29 Aralık 2010 Çarşamba

ZÜMRÜT TABLETLER / I


MAURİCE DOREAL’İN ZÜMRÜT (EMERALD) TABLETLER TERCÜMESİNİN BİLİMSELLİĞİ ÜZERİNE?



Amerikalı bilim adamı, mineraolog-arkeolog
William Niven’in aziz anısına.


Yalnız üzerinde yaşadığımız yeryüzü değil, kâinattaki her varlık, sürekli olarak değişim ve gelişme içindedir. Charles R. Darwin, doğada yaptığı uzun gözlemler ve yıllarca süren ayrıntılı araştırmaları sonucunda elde ettiği belgeleri toplayarak, sonuçta tüm verileri “Evrim teorisi” olarak adlandırmış. İslam bilginleri tarafından şiddetle yadsınan bu kavram, Batılı bilim adamları tarafından neredeyse tümden kabul görmektedir.

Batı ve Doğulu bilim adamları arasında, yukarıda ifade edilen iki farklı görüşü, Batılılar için özellikle vurgulamak üzere verdik. Zira çok az bilim adamı dışında, Antik Mısır kültürü, bu topraklarda sanki durduk yerde ve birdenbire ortaya çıkmış gibi kabul görmekte ve ondan önce var olduğu kesin olan çok önemli bir kültür, yadsınmaktan da öte, bir ütopyanın içine sürüklenmek istenmektedir. Bu bağlamda Batılı bilim adamlarının, bir taraftan Darwin’in Evrim teorisini bilimsel olarak kabul etmeleriyle, Mısır’daki yüksek kültürü, evrim dışı bir kültür olarak gösterme çabaları arasındaki çelişki, açıkça ortadadır.

İnsanoğlunun varoluşundan, günümüzden 2200 sene öncesindeki Demir çağı sonuna kadar geçirdiği evrim tablosu, ortaya koyduğu kültürler ve maddi verileri. Tabloda, dönemlere ait tarihler, dünyanın değişik yerlerindeki kültür varlıklarına göre değişim göstermektedir. Bu nedenle tarihlemeler, ortalama ve yaklaşık rakamlarla gösterilmiştir.[1]


Bu çerçevede, Batılı bilim adamlarının çeşitli noktalarda tarihin evrimsel gelişimine, bilim dışı müdahale ettiklerini görüyoruz: Bunları şöyle sıralamak olasıdır.
  1. Uzak Doğu’da, Beijing (eski Pekin) yakınlarındaki Choukoutien’de (Zhoukoudian)[2] Johann Gunnar Anderson tarafından ortaya çıkarılmış dünyanın en eski fosillerinden olan Homo erectus (eski Sinanthropus pekinensis), buluntu yerine göre “Chou adamı” olarak adlandırılması gerekirken “Pekin adamı” olarak adlandırılmıştır.[3] Dikkat edilecek olunursa, dünyanın diğer bölgelerinde bulunmuş fosillerden, örneğin Afrika’da Turkana gölü çevresinde Kenya’da Kamoya Kimeu tarafından 1984’te bulunmuş olan Homo erectus “Turkana boy”; Dr. Eugéne Dubois tarafından 1891-92 yıllarında Cava adasında bulunan Pithekanthropus I fosili, “Cava adamı” olarak isimlendirilmiştir. Bunların yanında, benzeri diğer pek çok yerlerde olduğu gibi, keşfedildikleri bölgelerin isimleriyle adlandırılan buluntuların aksine, Choukoutien fosiline “Pekin adamı” isminin verilmiş olması, dikkat çekicidir.
Homo erectus fosil kalıntılarının, 2006 yılı itibariyle dünyadaki yayılımı. Bunların arasında yalnızca Boxgrove’deki buluntuların, Homo heidelbergensis’e ait olduğu konusu tartışmalıdır. Homo erectus’a ait, hemen hemen tüm buluntuların tektonik arazi yakınlarında toplanmış olması dikkat çekicidir.
  1. Chou adamının Zhoukoudian’daki varlığı, bilim adamlarınca 700 bnyö’ye tarihlendirilmektedir. Cava adasında keşfedilen Cava adamıysa, önce 700 bnyö’ye tarihlendirilmişken, daha sonra 1.5 myö’ye tarihlendirilerek, bir yanlışlık yapıldığı öne sürülmüştür.[4] Afrika’da Nariokotome yakınında, Turkana gölü civarındaki Turkana boy, bir erkek çocuğuna ait fosildir. Fosil, yaklaşık olarak 1.6 myö’ye tarihlendirilmiş. Özden’in bahsettiği Çin’in Yuanmou eyaletinin Danawu köyü yakınlarında bulunan Homo erectus’un (Yuanmouensis) 1.7 myö.’ye tarihlenmesi, Pekin Adamı’nın 1.8 myö.’ye tarihlenmesi gerektiği hakkındaki tezimizi kuvvetlendirici bir kaynak oluşturduğu gerçeğini desteklemektedir.[5] Zira, Turkana boy’un bulunduğu tektonik arazide de olduğu gibi, ilk insana ait fosiller daima volkanik araziler, ya da bunların çok yakınlarında ortaya çıkmaktadır. Çin’deki volkanik arazi ise Yunnan eyaleti değil, Beijing’e yakın Ordos civarındaki Yen-men ve Datong tektonik bölgeleridir.
Homo erectus’tan (Chou adamı) başlayarak, İÖ 4000-3500 yıllarında Büyük tufana kadar, Asya’dan Amerika, Afrika ve Avrupa’ya yapılan göçlerin ana nedenlerinden olan, Uzak Doğu’nun tektonik merkez durumunu gösterir, 2008 yılına ait deprem haritası.( feww.wordpress.com/.../earthquake-forecast-2009/).


  1. Yabancı bilim adamları, özellikle yukarıda adları geçen Chou adamı ile Turkana boy arasındaki tarih farklarını, Homo erectus’un ana vatanının Afrika olduğu tezine dayanarak verdikleri anlaşılıyor. Konuyu bu çerçevede inceleyecek olursak, 1.8-1 myö’de, dünya 4. Zaman’da yani Alt pleistosen’dedir. Bunun hemen arkasından, Chou adamının yaşadığı Asya, yaklaşık olarak 1.5 myö.-300 bnyö.  tarihleri arasında sırasıyla Günz, Mindel, Riss ve Würm Buzul çağlarını yaşamıştır. Bu dönemlerde Afrika, yine günümüzdeki gibi sıcak bir iklime sahipti. Ancak, henüz çöl olmamıştı. Toprak, favna ve flora bakımından son derece zengindi.[6] Bu nedenle, Turkana boy’un Asya’ya, yani Choukoutien ya da Yuanmou’ya göç etmesi için, hiçbir neden olmadığı ortadadır. Zaten Yuanmou adamına biçilen 1.7 myö. tarihi, Turkana boy’un Afrika’dan Asya’ya gittiği tezini tamamen çürütmektedir. Oysa Buzul çağlarında, soğuklar nedeniyle doğa şartları altında ezilen, dolayısıyla son derece soğuk hava şartları yanında yiyecek sıkıntısı da çeken Chou adamının, Çin’deki Kazlar geçidinden (Goose pass) Afrika’ya doğru kaz göçlerini takip ederek yaptığı göçler, Homo erectus’a ait düzenlenmiş yukarıdaki haritada da olduğu gibi, açıkça ortadadır. Haritaya genel kapsamda baktığımızda, erectus’un, yaklaşık 50º  kuzey paralelinden daha yukarı çıkmadığını görüyoruz. Kuzey yönünde yapılmadığı anlaşılan göçlerin tamamı, onun soğuk bölgelerden kaçtığını; Cava adasındaki varlığı, yakınındaki daha ılıman iklimli adalardaki arayışlarını; Hindistan’da Hatthnora’daki varlığı ise, Erg-el Amar yoluyla Babülmendep boğazından vardığı Turkana gölü çevresini; dolayısıyla buradan kuzey Afrika, diğer tarafta Mezopotamya ve Anadolu üzerinden Avrupa’ya olan göçlerine işaret etmektedir. Haritaya, Denizli’nin Kaklık beldesindeki bir madenocağında 2002 yılında bulunan ve Denizli Müze Müdürlüğü’ne teslim edilen Homo erectus (Kaklık adamı) fosili ayrıca ilave edilmiştir.[7] Şimdiye dek ele geçen buluntularda, Çin’den Arabistan ve Anadolu’ya kadar olan alandaki (Asya) yoğunluğun, Afrika ve Avrupa’nın toplamından daha fazla olması dikkat çekicidir. Bu durum, şimdilik kaydıyla da olsa, savımızın doğruluğuna işaret etmektedir.
  2. Cole’nin, diğer birçok bilim adamı gibi, özellikle Darwin’e dayalı tezinde, Afrika’nın insanın kaynağı olduğunda, onlarla hemfikir olduğu anlaşılmaktadır.[8] Günümüzde Uzak Doğu, Himalaya, Arabistan ve Kafkasları kapsayan Asya kıtasındaki Homo erectus’a ait buluntu merkezlerinin sayısı 17 iken, Afrika ve Avrupa’daki tüm merkezlerin sayısı, tartışmalı olan Boxgrove hariç sadece 15’tir. Bu durum, yakın bir gelecekte yapılacak çalışmalar doğrultusunda, Asya’daki merkezler lehine artacağının bir göstergesi olsa gerektir. Ayrıca, ateşi keşfetmiş olan Homo erectus’un, mağarasına alıp ateşte ısınmasını sağlayarak koruyup kolladığı, bu nedenle ilk dostluk bağlarının kurulmasıyla beraber ulaşım aracı olarak kullanmış olabileceği atın (equus stenosis) varlığından bahsedilmemektedir. Bunun yanında, Homo erectus’un tektonik alanlarda bulduğu volkanik madenleri (olasılıkla demir filizi), çakmak taşıyla işleyerek yaptığı yeni aletlerle, kemik aletlerin de göz önünde bulundurulması gerektiği kanısındayız.[9]  Chou adamı ateşi, büyük olasılıkla bu çalışması sırasında, demir filizini şekillendirmek istediği çakmak taşına sürtmesinden ortaya çıkan kıvılcımlar aracılığıyla bulmuştu.[10] Cole’nin anlatılarına göre dikkati çeken konulardan bir diğeri, Avrupalılar bundan yüzlerce yıl öncesinde, cesaret edip de Afrika’nın içlerine kadar ilk gittiklerinde, buradaki yerli ahaliyi çok ilkel bir ekonomi içinde ve aynen Chou adamı gibi, ham (filiz halindeki) demirden yapılmış aletleri kullanır vaziyette bulmuş olmalarıdır.[11] Şayet bu adet Afrika’dan çıkmış olsaydı, Afrika Homo erectuslarının yanlarında da demir filizinden yapılmış aletlerin bulunması gerekirdi kanısındayız.

Zhoukoudian, Chou adamının içinde bulunduğu karsit (kireç taşı) mağaranın olduğu bölgedir. Buradaki karsit yapının 1 myö. ile 500 bnyö. arasında oluştuğu ileri sürülmektedir. Merkez, Kambrien[12] ve Ordovisien[13] dönemde biçimlenmiştir. Buradaki çöküntü 40 m derinliğindedir. Mağara, geçmişteki iklim değişimleri hakkında pek çok farklı katmanlarla diğer paleoklimatik dönüşümler ve birikimler hakkında bilgileri de sağlıyor. Zhoukoudian’ın günümüzdeki ılımsal iklimi, breş olmayan katmanlara işaret etmekte ve soğuk iklimdeki breş tabakalarını açıkça göstermektedir. Bu durum, mağaraların uğradığı tahribatın nedenini anlaşılır kılmaktadır. Buradaki tortu analizlerinin, Chou adamının yaşı hakkında pek çok ipuçları verdiği ileri sürülüyor. Ancak bu hesaplamalarda, bölgede sürekli olarak meydana gelen tektonik sarsıntı ve patlamalarla Büyük tufanın mağara katmanlarında oluşturmuş olabileceği tahribatın hesaba katılmadığı anlaşılmaktadır.

Chou adamının, Moğolistan lösü içinde bulunması dikkat çekicidir. Burada, 150 m kalınlığındaki kırmızı toprak alt ve orta Pleistosen devirleri içermektedir. “Sarı toprak” (büyük lös) ise Avrupa’daki üst lösle çağdaştır. Kansu, gerek favna ve gerekse Paleolitik aletlerin tespiti için, çoğunlukla Mançurya ve Moğolistan steplerine çıkılmak zorunda kalındığını söylüyor. Bölgede çok az araştırma yapıldığından bahsedilmesine karşın, 1923 yılında Pére Licent ve Teilhard de Chardin, Çin’de Sarı nehrin Ordos eyaletindeki Cholitong-k’eou’, Tsingchoei-ying, Sjarosso-gol ve Yu-fang-téou’daki lösün tabanında insan endüstrilerini bulmuşlardır. Kansu, aletlerin bolluğunu, yalnız bir istasyondan elde edilen miktarın bir ton olduğunu belirterek ifade ediyor. Moğolistan steplerine bakan Ordos’un güneyindeki Büyük lös, Kansu (Gansu) ve Şensi (Shanxi) eyaletlerine kadar uzanmaktadır. Paleolitik aletler burada da, lösün tabanında ve hattâ içinde yer almaktaydı. Doğuya doğru, Vladivostok yakınında da Peleolitik aletler bulunmuştur.[14] Kansu, maddeler halinde verdiği listede, “Büyük lös”ün üst Pleistosen’e eşdeğer olduğunu belirtmektedir. Buna göre, Büyük lös’ün tabanındaki buluntuların Alt pleistosen’e, yani Chou adamına ait olduğu ileri sürülebilir görünmektedir. Bu arada, yukarıda da değindiğimiz gibi bölgeyi alt üst eden Büyük tufan öncesi tektonik olaylarla Büyük tufanın, göz ardı edilmemesi gerektiği kanısındayız. Yani bölge, Chou adamının bıraktığı gibi kalmamış, deyim yerindeyse onun zamanı ve sonrasında tam olarak allak bullak olmuştur. Bu nedenle, fosilleri Amerikalılar tarafından kaybedilmiş Chou adamına ait tarihleme, Büyük lös ya da mağaradaki katmanlara göre saptanmışsa, bunun yanlış sonuçlar doğurmuş olduğu açıktır. Gerçek tarih, Chou adamının fosil kalıntılarında yatmaktaydı.

Bölgenin jeofizik yapısını daha iyi kavramamız için, bazı bilimsel belgelere ihtiyaç vardır. Bu nedenle, yapılan birkaç önemli çalışmaya değinmemiz gerekiyor.

Bölgenin tektonik yapısı
Bölgede, tektonik magma ve metamorfizma’yla birlikte oluşan fay hattının iki ucunda, deformasyon mevcuttur. Jeomorfolojik deformasyon, bunun doğu ucunu teşkil eden Amerika’daki Kırmızı nehir (Red River) Ailaoshan’dan, batıda daha geç bir döneme işaret eden Andaman Denizi’nin (Doğu Burma) yayıldığı alandaki Sijie fayına kadar uzanıyor. Burma’daki diğer bir fayı oluşturan Sagaing fayıyla, Burma-Çin sınırında metamorfik[15] Mogog kemerinin bir bölümünü oluşturan Nabang fayı ve Batı Yunnan’da Gaoligong fayları arasındaki geometrik ve kirematik tetiklemeler, batı noktasında bir çatışma hattı oluşturmuştur. Sagaing’in kuzeydoğu yakınında Mogog adlı yerleşim, bu yönden dikkat çekicidir. Kuzeyden güneye doğru bir sıra fayın, Himalayaların doğusunda Ruili havzasında manyetotellurik bir yapıya sahip olan Ruili Longling (Lancang) fayı ile Dayingjiang fayının, buradaki tüm faylar arasındaki bağı (düğüm noktası) oluşturduğu anlaşılıyor. Faylardaki deformasyonun, sintektonik fışkırmalardan meydana gelmiş, kolay kırılabilir, yumuşak oluşumları, yalnız Gaoligong fayında değil, aynı zamanda Mogog kemerinde (Lavang fayı) de görülmektedir.[16]

Diğer taraftan, Amerika’nın kuzey batı şeridi 190 myö’sinde meydana gelmişti. Bu sırada kıta, kütlesel olarak Pasifik okyanusunun içine doğru uzanmıştır. Burada, 1.7 myö’sinde okyanusa batan kıta kabuğu, Kanada kalkanına benzer şekilde, kristalize kayalardan bir temel oluşturmuştur. Bu olay, durağan Amerika kıtasında, çöküntüler üzerinde bir platform meydana getirmişti. Bugün, milyon yıllar sonrasında, Amerika platformu ve okyanus çanağında mevcut kireçtaşı ve tortullu şist paketleri büyüyerek yeni fayların oluşmasını sağlamıştır. Bunlar, birbirlerini  tetikleyebilecek faylardır.

 Çin’deki bölgeleri gösterir harita. Küçüklüğü nedeniyle adları yazılamayanlar: 1= Ningxia Hut A. R.; 2= Neijing; 3= Tianjin; 4= Shanghai (Har. Yenal Atalay).

Platform üzerindeki çöküntü birikintileri, burada silsile halindeki kalın bir tabakanın (örtü) meydana gelmesine neden olmuştur. Bu örtü, günümüzde Mackenzie ve Cassiar dağ sıralarına doğru uzanıyor. Her iki platform, Wernecke ve Mackenzie dağları süper gurubu’nun (yüksek oluşumları) kaya birikimlerinden müteşekkildir. Bu iki kalın stratigrafik kütle Mackenzie Purcell, Wernecke, Windemere, Rapitan, Pinquicula ve Gog kütlelerinin bir araya gelmesiyle ortaya çıkmıştır.[17]

Yukarıda yer alan her iki makaleye ait alıntılardan da anlaşılacağı gibi, Amerika’da bulunan “Gog-Yecüc” ve Çin’deki “Mogok-Mecüc” fay merkezleri, jeolojik oluşumların ifadesinden başka bir anlam taşımamaktadır. Bölgede, olasılıkla yakın bir gelecekte meydana gelecek tektonik ya da jeolojik olaylar sonunda ortaya çıkacak yeni coğrafyanın, bu iki fay merkezinin tetiklemesiyle oluşabileceği varsayımı,  gözden uzak tutulmamalıdır.

Datong volkanları

“Kuzeydoğu Çin’de Jeomorfolojik Gezi” başlığı altındaki makalede, bölge genelinde Datong volkanları hakkında şunlar söyleniyor: “Burası, Hebei ve Shanxi eyaletlerindeki bölgedir. Jeomorfolojik özellikleri ise karsit mağaralar (Shihuadong’da), Jinhe’de alivyonlu açılımlar (yelpaze şeklinde) dağlar arasında kalan farklı vadiler, Datong kenti yakınındaki volkan, büyük lös düzlüğü (platosu) kenarındaki Sarı nehirdir”.[18]

Bunun sonucunda büyük olasılıkla, Amerika’daki Gog fay merkezinin tetiklemesiyle, Büyük lösün altında ve Choukoutien-Yen Men arasında oluşacak bir çatlaktan, yerkabuğunda bir örtü oluşturan (Kûr-an, Tevrat ve İncil’e göre, demir üzerine bakır örtü) metal içerikli tektonik katmanların yarılarak, yeniden ortaya çıkacak volkanların, dünyayı yeni bir felaketin eşiğine getirebileceğini öğrenmekteyiz.

Yeryüzüne açılan bacalarıyla faaliyet gösterip sönmüş, ya da hâlâ daha faaliyet gösteren volkanların, yeryüzündeki  yoğunluk noktaları (Har. Yenal Atalay).

Diğer bir yerde, aynı bölgedeki volkanlar anlatılırken, şöyle denmektedir: Datong volkanları Xigelaoshan’da Datong Eyaleti’nin kuzeydoğusunda yer almaktadır. 60 km²’lik bir alanda yaklaşık on adet volkan, bir gurup oluşturmaktadır. Bunların arasında, yüksekliği nedeniyle en önemli olanları, deniz seviyasinden 1422 m yüksekliğiyle Heishan; daha sonra 1368 m ile Jinshan, 1328 m ile Langwoshan ve yine deniz seviyesinden 1276 m yüksekliğiyle Gelaoshan en önemlilerindendir.

Bu volkanlar, biçim ve ölçüleri bakımından birbirlerinden farklıdırlar. Yuvarlak, oval, at nalı ve koni biçiminde tepeleri olanlar vardır. Volkan ağzının etrafını çeviren düzlükten itibaren, volkan tabanına kadar olan yükseltiler içinde en derin olanı 100 m’dir. Her koninin Etrafında, radyal drenaj sistemi geliştirilmiştir. Bütün volkanlar, az ya da çok löslerle kaplıdır. Lös tabakaları dağın dış tabanında kalın ve tepe noktalarında ise incedir. Bunun nedeni, lös’ün dağın tepe noktalarında, rüzgar marifetiyle sürekli olarak süpürülüyor olmasıdır.

Kaya yatakları ve toprak, volkanların etrafında bazalt ve lös’lerden oluşmaktadır. Malanve Lishi adı verilen iki ayrı tip lös vardır. Malan lös’ü, Lishi lös’ünün üzerinde yer alır. Bazalt ve lâv atıkları, volkanların faaliyet göstermedikleri dönemle, lâv püskürttükleri devirlere bağlı olarak ortaya çıkmıştır.

En erken püskürtünün, 340 byö’sinde oluştuğu tahmin ediliyor. En geç olanı ise 60-70 byö. yani pleistosen’in ortalarına denk gelmektedir.[19] Bu tarih, 1980’lerde terme-ışıldama metoduyla tayin edilmiştir.

Volkanlar, iki doğrusal çizgi üzerindedir. Bunlar, güney-batı/kuzey-doğu ve güney-doğu/kuzey-batı yönleridir. Bu oluşum (yönelme-fiziki çevre şartlarına uyma) tamamen, arazideki çatlaklar (faylar) nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bunun anlamı, bazaltın volkanlardan dolayı değil, fakat çatlaklardaki filtre özelliği nedeniyle oluştuğu şeklindedir. Gerçek volkanlar, geç dönemlerdeki lâv püskürükleri sırasında ortaya çıkmıştır.  Bölgede yer alan bu volkanlar, bilim dünyasına, ilk kez 1930 yılında rapor edilmişlerdir”.[20]

İç Moğolistan Otonom bölgesi, Ningxia ve Shaanxi bölgelerini kapsayan Ordos, Yen-men ve Datong’un yeri (Har. Yenal Atalay).

Bize göre, kutsal kitaplarda Yecüc (Gog) ve Mecüc (Magog) olarak yer alan anlatılar, gerçek anlamda jeolojik verilere dayanmaktadır. Çin’in “Büyük lös” bölgelerinde, bunların altında yer alan metallerle kaplı tabakaların varlığı bilimsel bir gerçektir. Konuyla ilgili araştırmalardan birkaçı, Beijing’de, 24-27 Eylül 2006 tarihinde gerçekleştirilen 7. Uluslararası Çevresel Jeokimya Sempozyumu’nda şöyle konu edilmiştir: Yonghua Li-Linsheng Yang-Wuyi Wang tarafından Verilen 11. bildiri “Batı Hunan Eyaleti’ndeki çok metalli tortul topraklarda, cıva ve kurşun metallerinin çevresel yayılımı”[21]; Haiyan Kang-Zongming Xin, Lili Sun tarafından verilen 55. bildiri ise “Nitrat’ın, çok küçük ölçekli Fe/Ni iki metalli partikülerleri vasıtasıyla kimyasal redaksiyonu” konu başlıklı bildirilerdir[22].  Bunların yanında, bölgeyle ilgili bilimsel makale ve kitaplar, daha pek çok Rus, Amerikan ve Çin kaynaklarında yer almaktadır. Bu nedenle bölgede mevcut jeolojik oluşumdaki kimyasal farklılık, bilimsel araştırmalar tarafından da destek bulmaktadır.

a. Datong’da, atnalı şeklindeki volkanik yapısıyla, sönmüş bir yanardağdan görünüm.  b. Coe tarafından, Meksika’daki Tlaxcala’da, bir dağ üstü akropolü olan Cacaxtla’da, Aztek’lere ait genç bir Kartal Savaşçı betimi olarak yorumlanan şaman. Baş ve ayakları kartal, omuzlarında kartal kanatları var. Her iki eliyle tuttuğu thyrsos’la, volkanların lavlarını temsil eden yılan ejder üzerinde, onu söndürmeye (Odysseus gibi öldürmeye) çalışıyor. Yılanın, tuvalin sağ yukarısına doğru uzanan kuyruğu, sağ üst köşede, püskürükleri sarı renkte gösterilmiş volkana doğru uzuyor. Sağda, tam ortadaki kuşun, lav püskürükleri nedeniyle ayak kısımlarındaki tüyleri tütsülenmiş ve etleri görünür hale gelen bacakları çıplak kalmış. Tasvirin alt bölümündeki üçgenler arasında, toprak altı hayvancıklar, sağa sola kaçışmakta. Bunlardan biri, başını yukarı çıkarmış, olup biten felaketleri merak içinde izlemeye çalışıyor.[23]
a. China Culture.org: (www. Chinaculture.org/gb/ en_travel/2004 03/17/content_46367.htm).
b. Coe, M. D. 2002.


Pasifik Bölgesi Civarında Magnetik Oluşumlar

Uzak Doğu ve Pasifik’teki olağanüstü felaketi (karni-Apollon Karneios-tütsü-Büyük tufan) olayına bilimsel açıklık kazandıran önemli çalışmalardan bir diğeri ise şöyledir; Ulusal Taiwan Üniversitesi Jeoloji Bilimleri Bölümü’nden, Mei- Fei. Chu ile aynı bölümden Tsuan Han Lee’nin başkanlığında; Mişigan Üniversitesinden Yeng Long. Chen;[24] Oregon Devlet Üniversitesi, Okyanus & Atmosfer Bilimleri Koleji’nden Michael D. Graham;[25] Çin Üniversitesi Jeoloji Bilimleri  (Beijing) Bölümü’nden Jun Deng; aynı bölümden Shangguo Su; Mişigan Üniversitesi Jeoloji Bilimleri Bölümü’nden Ye Zhang[26] tarafından hazırlanan bilimsel rapor’dan alıntılar yaptığımız aşağıdaki bölümde, bölgenin jeolojik yapısı, tam olarak şu şekilde açıklanmaktadır: “Kuzeydoğu Çin’de, Kretas’tan (İkinci Zaman'ın son bölümü)[27] kalma, ağızları çeşitli metallerle kaplanmış pek çok volkanik alan mevcuttur. Bunlar en yakın 300 yıl öncesinde faaliyet göstermişlerdir. Bazal oluşumlu, alkali zeytini renkte bazalt, tholeiite, trachyte (trakit) ve alkaline olmuş rhyolite içeren atıklar, geniş bir volkanik alana yayılmıştır. Aşırı derecede mafik xenolithler, iherzolit ve harzburgite içermektedirler. Bunların çoğu, alkali bazaltlar halindedir. Bu kadar geniş alana yayılan volkanik kalıntıların ana kaynağı belirsizdir: Bu örtü, bazı iddialara göre, son derece yüksek sıcaklıktaki bir dış etkenle (bir kuşun tüylerinin ütülenmesine -tütsü- benzer şekilde) oluştuğu;[28] diğer bir varsayıma göre ise, litosfer’in (arz kabuğu) incelmesi sırasında meydana geldiği şeklinde açıklanmaktadır.[29]

Volkanik kayalar ve xenolith manto (örtü), bu mantonun oluşum şartları ve yapılacak işlemler hakkında bir pencere açmaktadır. Biz, bu xenolith örtü, örtünün oluşum şartları ve en son oluşan volkanik kayalar hakkında hazırladığımız bir çalışmayı rapor ettik. Yukarıda belirttiğimiz ütüleme olayını anlayabilmek için, Jingbohu, Longang ve Kuandian volkanik alanlarından alınan xenolith manto örnekleri üzerinde Heisotopik çalışmalar gerçekleştirdik. Çalışmalar sonunda edinilen ana bilgilere göre, 5-7 kere gerçekleştirilen 3He/4 incelemelerine göre, olayın atmosferik bir etkenle oluştuğu anlaşılmaktadır.[30] Şimdilik, bu bölgedeki olayın, Havai ve Yellowstone’un altındaki gibi, derin bir mantolamaya sahip olup olmadığı hakkında karar vermek için yeterli veri mevcut değildir.

Bazaltın içerdiği Mgo›6wt% maddesi, içerikteki element katkısı olarak birbirini tutan değişiklikler göstermektedir. Bunun aksini gösteren elementler ise, oldukça çoktur ve kristal fraksiyonlaşmanın[31] yerine, kısmen ergiyerek bu geniş alanı etkilemiş olan olay, bazaltın kimyasal yapısına da işaret etmektedir.

a. Güney Kore’nin güney yakınındaki Jeju adası (Cheju-do- Tanrıların adası-Island of the Gods); b. Adanın en yüksek dağı, volkanik bazalt yapılı 1950 m yüksekliğindeki Halla-san dağı (Gigantik dağ. Bize göre tanrı Djehuti'nin bahsettiği kutsal Undal dağı burasıdır).[32] Kapkara dış görünümü ve çok uzun zamandır Jeju-Tarzı’ndaki Kore Şamanizmi’nin merkezi olmasıyla kutsal sayılmıştır. Etraf, yerinden kopmuş büyük kaya parçalarıyla doludur. Tepe noktasında, Dağın Ruhu’na tapınılan özel bir taş sunak ve dikkate değer Budist tapınakları vardır.  Günümüzde, kraterinin içinde Küçük Beyaz Geyik gölü ve bir Ruhlar-odası (Yeong-shil) mevcuttur.[33]

Önceki çalışmalar (Zhou at Al’da 1992’de yapılan), kabuğa sonradan karışan maddelerin önemsiz miktarlarda olduğunu göstermiştir.  Kristal fraksiyonlaşmanın, az miktarda eklenmiş olan zeytini renkteki bazaltın Mg 73’te ergimesiyle eşitlenmiş olduğu anlaşılmakla, kremsi şekilde oluşan mantonun varlığını doğrulamıştır. SiO2, yüksek oranlı etkileşimdeki yetersizliğine karşın (K2O ve P205) hariç, SiO2 ve yüksek oranda uyumsuzluk gösteren eser miktardaki elementler arasında, güçlü bir negatif karşılıklı ilişkinin varlığı tespit edilmiştir. REE ve eser miktardaki elementler hakkındaki bilgiler, Datong’da, bileşim göstermeyen[34] elementlerin, REE örneklerine karşı olduğu kadar, diğerlerine karşı da güçlü bir şekilde zenginlik gösterdiği anlaşılmaktadır. La/Yb oranları, Datong’da 5 kez değişen kıkırdakımsı bir oluşum yarattığını ortaya koymakta ($40 \deg$N, $113.6\deg$E), bunun Jingbohu’da 25 kez oluştuğu ve SiO2 bileşimiyle negatif bir bağ meydana getirdiği görülmüştür. Eser miktardaki elementler, asla fay biçiminde bir olgu (arc belirtisi) göstermezler (HFSE’nin  bu sırada tüketilmesi ve LILE’nin zenginleşmesinde olduğu gibi). Şimdilik, yamaçlardan akan (lâv) ve kanal oluşturan katkıların (bunlara arka-arc oluşturan havzalarda dahildir) varlığı kanıtlanamamıştır.

SiO2 bileşimi, La/Yb oranlarıyla yüksek oranda birliktelik göstermektedir. Üçüncü Zaman (5-3 myö.) volkanları, çizgisel eğilimleri boyunca, değişik yükseltiler gösterirler. Biz, Jingbohu’da, alçak derecelerde ergime gösteren grena’nın  (lâl taşı) bulunduğu stabil alanda, derinlerde oluşmuş ergimelere ait bilgilere müracaat ettik. Ancak, Datong’da da yüksek derecede ergimelerin daha sığ derinliklerde oluşmuş olduğu bir gerçektir.

Elementsel jeokimya ve ergime derecesi arasındaki ilişki açıktır. Kuzey ve Kuzeydoğu Çin’de, homojen bir mantonun oluşmuş olması, ergimenin nispi olarak derinlerde oluştuğunu kanıtlamaktadır. Ancak, NE-SW termal yükselip alçalmalar (hareketler-yürümeler), ya da kısmen ergiyen mantonun ergiyip alev alabilir (uçabilen-gaz haline gelebilen) içeriğine sahip olması, onun hareketli oluşuna da işaret etmektedir”.[35]

Kuzey Kore’de geleneği çok eskilere dayalı, kuşkusuz volkanlardan esinlenerek evlere uygulanmış olan Ondol ısınma sistemleri: a. Suwon’da, faal durumdaki bir Ondol’dan çıkan dumanlar ve çatı altına istif edilmiş odunlar; b. Ojukon’da Ondol’lu bir ev; c. Yine Ojukon’da, Ondol’lu bir mutfaktan görünüm. Ondol’dan elde edilen ısıyla evlerin tabanları, dolayısıyla tüm evin ısınması sağlanmaktadır.

Yukarıdaki tüm bilimsel veriler, Beijing’in batı yakınındaki Datong ve Yen-men tektonik alanının, kutsal kitaplardan yorumlanan “Zu’l-Karneyn”[36] hakkında anlatılar ve bu konuda, bölgede oluştuğunu ileri sürdüğümüz “karni” olayıyla tamamen örtüştüğü açıktır. Bu nedenlerle, Chou adamı hakkında toprak katmanlarında yapılmış olabilecek tarihlemelerin, doğruları yansıttığı kanısında değiliz.

Bu bağlamda, insanın kaynağının Uzak Doğu olduğundan kuşku yoktur. Aynen İÖ 5. ve hattâ 10. binden itibaren olduğu gibi, kültür yayılımının doğudan batıya doğru geliştiğini görebilmek için, gelişimi Avrupalı bilim adamlarının yaptığı gibi, batıdan doğuya değil, doğudan batıya doğru belgeleriyle ortaya koymamız gerektiği açıktır. Örneğin, Çin’de gördüğümüz Mezolitik çağı, aynı tarihte batıda Paleolitik çağ olarak görmekteyiz. Anadolu ve Yunanistan’a Bakır çağı, göçler yoluyla doğudan gelirken, Yunanistan’ın batı ve kuzeyindeki yerleşkeler, hâlâ daha Neolitik çağda yaşıyorlardı.[37]  Göçlerin nedenleri, büyük ölçüde Moğolistan löslerinde saklıdır. Zira göçler durduk yerde ortaya çıkmamıştır. Bu konuda, şimdilik kaydıyla üç temel neden saptamamız mümkündür:
1.      Dördüncü Zaman’daki deniz ve kara çöküntüleriyle, bunu takip eden dönemlerde, yer yer ortaya çıkan benzeri tektonik olaylar (1.8 myö.-1 myö.).
2.      Yaklaşık 1.5 myö.-18 bnyö. arasında (Post Glasiyel), Kuzey kutbu ve Sibirya buzullarının Orta ve daha çok Güneydoğu Asya’ya doğru ilerlemeleriyle, bölgeyi olumsuz anlamda etkisi altına alan Buzul dönemleri.[38]
3.      İÖ 4000-3500 dolaylarında Marduk’un atmosfere sürtünerek geçmesi nedeniyle oluşan tektonik olaylar, Marduk gezegeninin yarattığı karni ve ardından oluşan Büyük tufan.

Henry Breuil’e göre, Choukoutien’de, bölgenin volkanik taşlarından yapılmış bademsi biçimli (amygdaloide) kaba alet izleriyle, özellikle geyik (cervide) boynuzlarından yapılmış kemik endüstrisi de mevcuttu. Mağaralardaki kömür atıkları, ocak izleri ve kül yığınları, burada ateşin hakim unsur olarak kullanıldığının göstergesi olarak kabul edilmiştir. Bunlarla birlikte ele geçen hayvan kemiklerinde, yanık izleri de vardı. Bütün bunlar, Chou adamının yiyeceğini pişiren ilk insan topluluğu olduğuna işaret etmektedir.

Dan Byrnes’e ait bir makalede, Homo erectus’un kaynağı olarak Çin’in daha uygun bir yer olduğu savı ileri sürülmektedir. 1920’lerde, Zhoukoudian Köyü yakınlarında bulunan fosiller nedeniyle köyün “İnsanlığın Doğduğu Yerin Müzesi” olarak adlandırıldığı belirtilmektedir. Ancak Byrnes’in, mağaraların ve Chou adamının tarihlemesi olarak verdiği İÖ 500000 tarihiyle, insanın doğduğu yer iddiası arasında, batılıların her zaman yaptığı gibi bir çelişki içinde olduğu ortadadır.[39]

Moğol ve Türklerde, Toprak Ana ve Gök Baba’nın diğer kızı, ateşin ruhunu temsil eden Golomto idi (Prometheus).[40] Mitosa göre Golomto, çakmak ve demirden zuhur etmişti.[41]  Bu noktada, Chou adamını hatırlamamak olası değildir. Erectus, Moğolistan’da Beijing yakınlarında keşfedilen mağarada bulunan çakmak taşı aletlerle, tektonik maden filizlerini kullanarak, volkanik taşlardan bademsi biçimli aletler (amygdaloide) yapmıştı.[42] Kansu’nun da değindiği gibi, Chou adamının çakmak taşı aletlerle, ele geçirdiği tektonik maden filizlerine (olasılıkla demir filizleri) şekil vermeye çalışırken (ya da aşağıdaki gibi bunun tam tersi), sürtünme dolayısıyla ortaya çıkan kıvılcım nedeniyle, yeryüzünde ateşi ilk bulan adam olduğu ortadadır. Daha sonraki dönemlerde ise ateşin ruhu, Golomto ile bağdaştırılmıştı. Golomto mitosuyla Chou adamı arasındaki bu bağdaşıklık, Moğol ve Türklerin Homo erectus’a ne kadar yakın olduğunun işaretinden başka bir anlam taşımamaktadır.

  1. Tektonik arazide yerleşik Chou adamı ve sonraki nesilleri, volkanlardan püsküren lavlar nedeniyle, insanlık tarihinde çok önemli yer tutacak pek çok şey keşfetmişlerdi. Bunları şöyle sıralamak olasıdır:
    1. Demir filizlerini toplayıp mağarasına getirdiğinde, bir kenara koyduğu filizin, bir süre sonra nemlenmesi nedeniyle renk verdiğini görmüş ve kırmızı aşı boyasını,[43]
    2. Bademsi aletlere, keşfettiği demir filiziyle şekil vermeye uğraşırken, sürtünme nedeniyle çıkan kıvılcımlardan, volkanlardan dolayı etrafında sık sık görüp şahit olduğu, ancak nedenini kavrayamadığı ateşi,
    3. Volkan faaliyetleri sırasında, kraterden fışkıran püskürükler arasında bulunan kızgın taşların yuvarlanması sırasında, bunların arasında daha yuvarlak formlu olanların diğerlerinden daha uzaklara gittiğini yüz binlerce yıl gözlemlemesinin ardından da, yaklaşık İÖ 5. bin başlarında tekerleği,[44]
    4. Nihayet İÖ 4. binde, volkanlardan püsküren erimiş madenlerin, bir çukurun içinde birikip onun biçimini aldığını; yine çok uzun süren gözlemlerinin ardından, bakır madenini keşfederek kalıplara dökme becerisini elde etmiş ve Bronz çağına atlamıştır. Bu sırada, Afrika ve Avrupa’ya daha önceden göç etmiş ataları ise hâlâ daha, Asya’dayken keşfettikleri paleolitik, mezolitik ve Neolitik dönemlerine ait aletlerle avlanıyor, günlük işlerinde bunları kullanıyorlardı. İlgi çekici bir biçimde bulundukları dönemlerden bir sonraki çağa atlamaları, yine doğudan göç yoluyla yeni gelenler sayesinde gerçekleşmişti. Günümüzdeyse bilim ve teknolojinin yukarıdakinin tam tersine işlediğini, yani Batı’dan Doğu kültürlerine doğru aktığını görüyoruz.
Kazakistan’da, Tanrı (Tiyen Şan) dağlarının bir uzantısı olan Aladağları’ndan  (Jungar Alatau-Djungarian Alatau) çıkıp Balkaş gölüne dökülen Köksu nehri vadisindeki Semirechie’den (Yedi nehir) dendriti örnekleri: 1. Bir araba atölyesinde, a. arabanın dingilini oturtmaya çalışan bir işçi, b. Arabayı denemek isteyen arabacıyla, koşumu reddeden yere uzanmış bir at; 2. arkada çift at, önde çift öküz koşumlu arabalar. Üstte, boyunduruğun nasıl takıldığı tarif edilmiş; 3. a. Işın başlı bir şaman (Zeus ya da Helios), b. Çift atlı araba; 4. a. Araba kazası anlatılmış. Araba ve tekerlekleri koyu renkte gösterilmiş. Eski bir olayı gösteren tasvirde, biraz sonra çıkacak tekerlekler, silik renkli. b. Burada, arabayı çeken hayvan yalnız kalmış. Olasılıkla diğeri, araba kazası sırasında ölmüş. Fakat araba darmadağın olmuş, harabe halinde. Biz, bugünü koyu, eskiyi silik çizgilerle betimleyen bu naratif sanatı, bugün ve eskiyi anlatması nedeniyle Bug-esk sanat olarak tanımladık. Dünyanın başka hiçbir yerinde böyle bir anlatımla karşılaşmamız mümkün değildir.
(Articles-Petrogliphs of Semirechye: www.tourkz.com/eng/articles/petrogle_1.html-16k).

  1. Bilim adamlarının, Chou adamının fosilleri üzerinde kuşkusuz  metoduna dayanarak yapmış olmaları gereken tarihlemeleri üzerinde kuşkular vardır. Zira Amerikalılar, bu fosilleri gemiyle Amerika’ya götürürlerken yolda kaybetmişler? İnsanlık tarihinin geçmişini aydınlatmada kuşkusuz son derece değerli bir yapı taşı oluşturacak fosillerin, herkesten fazla bunun bilincinde olduklarından şüphe duyulamayacak olan Amerikalı bilim adamlarınca kaybedildiğine inanmak, oldukça zordur. Mevcut olmayan fosiller üzerinde nasıl bir çalışmanın yapıldığı ve kalıntıların 700 bnyö’ye hangi verilere dayanarak tarihlendirildiğini anlamak ise mümkün değildir. Yukarıda da değindiğimiz gibi tarihleme, şayet toprak katmanlarından elde edilen bilgilere göre yapıldıysa, Büyük tufan suyu ile kaplanmış alanda yapılmış olabilecek böyle bir çalışmanın, yanlış sonuçlar vereceği açıktır. Her şeye karşın biz, fosillerin kaybolduğu kanısında değiliz. Bu son derece değerli bulguların, üzerlerinde yapılan ayrıntılı araştırmaların ardından, halen Amerika’daki bir laboratuvara bağlı depoda özenle saklanmakta oldukları sanısında ve umudundayız.

a. Chou adamı (
Homo erectus). Kafatası esas alınarak yapılmış tümlemenin aslında, gözler normal şekilde tasarlanıp uygulanmıştır. Biz, gözlerin çekik olduğu savımız nedeniyle, çekik göz uyarlaması yaptık; b. Yuanmou adamı. Bu adamın çekik gözlü uyarlaması ilgi çekicidir. Doğal olarak, Afrika kökenli Turkana boy’un nesillerinden olduğu iddia edilen Yuanmou adamının, Çin’e vardıktan sonra mı çekik gözlü olduğu sorusunu akla getirmektedir. Oysa insanın ilk kökenini oluşturan Choukoutien’deki Chou adamının siyahi ve çekik gözlü olduğu ortadadır. Yuanmouensis’in arkasındaki, Homo erectus’un Afrika’dan çıkışıyla yeryüzüne yayılışı hakkındaki harita, Batılıların mantığa sığmayan savlarında, hâlâ daha ısrarcı olduklarını göstermektedir.

İÖ 1.8 myö’ye tarihlediğimiz Chou adamıyla yaklaşık aynı dönemde (1.5 myö), Asya Homo erectusu’nun, tektonik arazi şartları yanında, Afrika ve Avrupa’ya göçlerine neden olan Pleistosen dönemindeki buzul alanlarını gösterir harita. Haritayı, yukarıdaki erectus’un yeryüzündeki yayılma alanlarıyla karşılaştırdığımızda, Orta Avrupa’nın kuzey bölgeleri dışında, Endonezya adaları, Hindistan, Afrika’nın tamamı ve Avrupa’nın Akdeniz kıyıları gibi sıcak bölgelere yayıldıklarını anlamamız mümkündür. (encarta.msn.com/media_701508583_761574629_-1_...).


  1. Anadolu-Yunan kültürleri yanında, Mısır öncesi Afrika kültürlerine işaret etmesi bakımından Herodotos, “Herodot Tarihi” adlı yapıtındaki belgeler nedeniyle, Antik yazarlardan pek çoğu, bu arada Ktesias ve Plutarkhos tarafından hırpalanmış, hatta yalancılık ve kalleşlikle suçlanmıştı. Büyük olasılıkla Plutarkhos’a mal edilen “Herodotos’un Kötülüğü Üzerine“ adlı eser, adı ve içeriği itibariyle ilgi çekicidir. Antik yazarlara katılan ünlü İngiliz editörü Sayce, bir tarih yazarı için temel niteliklerden olan bilimsel doğruluğu, Herodotos için kabul etmemiştir. Fransız eleştirmenlerinden Hauvette ve Alfred Croiset de, “Tarihçinin iyi niyetinden şüphe etmiyorsak…” derken, Sayce ile aynı kanıda oldukları anlaşılmaktadır.[45] Batılı bilim adamları, bilimden bahseden bu yazarlara dayanarak,  Herodotos’un bahsettiği Atlas dağının Klimanjaro dağı olmasına karşın, bu adı, günümüzde Cezayir’den Fas’a kadar uzanan ve Büyük Sahra çölünün kuzeybatısında yer alan dağlara vermişlerdir. Amaç, varsayımsal Atlantis kıtasının Atlantik okyanusu (Atlas) yakınlarında olduğu imajını yaratma çabasından başka bir şey değildir. Oysa, gerçekleştirdiğimiz bir çalışmada, Tritonis gölünün bugünkü Viktorya gölü; Atlas dağının tam Herodotos’un anlattığı yerde ve Klimanjaro dağı; Herakles direklerinin ise, yine tam onun vurguladığı şekilde Sudan-Mozambik arasında, ayrıca Mali ve Botswana’da, Ekvator civarlarındaki Güney Afrika savanlarında yetişen Baobab ağaçları (Adansonia digitata-aka the Baobab) olduğu gerçeği, bilimsel olarak ortaya çıkarılmıştır. Yani yukarıda adları geçen bilim adamlarının değil, Herodotos’un bilimselliği kanıtlanmıştır.[46]
Bize göre yukarıdaki haritada,buzullar biraz fazla kuzeyde gösterilmiştir. 1.8 myö’de, Homo Homo erectus’un Kazlar geçidinden güney ve güneybatıya olan göçleri, özellikle Asya’daki buzulların Beijing’in güneyine kadar inerek Himalaya buzullarıyla birleştiğini göstermektedir.


  1. Batılı bilim adamları, Platon’un “Atlantis” dediği kıtayı, tüm çabalarına karşın, Atlantik okyanusuna bir türlü yerleştirememişlerdir. Yerleştirmeleri de olanaksızdır. Bu okyanusta böyle bir kıtanın olmadığını zaten kendileri de çok iyi bilmektedirler. Atlantis, günümüzde de gözümüzün önünde duruyor. Burası, Kritias’ın bilmeden, Afrika ve Asya’dan daha büyüktü diyerek kastettiği günümüzdeki yeryüzü kıtalarının tamamı, yani dünyamızdır. Şimdiye dek ayrı bir kıta ve kültür olduğu savlanan Atlantis kültürü, şayet iddia edildiği gibi Mısır ve Ege kültürleri seviyesinde olsaydı, günümüz teknolojisinde, okyanus diplerindeki jeolojik katman ve yüzey şekillerini ortaya koyan “Derin Okyanus Araştırmaları Sistemi-Deep Ocean Search System-DOSS” ya da “Üç boyutlu sismik refleksiyon-Three-Dimensional Seismic Reflection” sistemlerinin kullanıldığı bir dönemde, Atlantik okyanusunda kuşkusuz bunlara ait verilere şimdiye kadar çoktan rastlanırdı. Hele hele Atlantis’in, Yunanistan’ın güneyindeki San Torini (Thera) adası olabileceği şeklindeki bu biteviye, sonu gelmez gerçek dışı savların bilimsel olduğu asla kabul edilemez. Bu ve benzeri bilim dışı saptırmalarla, insanların kafasını boş yere yorup zaman kaybettiren iddiaların, ekonomik aldatmacalardan öte, insanlık ve bilim adına yararının ne olduğunu kavramak, oldukça zordur?
  2. Japon adalarının güneyinde yer alan Tokara adaları, Büyük tufan öncesi Tokar Türklerinin yaşam alanlarına işaret etmektedir. İÖ 4000-3500 yılları arasında, Uzak Doğu’da meydana gelen Marduk (Apollon karneios-Tishya-Pushya-X gezegeni), yani “karni-tütsü”[47] olayının ardından kopan Büyük tufandan, Nuh ve oğulları Ham, Sam ve Yafet’le birlikte önce Afrika’daki Klimanjaro dağına çıkan, daha sonra kurdukları Tokar kentlerinin de işaret ettiği gibi Mısır, Mezopotamya, Anadolu, Kafkaslar ve Hazar denizinin kuzeyinden İÖ 2000’lerde tekrar Tarım havzasına (Kem-Khem) varan Tokar’ların, batıdan doğuya göç eden Avrupalılar oldukları varsayımı tamamen kasıtlı ve yanlıştır. Beyaz tenli, sarışın ve renkli gözlü Avrupalıların ataları, Tokar Türklerinin de ataları olan Ainu’lardır (Jomon). Bunlar günümüzde bile, hâlâ daha Japonya’nın kuzeyinde Tohoku bölgesiyle Hokkaido adasında yaşamaktadırlar
Platon’un anlatılarına göre, Atlantis’in batık bir kıta olmadığını, günümüzdeki kıtalara “ikiz kıtalar” denmesinden anlıyoruz. Aslında, dünyanın batık kıtası Mneseus (MU), tıpkı Kritias’ın dediği gibi ceset haline gelmiş bir hasta vücudunu andırıyor: 1. Ortadaki ada (Afrika); a= Klimancaro dağı (Atlas); II. numaralı sarı daire, haritadaki yer yetersizliği nedeniyle görsel olarak küçük tutulmuştur. Bu daire, Arktika ve Antarktika dışında, tüm Pasifik Okyanusu, Amerika kıtası, Avustralya ve Avrasya’yı (üç ikiz) kapsıyor.[48]


  1. Adları Hitit’ler olarak değiştirilen Eti’lerin anayurtları, Avusralya’nın doğusunda, Yeni Kaledonya (New Caledonia) adalarının yakın doğusundaki, eski adı Ethi olan Maré adasıydı. Yabancı bilim adamları “Eti” adını, Tevrat’ta geçtiği şekilde Heth’ler, ya da Hittim’lere dayanarak Hitit’ler olarak değiştirmişlerdir. Amaç, Tevrat’ın yazılış tarihi olan yaklaşık İÖ 14. yüzyılın sonlarına götürüp, Antik Mısır kültüründen öncesini yok saymaktır. Kendi payımıza, Uzak Doğu’daki adaların isimlerini değiştirerek, bugüne dek bunda oldukça başarı sağlandığı ve bilimin saptırılmış olduğu anlaşılıyor. Eti’ler, Uzak Doğu’da günümüzde “Lapita kültürü”[49] denilen “MU” kültürünün kurucularındandı. Dolayısıyla, kesinlikle ütopik bir kültür olmadığı ortada olan “Khem-MU” kültürüne dayalı Tokar Türkleriyle bir bütündüler. Olasılıkla Büyük tufanda, Nuh’un gemisi ya da ondan ayrı olarak bir başka gemiyle Etiyopya’ya (Ethiopia-Aithiopia) varmışlardı. Etiyopya’nın Homeros ve Herodotos’ta Aithiop’lar (Yüzü Yanıklar) olarak geçen adları, Aithiopes= Aith>i<op’lar (aith= yanık; ops= yüz, göz)” anlamlarından geldiği ve Eti’lerin kökenlerini ifade ettiği açıktır.

  1. Japonların güneş sembolü; b. İstanbul Kariye camiinde (Chora Kilisesi) İsa tasvirinin arkasında güneş sembolü svastika (haç), etrafa saçılan ışınların uçlarında 12 havari, Aziz ve Azizeler yer alıyor. Preklesiyon kubbesindeyse, arkada yine svastika, önde Meryem ve çocuk İsa, ışınlarda 12 melek tasvir edilmiş. a. Düzgüner, mimar.ist. b. (www.turistrehberleri.net/kariye-muzesi).

Paris’te ünlü Notre Dame Katedra’linin (Cathédrale Notre-Dame de Chartres) girişi üzerinde yer alan Oculus’tan (Okulus-tanrının gözü-Tarım havzası) görünüm; b. Norveç’te Trondheim’deki büyük Nidaros Katedrali (Nidarosdomen) girişinin üzerindeki Oculus.
  1. (picasaweb.google.com/.../DmfBCJPtWXy5064hH0pOhw).
  2. (en.wikipedia.org/wiki/Nidaros_Cathedral-35k)

Darwin’in evrim teorisinin de ortaya koyduğu gibi, Mısır kültürü, merkezi Uzak Doğu’da olan Khem-MU kültürünün bir devamı, evrimleşmiş bir sonucudur. Bu olağanüstü kültür, asla gökten zembille inmiş bir kültür değildi. Günümüzdeki Çin’in X’ian bölgesinin 140 km güneyindeki piramitler, Mısır ve Mezoamerikan kültürlerinde gördüğümüz piramitlerin nereden esinlendiğine, dolayısıyla kökenlerine işaret etmektedir. Özellikle Büyük Beyaz Piramit başta olmak üzere büyük bir kısmı, Büyük tufan öncesine, yani en geç İÖ 4000-3500 arasına tarihlenmektedir.[50]

Konuya bu çerçeveden bakacak olursak, Afrika’ya İÖ 4000-3500 arasında vardığını savladığımız Nuh’un gemisinde, onun yazıcılığını yapan Djehuti; diğer tarafta Meksika’da Yukatan’a varan Maya’ların Djehuti’sinin kayıtlarında da bir saptırmanın olup olmadığını araştırmak üzere, “Zümrüt tabletleri” olarak adlandırılmış olan ve Maurice Doreal’in yaptığı söylenen tercümelerden Tablet I’de, bizim için önemli bölümleri mercek altına almakta fayda vardır. Metindeki ifadeler aynen şöyledir:[51]

TABLET I[52]

Ben DJEHUTİ, Atlantea’nın[53] gizemli gücü,
kayıtları yazıp tutan, kudretli büyücü kral,[54]
nesilden nesile yaşayan,
Amenti’nin[55] dehlizlerinden geçip gelen,
Büyük Atlantis’in kudretli bilgesine[56] ve
şu sonradan gelenlerin[57]
yol rehberliğine ait kayıtları tutan.

a. Hz. Muhammed’in halısı; b. Halının ortasında, yukarıdan aşağıya aralıklarla dizili üç güneş motifinin birinden ayrıntı. 20.03.2009 Mynet haber (www.mynet.com).


UNDAL adasının ulu kenti KEOR’da[58]
geçmiş bir zamanda, inkarnasyona uğradım.
Şimdiki insanlar gibi değildi
Atlantis’te yaşayıp ölen kudretli insanlar,
fakat uzun, çok uzun zamanlar öncesi
onların hayat nehri, Amenti’nin[59] dehlizlerinde
sonsuza dek akardı.

Yüz kerede on defa
sonu ışığa varan karanlık yola düştüm,
ve pek çok kere de yükseldim
karanlıklardan düştüğüm ışıktan kuvvet ve güç alarak yeniden.

Şimdi bir süre için yeniden düştüm ışığa,
ve KHEM’in[60] insanları
beni asla bilmeyecekler.
Fakat belirsiz bir zaman sonra tekrar yükseleceğim,
güçlü ve kudretli olarak, hesap sormak için
geride bıraktığım herşey için.

Ey herşeyden bihaber KHEM insanları,[61]
Şayet benim öğretilerime yanlışlıkla ihanet edecek olursanız,
itibarınızı, malınızı mülkünüzü yerlere savurur
zamanında yaşadığınız mağaraların karanlıklarına atarım sizleri.[62]
İhanet benim sırrım değil
Kuzey’in adamlarına[63]
ya da Güney’in insanlarına
olmaya ki, lanetim üzerinize gelmesin.

Sözlerimi daima hatırlayın ve dikkat edin,
kesinlikle tekrar geri geleceğim
ve onlardan size bekçilik yapmalarını isteyeceğim.
Ödüllendirmek ya da cezalandırmak
gerçekleştirdiklerinizin karşılığını vermek için
Mutlaka, zamanların ötesinde ve
ölümlerin ötesinde de olsa geri döneceğim....[64]

şeklinde başlayan yazıtın ilerleyen bölümlerinde, volkanik faaliyetlerle tufan olayına da yer verildiği görülüyor. Şöyle devam ediyor tabletteki yazı:

“...Atlantis Krallığı, geçici olarak sarsıntılar geçirirdi
ben de şahit oldum bunlardan birine,
yalnızca alçaktan geçen bir yıldızın parçaları[65] dökülmüştü.

Çiçekler içinde gelişen Efendi’nin sözleri
kurallara uyumlulukta en baştadır.
karanlığın üzerine sökerken şafak
onun AGWANTİ’sinden[66] yükselen öfkesi sona erinceye kadar,
Tanrı, güçleri çağırarak şu Sözü verdi.

KAİNAT’ın NİZAMI’nı kullanarak, durmadan yer değiştirip, sonsuza dek yanacak bu ateş[67]
En büyük ateş[68] onun yönünü değiştirene dek,
Ve ateşin çiçeğindeki değişmeleri[69]
Amenti’nin oğulları işitti, dünyanın deriliklerinde yer alan kalbinden gelen sesleri.[70]

Birden, patladı yeryüzündeki bütün su kaynakları,[71]
kâh su altında bırakarak, kâh batırarak toprağı,
değişti dünyanın dengesi, yalnızca Işık’ın Tapınağı[72] kaldı ortada
sular hâlâ suların içinden fışkırırken dışarı;[73]
orada yaşayan bazıları,
kendilerini kurtarmaya çalıştılar kaçarak sulardan.
sular hâlâ daha yükselirken yukarı
UNDAL’daki ulu bir dağın üstüne çıktılar;

Efendi, şöyle söyleyerek çağırdı beni:
‘Halkımı bir araya topla.
Suların çok ötesinden öğrendiğin sanatla yapacağın şeye[74] onları al.
ta ki tüylü barbarların[75] yaşadıkları topraklara varıncaya dek,
çöldeki mağaralarda oturur onlar.[76]
Gerisine henüz karar verilmemiş bu planı takip et’.
Ardından halkımı topladım ve
Efendi’nin[77] büyük gemisine girdik.
Sabaha doğru yükseldik.
Tapınağın yanında uzanan karanlık[78] dibimizdeydi.
Birdenbire daha da yükseldi sular.
Yeryüzü’nü gözden kaybettik,
büyük Tapınağın[79] bize ayırdığı zaman içinde.

Hızla sabahın Güneşine doğru yüzdü gemimiz.
KHEM’in çocuklarının yaşadığı toprakların yakınlarına gelinceye kadar.
Onlar öfkeyle ve ellerindeki sopalar, mızraklarla geldiler üstümüze,[80]
Atlantis’in çocuklarını sonuna kadar mahvetmek ve katletmek için öfkelerini kabarttılar.
O zaman asamı uzatıp yıldırım[81] gönderdim üstlerine,
dağın[82] üzerindeki taş parçalarında, hâlâ daha gönderdiğim yıldırımın çarptığına dair
                                                                                                           işaretler vardır orda.

Sonra onlara karşı sakin ve barışçıl bir şekilde konuştum,
Güneş’in çocukları ve onun mesajlarının taşıyıcıları olduğumuzu söyleyerek
anlattım Atlantis’in başına gelenleri.[83]
Sihirli-bilimimi göstererek yıldırdım onların gözlerini,
devam ettim bunu yapmaya, Ta ki onlar ayaklarımın dibinde secde edinceye kadar...

Ve şöyle son buluyor TABLET I:

Ben tanrının dünya üzerindeki temsilcisiyim,
onun emirlerini icra etmek pek çok şekilde insanları yüceltecektir.
Şimdi Amenti’nin dehlizlerine[84] dönüyorum,
ardımdan birazcık da olsa akıllı davranın.
Kendinizi koruyup tanrının emirlerine itaat edin:
gözlerinizi daima yukarı kaldırıp ışığa[85] bakın.

Mutlak zaman geldiğinde, Efendi’yle[86] başbaşa kalacaksınız,
mutlaka Efendi’nin adaletiyle karşılaşacaksınız,
mutlaka o Bütün’ün[87] adaletine sığınacaksınız.

Şimdi, sizlerden ayrılıyorum.
Emirlerimi unutmayın,
onları muhafaza edip onlara uyun,
Ben, daima sizlerle olacağım,
Işık’ta sizlere yardım ve rehberlik ederek.

Şimdi, benden önce kapı açılacak.
Gecenin karanlıklarına ineceğim”.[88]

a= Mısır Ölüler kitabında,[89] Erg nehri (Nun, Ölüm denizi, Akheron)[90] sembolü olan Re’nin (Ra) kayığı, tufan olayının koptuğu ilk topraklarda. Henüz göç gerçekleşmemiş. Nun, Re’nin güneş kayığını elleriyle başının üstünde taşıyor. Bir gün öncesinde şafak vakti meydana gelen olay sonrasında, kendi adıyla anılan, çamurlu bataklık hale gelmiş, yeryüzündeki hayatı tüketmiş denizde, yani Erg nehrinde betimlenmiş. Kayıktakiler, soldan sağa= Yaşlı Horus, Maat (Mait),[91] Kheper (Kheperi),[92] Re, Geb (Sebi Deb, Qeb),[93] Heka (Hike),[94] Hu ve Sia (Saa);[95] Orta panodaki dairesel tasvirler, Afrika’ya varıldıktan sonra, kayıtların düzenlenmesi işlemlerinin başlamasına ait gün, ay, ya da yılları gösteren zaman göstergesi olabilir.[96] Altta, olasılıkla Djehuti’nin yığın halindeki papirüslere yazılı, ortaya yığılmış yolculuk kayıtları, bunun iki yanında yer almış Nun ve Nunet tarafından rulo halinde toplanıyor; sağdaki panoda, yine Nun tasvir edilmiş. Toplanan kayıtları arşivliyor; b= Her iki yandaki yazıtların altında, orta panoda yer alan konulara ait, yazıcı Djehuti tarafından tutulan  kayıtlar, yine Nun tarafından arşivleniyor. Yazıtların arasındaki dört adet frizde, yukarıdan aşağıya doğru, yazıcı tanrı Djehuti, geldiği yeri anlatıyor: 1= Sol tarafta bir çiftçi, Erg nehrine yakın Soğuk bataklıklarda (Hades bataklıkları) elindeki sabanla (Enek) toprağı işlerken (toprağı On’arken- işler, düzeltirken),[97] karısı, (Erg + Enek + On= Ergenekon’da) yanlarına gelen üç tanrı önünde, tıpkı günümüzdeki Japon ve Çinliler gibi eğilerek onları selamlıyor. Saçları öne düşmüş. Bunlardan en sağdaki, elindeki asasıyla tanrı Djehuti. Kayıkla gelen diğer tanrıları selamlıyor. Kayıktakilerin kara derili olmaları dikkat çekici (Doğu Tenger’leri ?). Kayığın diğer tarafında iki tanrı daha ayakta duruyorlar. Bunların ayakta olması, karşı tarafın da kara parçası (Japon adaları) olduğına işaret ediyor. Yani kayıktakiler, bu sırada Erg nehrindeler; 2=  Sol tarafta iki çiftçi, ellerinde Osiris’in kalıç’ıyla (orak), artık yetişmiş olan hasatları biçiyor.[98] Tanrı Djehuti, Taçlı İbis kuşu kılığına girmiş vaziyette, Amenta sembolünün (Ölüm; Amenti= Uzayın gizemli karanlıkları) üzerine konmuş, karşısında oturan krala, gelecek felaketi (Karneios olayı ve ardından kopacak tufan) haber veriyor; 3= Sabanla öküz süren çiftçilerin bulundukları yer, Çin’deki Hoang-Ho (Pyriphlegeton),  Yang-çe (Kokytos), ya da Si Kiang (Styks) nehri kıyıları.[99] Her iki öküzün de, bir şeyler sezinlemiş gibi, göğe doğru bakmaları dikkat çekici. Zira öküzler tarla sürerken, daima yere bakarlar; 4= Burasının Afrika’daki Nil nehri ve Mısır olmadığını, tıpkı Odysseia’da Homeros’un büyücü Kirke’ye söylettiği Hades bataklığı betimlemesinden anlıyoruz. Bu nehirlerden biri Si Kiang da değil. Zira burası iki nehrin, yani Hoang-Ho ve Yang-çe nehirlerinin birbirlerine yaklaştığı, günümüzdeki Sichuan’da Chengdu merkezli Soğuk (Hades) bataklıkları. Taçlı İbis Djehuti, Yang-çe’nin üzerine konmuş. Olasılıkla burada tasvir edilen iki kuştan Mısır’a ulaşan İbis, arkadaki genç İbis (Djehuti) olmalı. Her iki kuşun aşağısında, toprak altı yaratıkları (kurtçuklar) bile ayaklanmış durumda, yakın gelecekteki felaketleri, üst panodaki öküzlere benzer şekilde, onlar da sezinlemişler gibi.[100] Sarı çerçeve içindeyse, Apollon Karneios’un (Marduk) atmosfere teğet geçerek okyanusta oluşturduğu çekim gücü nedeniyle yükselen suların (hortum) tepesinde kalmış Nuh’un gemisi resmedilmiş. Nuh ve gemide olan diğer şahıslar, geminin sağ ve sol ucunda oturuyorlar. Ellerindeki kürekler suya batamıyor, boşta kalmışlar. Mısır’ın Ölüler Kitabı’nda, Nun kayıkçısı Khu-en-ua’nın (bu kayıkçı, kimi zaman Horus’tu) Amenti merdiveni tam ortada.  Merdiven, ruhun olgunluk mertebesine ulaşıp, en yüksek basamağa vardığında, buradan uçarak, Mısır tanrısı Djehuti’nin söylediği gibi, Amenti’nin karanlıklarına (uzay boşlukları ya da Türklerde, Yedi Kandilli Süreyya-Pleiades) karışılacağına inanılan merdiveni (daha sonraki dönemlerde, Tepee’lerde –Yurt-, Gal golompt’tan Tono’ya çıkan duman, yani Hayat Ağacı= Ahşap totemler) temsil ediyor. Merdivenin en üst basamağı, tufan olayı sırasında ölenlerin ruhlarının vardıkları en üst mertebedir. Ölümden sonra, ruhu Amenti’ye (göğe) ulaştıran bu merdiven, Hristiyanlık’a AMBON, İslam’a ise MİMBER olarak geçmiş. Kayığın sol arka tarafında,bölgede günümüzde de görülen, üzerinde karsit oluşumlu, tepeleri yuvarlak yüksek dağlar olan iki ada (Mısır’da bu tür oluşumlar yoktur. krş. Fig. 44), sağ üst tarafındaysa, yukarıdan aşağıya doğru dizili dört ejder kayığıyla (dragon boat), adalardan kaçanlar sembolize edilmiş olabilir. Kayığın altındaki yükselmiş suyun taban seviyesindeki küçük ve yuvarlak tasvir, felaketin başlangıcının adalardan birinde, ya da yakınında patladığına işaret ediyor olmalıdır.[101]Amenti-Vikipedi: (tr.wikipedia.org.wiki/Amenti-25k).


Tercümeyi gerçekleştiren Doreal, tabletlerin ya da tabletlerdeki anlatılanların ne gerçek, ne de ütopik oldukları hakkında tabii ki bir açıklamada bulunmuyor. Şayet var iseler, bilim dünyasının görüşüne sunulmadan ve bilimsel açıdan hiç kimsenin, “Tabletler gerçektir”, ya da “…böyle bir şey asla gerçek olamaz” demesi olası değildir. Ancak bu öngörüler tüm kuşkuları ortadan kaldırmak üzere, tablet tercümeleri üzerinde yapılacak bilimsel inceleme ya da araştırmaları da engellememelidir. Bu nedenle, metinde geçen ifadelerin, Mısır öncesi Uzak Doğu ve Maya, Aztek, İnka mitolojileriyle, özellikle Mısır Ölüler kitabı ve bu kitaba bağlı olarak yapılmış Antik Mısır fresko’larıyla karşılaştırmamız gerekiyor. Zira biz, Doreal’in Uzak Doğu’daki “Khem-MU” kültürüne vakıf olduğu kanısında değiliz. Şayet tabletlerdeki anlatılar, onun ya da bir başkasının asılsız yazımlarına dayanıyor ise, burada bir uyuşmazlığı yakalamamız gerektiği kanısındayız.




Son derece önemli keşfinin ne olduğunu öğrenemeden, tartışmalar içinde vefat eden Mineraolog- arkeolog William Niven (1850-1937).


Kendi payımıza, buraya kadar tercümeyle ilgili olarak dipnotlara yapılan göndermeler çerçevesinde, Mısır, Uzak Doğu ve Mezoamerikan kültürleriyle ilgili bir çelişki bulamadık. Diğer tarafta, mineraolog-arkeolog William Niven’in Yukatan’da bulduğu Maya’lara ait tabletler de tıpkı Zümrüt tabletlerini andırıyor. Ancak bunların,  Mısırlı bir piramit rahibi tarafından, Meksika’da bir Maya Güneş tapınağının altına yerleştirildiği konusundaki iddia, tamamen safiyane, ancak tutarsız görünmektedir. Büyük tufana dayalı zorunlu göç haricinde, Bir rahibin Mısır’dan kalkıp da, Güney Amerika’daki Maya’lara bir gezi tertip ettiğiyle, buradaki bir Güneş tapınağının altına Zümrüt tabletlerini yerleştirdiğini düşünmenin olanaksız olduğu ortadadır. Tapınağın adı ve inşa tarihinden bahsedilmemesi ise ayrıca dikkat çekicidir.

Doreal tercümeleri 1925 yılında gerçekleştirmiş. Büyük Beyaz Piramit ilk olarak Çin’deki Yasak bölgede, Amerikalı bir pilot tarafından 1939-1945 yılları arasında çektiği bir fotoğraf vasıtasıyla keşfedilmiştir.  Bu tarihe kadar, Asya’daki piramitlerden dünyada hiç kimsenin haberi bile yoktu. Piramit rahibine ait elde edildiği savlanan tabletlerin, bu nedenle Yukatan’daki Güneş tapınağına Mısırlı bir rahip tarafından konulduğunun sanılmış olması, o zaman için akla oldukça yakındır. Ancak böyle olmadığını, artık günümüzde eriştiğimiz bilgiler çerçevesinde anlamak, hiç de zor olmasa gerektir.


a.      Zümrüt kristalleri; b. Aguilarite kristalleri. Zümrüt kristallerine olan benzerliği nedeniyle dikkat çekicidir. a. (www.mineralminers.com/html/ememins.stm).
b. (
geo.web.ru/druza/33_fo_5.htm).


Tabletler Maya’lara aittir ve bir Maya şamanı tarafından yazılmıştır. Ancak Maya yazısına ait ilk bilgiler Rus yazıtbilimci Yuri Knorosov’un 1952 yılında yayımlanan çalışmalarıyla başlamıştır.[102] Yani Doreal tarafından tercüme edilmiş olabilecek Maya yazısı, 1925 yılında henüz çözümlenmemişti. Bu durumda, tabletlerin Maya dilinde olmadığı anlaşılıyor. Vikipedi sitesinden edindiğimiz bilgiler soruna çözüm getirecek niteliktedir. Şöyle deniyor makalede:
Guerrero, Mexico’da, “Buried Cities, Forgotten Gods” adlı kitapta değinilen başlıca yerleşim yerlerini gösterir harita. (boks.google.com/boks?isbn=089672414X…).



Churcward’ın iddia ettiğine göre[103] Mu uygarlığını araştırma çalışmaları, Batı Tibet’teki adını vermediği gizli bir tapınağın arşivlerinde bulunan, çok eski bir dilde yazılmış olan Naacal Tabletleri’ni okumasıyla başlamıştır. Söylediğine göre,[104] bu tabletleri okuyabilme becerisini de yine o tapınakta bulunan bir Tibet rahibinden öğrenmiştir.[105] Churchward sonraki yıllarda, mineralog ve arkeolog olan Dr. William Niven tarafından Meksika’da ortaya çıkarılan tabletler üzerinde çalışmıştır. Churchward’a göre,[106] Mexico City yakınlarında 1921-1923 yılları arasındaki kazılarda keşfedilen bu 2600 tablet, Tibet’te öğrendiği Naga-maya dilinde yazılmıştı…”.[107]  Doreal ile Churchward’in söylemleri, tarihlerle birlikte örtüşüyor. Yalnız, Niven’in bulduğu tabletlerin gerçek olup olmadığına bakmamız gerekmektedir. Bu konudaki açıklamalar ise şöyle: “Niven tabletleri olarak anılan tabletler,[108] 1921 yılında onun tarafından bulunmasından bu yana büyük tartışmalara neden olmuştur. İskandinav petroglif’lerine benzemeleri nedeniyle Ludovic Mann’ın da ilgi alanına girdiği önerilmiş ve son olarak Kayıp kıta teorisiyle özdeşleştirilmiştir. Bu teoriyle ilgili öneriler James Churchward tarafından, tabletlerin üzerindeki sembollerin yorumlamalarından ortaya çıkmıştır.

Niven, sonunda Meksika’ya giderek arkeolojiyle ilgilenmenin yanında burada kazılara da başladı. Meksika’da yeni keşfedilmiş Xochipala sitilinde bir figürin satın alıp ilgisini çekince, arkeolojik çalışmaları başlattı. Mamafi, 1910’daki Meksika Devrimi’ne bağlı olarak, Meksika vadisinden çıkmak zorunda bırakıldı. 1921 yılında, andezit tabletlerden ilk buluntular gelmeye başladı.  Başlangıçta çözülenemezmiş gibi görünen tabletlerin üzerlerindeki işaretler, Niven’in hayatının son yıllarında pek çok tartışmaların nedenini oluşturmuştur”. “Peki bu tabletlere ne oldu?” sorusunun cevabını, “Tabletlerin Sonu” başlığı altında buluyoruz. Başlığın altında şu açıklamalar yer alıyor: “Niven, Hayatının büyük bir bölümünü tabletlerin kaynağını ve onların anlamını araştırmak için harcadı. Fakat bu çalışmaları asla başarıya ulaşamadı. Tabletler pek çok kişi tarafından tercüme edilip yorumlandı ve pek çok teori önerildi, ancak hiç bir işe yaramadı. Nihayet Niven’in hayatının sonlarına doğru, tabletler Meksika’dan Amerika Birleşik Devletlerine götürülmek üzere gemiye yüklenirken, çalınan tabletlerden yalnızca soygunla ilgili anılar kalmıştır”.[109] Konu bu yönde ilginç bir hal almakta ve araştırmaya değer görülmektedir. Tabletlerin bulunduğu alan neresidir? Şayet bulundukları doğruysa, bunlara ait hiç fotoğraf ya da çizimleri yok mudur? Bu gibi ayrıntıları ise “Batık Kentler, Unutulmuş Tanrılar” adlı eserde saptamamız, bizim için pek şaşırtıcı olmamıştır.[110]

a. Niven’in buluntuları arasında yer alan altı adet tabletten görünüm; b. 1389 no’lu tablet çizimi; c. 1584 no’lu tabletin fotoğrafı.
(boks.google.com/boks?isbn=089672414X…).


Adı geçen kitabın hemen başında şu açıklamayı görüyoruz: “Houston Doğa Bilimleri Müzesi kolleksiyonları sicil dairesi müdürü Lisa Rebori, müzenin elinde bulundurduğu Niven’in buluntularına ait kopyalarla birlikte, yine onun tarafından bulunmuş olan kolleksiyon eserlerini görüntülemek üzere getirdi. Kopyalar, ‘The New Mexican Review, Santa Fe, New Mexico” dergisinin 1983 yılındaki bir makalesinde, New Mexico, Albuquer-que, New Mexico Üniversitesinin kütüphanesinden temin edilen bilgiler çerçevesinde yayınlanmıştır’.”.

Kitaptan edindiğimiz bilgiler son derece ilgi çekicidir. Ludovic Mann ve J. H. Cornyn’in 1926-1927 tarihlerini kapsayan bilimsel içerikteki bilgiler, kitabın 233-236 ve 298-300’üncü sayfalarında yer almaktadır. Tabletlere ait resimler, s.242; sürtünme nedeniyle aşınmış durumdaki 1389 no’lu tablet çizimi, s.234; 1584 no’lu tablet resmi, s.198; Xochipilli’den üç adet Çiçeklerin tanrısı heykelcikleri, s.197; William Niven’in buluntularla çekilmiş bir fotoğrafı, s.196; yine Niven’in açma içinde, toprak katmanları arasında henüz yerinden çıkarılmamış eserlerle birlikte çekilmiş bir resmi, s.152’de yer almaktadır.[111]

Jack Churchward tarafından yayınlanan tabletlerden biri.[112]
jameschurchwardsmu: December 2006: (jameschurchwardsmu.blogspot.com/2006_12_01_archive.html - 22k).


Uzak Doğu’da, kuzeyde Kore’den, güneydeki Çin ovasında Lianyungang’a kadarki bölgede yerleşik Hongshan, Zhaobaogou, Shandong, Yangshao, Dawenkou ve Liangzhu Neolitik-Kalkolitik kültürleri, dönemlerine göre en yüksek seviyedeydiler. Tarım, hayvancılık, bakır, bronz, yeşim taşı ve turkuaz işçiliği yanında pişmiş toprak keramik yapımında da son derece ustalaşmış bu kültürlerden Yangshao sakinlerinin, Büyük Beyaz Piramit’i inşa etmiş olabilecekleri büyük olasılık taşımaktadır.[113] Khem-MU kültürünün yaratıcıları olan bu kültürlerin devamını, Çin-Mezoamerika çizgisi üzerindeki Rapa Nui (Eastern island) adasında da görüyoruz. Dolayısıyla, Doreal’in Mısırlı piramit rahibi dediği rahibin, Uzak Doğu’dan Maya’lara kadar uzanmış olan bu kültürün sakinlerinden biri olduğundan kuşku duyