianos dış mahalle Daphne’de, halk hamamı karşısında.... bir Antipharos (karşı fener), yaptırdığını....” şeklindeki cümlesinin devamında, Antipharos adının, Pharos’un (Fener) karşısında yer almış olmasından kaynaklandığını ifade etmektedir. Açıklamasının devamında ise; “Marcellinus, onun, Dionysios’un Bosporion dediği Byzantion’un Khrysokeras adlı burnunda bulunduğunu söyler”[497] demektedir.
Bu ifadeye göre Gyllius, Byzantion’un dış mahallesi Daphne’yi Bosporos’ta aramakta ve olasılıkla haritada 118 numarayla gösterilen Çılgın Daphne’yi anımsamaktadır.
Ancak, bize göre, Constantinus’un daha sonra Daphne Sarayı’nı yaptırdığı ve Byzantion döneminde, olasılıkla Byzantion’un dış mahallesi durumunda olan Hippodromos civarındaki Daphne bölgesini göz ardı etmemek gerekir. İmparator Zeno döneminde (474-491) senatör Mammianos tarafından yaptırılan Antipharos, Dionysios’un Bosporion dediği Byzantion’un Khrysokeras burnu karşısında yer alan Daphne sarayı yakınındaki Pharos’un da olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.[498] Bu varsayım çerçevesinde Daphne’nin, Çılgın Daphne haricinde Byzantion bölgesinde ve Sultanahmet meydanının doğusundaki bölge olduğu açıktır. Constantinus’un burada yaptırdığı üçüncü sarayına, bölgenin adını verdiği anlaşılıyor.
2. Hieron: Procopius’ta eski adı Heraion olarak gösterilen bölge, 6. yüzyılda Iustinianus’un yaptırdığı bir khelai’e sahip, daha sonra Sophia ve Kontoskalion adlarını taşıyan limandır.[499] Bu bakımdan, Bosporos Akra’daki Thraikiai khelai’ı, khelai tipi limanların denize uzanan burunları nedeniyle “akra” adını alan Heraia Akra ve Ploutonus Akra gibi “khelai koyu” olarak adlandırılan koyların da Byzantion surları yakınında bulunduğunun göz ardı edilmemesi gerekir,[500] (s.46).
3. Hestia: Olasılıkla, Pagan döneminde Zeus Hippios tapınağının oktagonon plânındaki ana yapısı çevresinde yer alan Ia, b ve VIIa, b kodlu yapılarından birinin Prytaneion olması ihtimali oldukça yüksektir. Tanrıça Hestia’nın kültüne bağlı olarak bu yapı ve çevresinin Hestiai olarak anılmış olması olasıdır. Sozomenus’un bazen Mikhaelion ve bazen de Hestiai dediği yere, Procopius’un Anaplous demesinin nedeni bu olmalıdır, (s.101).
Byzantionlu Dionysios ve Gyllius’un anlatılarına göre hazırlanmış, Bosporos’un Antik dönemdeki yerleşim alanlarını gösterir harita. (Arş. Çiz.).
4. Mikhaelion: (Anaplous, Hestiai), (s.101-103).
5. Pharos: (s.92).
6. Byzantion.
7. Porta Oraia: (Porta H>oraia, Porta Oria): Neorion limanındaki horrea’lardan dolayı, Neorion’un, Porta Horrea’dan bozularak türemiş yeni ismi, (s.61).
8. Phidalia: Geç dönemlerde Hagios Demetrios pyle ve Hagia Barbara pyle olarak anılan Thraikiai akra’nın (khelai), kentin kurucusu Byzes’ın eşi Phidalie’ye izafeten inşa ettirdiği liman. Gyllius’a göre Bosporos’ta Sarantakopa koyu, (s.121, 122).
9. Artemis Diktyna Tapınağı: Gyllius bu tapınak için, iki khelai’nin yanında demektedir. Bize göre bu iki khelai Bosporos Akra’ya yakın Thraikiai ve Heraia, ya da Heraia ile Ploutonos khelai’leri arasında yer alan bir tapınak olmalıdır, (s. 109, 110).
10. Anaplous ve Leosthenion arasındaki Kadınlar limanı: Gyllius, Hermalaos’un “Kadınlar Limanı, Anaplous’la Leosthenion arasında, Phidalia yakınındadır” dediğini söylemektedir. Buna göre, Anaplous’la Leosthenion arasında bilinen Phidalie limanı Bosporos Akra’dadır. Yoksa Anaplous ve Leosthenion arasında bir ikinci Phidalie limanının olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu varsayıma göre, Hermalaos’un bu ikinci Phidalie limanını vurgulaması gerekirdi kanısındayız.
11. Demetrios: Byzantion bölgesinde Hagios Demetrios kilisesinin bulunduğu bölge olmalıdır. Gyllius’a göre, Hermaion burnunda bulunan Neokastron’dan önce, Demetrios vadisiyle çevrili bir koydur, (s.92, 93, 98).
12. Khalai: Gyllius’a göre, Hestiai ve Hermaion burunları tarafından çevrilmiş orta büküntüdür. Khelai dercesine Khalai olarak adlandırılmıştır. Ancak, khelai’lerin yoğun olduğu Bosporos-Khrysokeras büküntüsünün bulunduğu yer olma olasılığı da gözden uzak tutulmamalıdır, (s.109).
II. Sykai – Avrupa Kyaneai’ı arası
13. Hagia Maura kilisesi: Gyllius’un, Sykodes dediği Sykai’a geçmeden önce, Bosporos’un çeşitli bölgelerine yakıştırdığı, yukarıda 1-12 numaralarda incelediği yapı, liman ve bölgeleri, kitaptaki anlatımlarının hemen başlangıcında ve sanki Anaplous’tan anlatıma başlamış gibi olan sıralaması, ve bunların bitiminden sonra Sykai’a geçerek Eukseinos Pontos’a kadar olan anlatımı dikkat çekicidir. Gyllius, III. Leon’un oğlu V. Konstantinos’un Aphrodite’ye insan kurban ettiği yerdeki, eski Artemis Phosphoros Tapınağı’nın (Photeine) bulunduğu Sykai’de daha sonra Hagia Maura kilisesinin yapıldığından bahsetmektedir, (s.87).
14. Sykai’de Amphiaraos hieron’u: (s.83).
15. Syamphas (Auletes): Kaval çalan, (s.85)
16. Bolos: Artemis Phosphoros ve Aphrodite Praeia tapınaklarının bulunduğu bölge, (s.85).
17. Ostreodes: İstiridye biçimli, (s.85).
18. Sykodes: (s.87).
19. Hagia Klara (Clara) kilisesi: (s.87).
20. Metopon: Procopius’a göre, Metanoia-Poenitentia manastırının bulunduğu bölge.[501] Gyllius’a göre önyüz anlamına gelmektedir. Apollon’a tapınılırdı, (s.88, 89).
21. Argyronion: Procopius’a göre, Sykai’nin kuzey doğusunda, Metopon’dan sonra geliyor. Gyllius’a göre ise, Anadolu Kavağı’nda Mouro Moulos’ta bir burundadır, (s.205, 208).
22. Spantonina: Gyllius, Spantonina Akra olarak bahsetmektedir. Burada, Hagios Konstantinos kilisesi, çeşmesi ve altında, taş basamaklarla inilen tonozu vardı, (s.86).
23. Aianteion: Gyllius’a göre, adını Aias Telamonios’tan almıştır, (s.89).
24. Palinormikon: Gyllius’a göre “Arkaya fırlatılmış” anlamındadır. Kayalık uçurumun biraz üstünde Ptolemaios Philedelphos tapınağı bulunuyordu, (s.89).
25. Delphin: (s.89).
26. Karabolos: (s.89).
27. Karandas veya Karidas: (s.89).
28. Thermastis burnu: Gyllius’a göre bir akradır, (s.89).
29. Pentekontorikon: “Elli kürekli gemi” anlamındadır. Buna bitişik durumda Ta Skythou (İskit yeri) vardı, (s.89).
30. Diplokionion: Iasonion. Kokhlis’e giden Iason burada karaya çıkmıştı. Defne ağaçlarıyla doluydu. Burada bir de Apollon sunağı bulunuyordu. Bugünkü Beşiktaş semti, (s.90).
31. Rhodakinion: Bugünkü Yıldız civarı olmalıdır. Rodosluların peribolosu vardı, (s.95).
32. Arkheion: Hagios Phocas olarak da bilinir. Bugünkü Ortaköy, (s.96).
33. Kleidion: Gerôn Halios (Γερωυ ̀Aλιος) Deniz ihtiyarı denilen yaşlı deniz adamı heykelinin dikili olduğu burun). Kleidion, Bosporos girişinde, Byzantion’dan Bosporos’un görülebilen son noktasıydı. Dionysios’a göre, Bosporos’taki akıntının burada düğümlenmesi nedeniyle, “Kleithra=Kilitler” bazan da “Kleidia=Anahtarlar” olarak tanımlanmıştır. Bugünkü Ortaköy burnu, (s.92, 97)
34. Parabolos: Procopius’un “Constantinopolis Büyük Üçgeni” teoremindeki “ABC” üçgeninin parabolünü teşkil edip etmediği konusunun ilgi çektiği bir noktadadır,[502] (s.98).
35. Kalamos: Gyllius’a göre, “Kamış” anlamındaydı, (s.98).
36. Bythias: Gyllius’a göre burası, Vitalianus ve Marinos Syros arasında geçen Bytharia savaşının yapıldığı yerdir. Kleidion ve Hestiai burunlarının karşılıklı görüş alanlarını etkilemeyen Bakka ‘nın (Bakkhos Burnu) ayırdığı iki koy olan Demetrios ve Mikhaelion koylarını da içine alır. Yine Gyllius’a göre İsis’in Bakka’sı burada bulunuyordu, (s.98, 99).
37. Mikhaelion koyu: Gyllius Mikhaelion Köyü’ne gittiğinden bahsetmekte, fakat buranın tasvirini yapmadan Procopius’un Iustinianus tarafından Anaplous ve Prookhthoi’de Arkhangelos Mikhael’e izafeten karşılıklı olarak yaptırdığı iki kiliseden bahsettiği bölüme yer vermektedir. Dolayısıyla koyun, Prookhthoi, yani Cankurtaran civarında olduğu açıktır, (s.101, 102).
38. Dareios gemileri köprüsü: (s.116).
39. Demetrios koyu ve vadisi: (s.98).
40. Neokastron: Sinus Sultanicus (Sultaniye koyu). Türk burnu. Hermaion burnu. Rumeli Hisarı. Yunanlılar akıntı hızından dolayı Pyrrhias kyon (Kızıl köpek) adını vermişlerdir. Laimokopie (Boğazkesen), (s.45, 111, 115, 116).
41. Sarantakopa koyu: Gyllius burası için Phidalie demektedir. Koy’a Kheimarrous kış deresi akmaktaydı, (s.122).
42. Akra Rhoode: Rhoodes burnu ya da akıntı dalgalarının çıkardığı sesten dolayı Phonema (Phonea) denilen yer. Gyllius, bu noktadan sonra Khrysopolis’e (Üsküdar) doğru olan şiddetli akıntıyı “Akrai Rhoizoisai” olarak adlandırmaktadır, (s.119, 216, 217).
43. Kyparodes: Buradan sonra Leosthenion (İstinye) gelmekteydi, (s. 122).
44. Hekate tapınağı: (s.122)
45. Lasthenes koyu: Gyllius’a göre, Leosthenes’in (İstinye Koyu) değişik şekilde söylenişidir. Yine ona göre “Yaşlılar limanı” idi, (s.124, 125).
46. Leosthenion: Sosthenion, Sthenion olarak anılan bölge. Bugünkü İstinye, (s.121, 124)
47. Leosthenes deresi: (s.129).
48. Neokhorion: Yeniköy; (s.126).
49. Hestiai: Hestiai ve Hermaion burunları tarafından çevrilmiş bölge, (s.106, 107).
50. Hestiai burnu: Burun, önündeki orta büküntüye khelai dercesine “khalai” olarak adlandırılmaktaydı, (s.44, 107, 109)
51. Kommarodes: Kocayemişlik, (s.126).
52. Kommaros ormanları: (s.127).
53. Bakkhos kayaları: Dikaia kayası. Thermemeria (Yazın sıcak günleri) denilen yer, (s.127).
54. Pithekos: Limen Pithekos. Gyllius’a göre Maymun veya cüce anlamlarındaydı, (s.127, 128).
55. Libadon: Libadion, çimenlik, (s.128).
56. Eudios Kalos: İyi korunaklı, (s.127).
57. Pharmakias: Therapeia, bugünkü Tarabya koyu, (s.127).
58. Dialithra vadisi: Bosporos’un burada, Dionysios’un dediği gibi, “Kleithra =Kilitler” veya “Kleidia=Anahtarlar” benzetmesinden dolayı, Kleithra olarak da bilinirdi, (s.134).
59. Katergo: Kadırga, (s.128).
60. Kalos Argos: Gyllius’a göre Kalos Abros. “Güzel Kır” anlamına gelmektedir, (s. 138).
61. Linon vadisi: (s.128).
62. Bathykolpos deresi: Kalos Argos. Büyükdere, (s.138).
63. Bathykolpos koyu: Derin koy ya da “Lanetli Monokolos” olarak da anılan bugünkü Büyükdere semti, (s.43, 130, 206).
64. Saron burnu: (s.137, 138)
65. Saron sunağı: (s.137).
66. Simas burnu: “Baştan çıkarıcı Aphrodite heykeli”nin bulunduğu burun. Gyllius’a göre, Megara’lı fahişe Simaitha’dan kısaltılarak Simas’a dönüşmüş bir isimdir, (s.141).
67. Petra Dikaia: Gyllius’a göre haktanır, dürüst anlamına gelmektedir, (s.134).
68. Skletrinas koyu: (s.141).
69. Skletrinas deresi: Sarıyer deresi, (s.142).
70. Skletrinas: Sarıyer, (s.45, 141).
71. Brologenes kayası: (s.134).
72. Milton burnu: Amilton ya da Tripiton burnu. Gyllius’a göre, aşı boyası, toprak rengi anlamlarına geliyordu, (s 143, 145).
73. Apollon ve tanrıların Anası sunakları: (s. 141, 142).
74. Kerasida vadisi: (s.143).
75. Zeus Hieron’u: (s.143).
76. Phosphoros: Efeslilerin limanı. Adını buradaki eski Pharos’tan (fener) veya Artemis’ten almış. Bu limana Efesliler yanaştığı için Efesliler’in limanı olarak anılmış. Gyllius’a göre, Aphosiatis limanı ile aynı liman. Küçük Aphosiatis veya Aphrodision limanı olarak da anılmaktaydı. Aphrodision, uçurum yer olarak biliniyordu, (s.149, 151).
77. Lykia limanı: Bu limana Lykialılar yanaştığı için bu adı almıştı. Büyük Aphosiatis olarak da anılmaktaydı, (s.151).
78. Mauro Molos: Kara Mendirek Köyü, (s.145).
79. Polikhnion: Serapeion. Byzantion’luların hieron’uydu, (s.144).
80. Eski Pharos: (s.144).
81. Myrileion: Myrileia, Myrileios. Gyllius’a göre, Myrileia (Mudanya) sürgünleri buraya yerleştirildikleri için bu adı almıştı, (s.26, 151).
82. Hagios Nikola ve Hagia Maria kiliseleri: Iason’un adadığı Rhea heykeli, Rhea sunağında, Dindymon Rhea’sı gibi aslanlarla birlikte tasvir edilmişti. Zosimus’a göre, Constantinus tarafından Byzantion forum’una[503] getirtilmiştir, (s.146).
83. Mendirek: Byzantion Hieronu altında limanı olmayan kıyıya, Eukseinos Pontos’tan Bosporos’a girişi kontrol etmek için 1184 m .[504] uzunlukta mendirek yapılmıştı, (s.145).
84. Bosporos zinciri: (s.145).
85. Timaia kulesi: Pharos, (s.147).
86. Khalkeia: (s.147).
87. Kastanon ormanı: Kastaniota. Kestane ormanı. Kestanelik, (s.147).
88. Khrysorrhoas deresi: (s.147).
89. Paneion: Panos, (s.165).
90. Salmydessos: Midye, Kıyıköy, (s.147).
91. Myrileios koyu ve limanı: Kolpos. Myrileia (Mudanyalılar) koyu ve limanı, (s.151).
92. Gypopolis: Kayalık tepe. “apo ton gypon egoun ton spelaion” yani, akbabalı kovuklar olarak anılan tepe, (s.156).
93. Delkos: Delkones olarak da anılan Derkos veya Terkos gölü, (s.148).
94. Aksenion: Gyllius’a göre Konuksevmez anlamında kullanılmıştır. Sophokles, Apoksenos (yabancı barındırmaz); Lykophron, Kakoksenos (konuksevmez, yabancıya karşı kötü davranan) olarak adlandırmıştır. Kyaneai, “Planktai= Gezen kayalar” ya da Liknias “beşik” veya “kuş yuvası” olarak da geçmektedir, (s.31, 155, 156).
95. Myrileios deresi: Mudanya deresi (?), (s.155).
96. Phineus çiftliği: Iason ve diğer Argo gemicilerinin kaldıkları aula (saray-çiftlik). Bu çiftlik, Gyllius’a göre Skletrinas veya Myrileion’da da olabilir, (s. 160, 161).
B. Bosporos, Anadolu kıyıları
97. Atroparion kayalığı: Bosporos’tan üç mil ötede, (s.175).
98. Pera kayalığı: (s.176).
99. Rhebas deresi: Gyllius’a göre, İskenderiyeli Dionysios Rhebas, Orpheus Rhebanos; Rhodoslu Apollonios ise Rhebas veya Rhebeos demektedir. Bugünkü Riva deresi, (s. 175, 176).
100. Krommyon kayası: Rhebas deresi ağzındaki Kolone (Sivrikaya), (s.177).
101. Phanos: Pharos. Phanarion. Sekizgen kule, (s.165).
102. Ankyreion burnu: Gyllius’a göre, eteklerinde Media kulesi vardı. Yeni adıyla Psomion “Ekmek
lokması” olarak da bilinir, (s.166).
103. Hagios Sideros koyu: Gyllius’a göre, Sideros adı “çapa”dan ileri geliyor. Iason’un
taştan yapılıp eskimiş çapası buradaydı, (s. 180).
104. Kokhlisli Media’nın Pyrgos’u denilen yuvarlak kaya: (s.185).
105. Ampelodes koyu: (s.186).
106. Asya Kyaneai’ı: (s.166).
107. Kalogreas kayalığı: Ampelodes’i güneyden kuşatan burundan sonra her yanı denizle çevrili
kayalık uç. Gyllius’a göre, rahibeye benzeyen biçiminden dolayı Kalogreas denmiştir, (s.186).
108. Bosporos zinciri: (s.145).
109. Korakion: Karga Gagası burnu. Aphosiatis (Efesliler’in Limanı “76” ) ile ile karşılıklı
konumdaydı, (s.189).
110. Mankipion: Fırın. Dionysios’a göre eski adı Panteikhion (Pantikhion), yani,
“Tümüyle Duvar”dı. Diğer Panteikhion Kadıköy’de Pendik’tir, (s.189, 190).
111. Dios Sacra: Iuppiter (Zeus) Hieronu. Planktai (Gezen Kayalar). Kyaneai veya Dios
Akra. Bir Zeus ya da öteki Zeus olan Poseidaon sunağı. Gyllius’a göre, burnun dar
sırtında Zeus ya da Hermeias sunağı dikilmiş olabilir. Myrileos koyu karşısındadır,
(s.31, 32, 189).
112. Khelai’ler: (s.191).
113. Hieron: Mauro Moulos. Bugünkü Anadolu Kavağı. 12 tanrıya adanmış kutsal
Hieron. Gyllius, “Hierona Latinler ‘Fanum’ der” demektedir, (s.145, 193, 194, 202).
114. Argyronikon burnu: Argyronion= Para, (s.205, 208).
115. Alkides’in klinesi: Döşek. Tabut, (s.206).
116. Sykia koyu: Monokolos olarak da adlandırılmıştır. Koyun yakınındaki incir
ağacından (sykia) dolayı bu adı almıştı. Argyronion’un güneyindedir, (s.205, 208).
117. Nymphaion: (s.206).
118. Amykos limanı: Gyllius’a göre, Daphne Psykhonous (Çılgın Daphne), Daphne
Mainomene, Daphne Phainomene olarak da adlandırılmıştı, (s.92, 161, 206, 212).
119. Amaia veya Amia: Bugünkü Beykoz semti. Turkos burnu ve koyu. Gyllius’un
burada bahsettiği çay, eski Kavaklıdere veya Ayı deresi olabilir. Amia ya da Lamia
olarak de geçmektedir, (s.209).
120. Aetorekhos burnu: Aietou rhynkhos (Kartal gagası) olarak da bilinir, (s.207).
121. Moukaporis: Çok derin ve iyi liman, (s.207).
122. Gronykhia kırsalı: (s.207).
123. Sardacus: Önceki adı Kyklominos’tu. Daha sonraları Çardak ve Sultaniye olarak
adlandırılmıştır. Mermer iskele olarak da bilinirdi, (s.212, 214).
124. Stridos burnu: Gyllius, Strider’in gıcırtı anlamına geldiğini, ancak Stridos adının
daha çok Stridia, yani istiridye’den geldiğini ifade etmektedir, (s.214).
125. Kastakion koyu: (s.214).
126. Büyük glari (Oksyrrhous): Laros, Glaros adlarıyla anılan Martı burnu,[505] (s.45, 214).
127. Glarion: Plaka koyu. Oksyrrhous ve Perirrous burunları arasında kalan düz ve
genişçe koy, (s.214).
128. Palodes: Bataklıklar. Khrysokeras’taki bataklıkları anımsatmaktadır, (s.207).
129. Küçük glari (Perirrous): Gyllius, halkın Moletrina dediği burun olabilir
demektedir. Ancak, Moletrina bugünkü Kandilli semtidir. Gyllius burada yanılmış
olmalıdır,[506] (s.45, 213, 216).
130: Manolos koyu: Gyllius’a göre, Hermaion koyu orta kenarı ya da Akra Rhoode
karşısındadır, (s.218).
131. Katangeion: (s.213).
132. Neokastron deresi: Enaretia veya Aretai olarak da adlandırılmış olan bugünkü
Göksu deresi, (s.217).
133: Neokastron: Anadolu Hisarı, (s.218).
134. Kormion: Gyllius’a göre, Küçük ağaç gövdesi anlamına gelmektedir, (s.218).
135. Moletrina: Bugünkü Kandilli semti, (s.44).
136. Napli: (s.217).
137. Naplitikos: Küçüksu deresi, (s.219).
138. Phriksos limanı: (s.213).
139. Phiela limanı: (s.213).
140. Potamonion: Gyllius burası için, Manolos adlı koy ya da Enaretia deresi olabilir
demektedir, (s.213, 216).
141. Nausikleia: Gyllius’a göre halkın Napli dediği yer olabilir, (s.213, 216).
142. Ekhaia: (s.213).
143. Lykadion koyu: Gyllius’a göre, adını Megara’lı biri ya da Kykladion’dan almıştır, (s213).
144. Phylake: Sultanın kulesi, (s.98, 220).
145. Khrysokeramos: Kuzguncuk, (s.44).
146. Khrysokeramos deresi: Kuzguncuk deresi, (s.221).
147. Stauros: Bugünkü Beylerbeyi, (s.42, 221).
148. Nagalon burnu: Stauros’u çevreleyen burun, (s.221).
149. Kikonion: Gyllius’a göre, Cecri ve Kenkhiras olarak da bilinirdi, (s.216).
Üsküdar’da “Kız kulesi” olarak da bilinen küçük ada, (s.215).
151. Akrai Rhoizoisai:: Akra Rhoode’den başlayıp Byzantion ve Propontis’e doğru
ilerleyen hızlı boğaz akıntısı ve bu akıntının Khrysopolis civarında vardığı burun, (s.216, 217).
152. Diskoi:: Diskler; (s.217).
153. Damalis burnu::Bous veya BUS olarak da adlandırılan, bugünkü Salacak burnu, (s.223, 224).
154. Khrysopolis: Üsküdar, (s.217).
155. Hermagora kaynağı: (s. 229).
156. Nicopolis: (s.217).
157. Kahraman Eurostos tapınağı: (s.229).
158. Naulochum: Nausimachium, (s.217).
159. Aphrodite tapınağı: (s.229).
160. Apollon tapınağı: (s.229).
161. Khalkedon: (s.229).
162. Eutropios::Kalamış, (s.235).
Son söz ve veda…
“Gerçeği bulamadığın sürece aramış sayılmazsın
ve ardına düştüğün gerçek bu kadar güzelken
araştırma zahmetinden öte, ölümden bile yakınmak utanç vericidir”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder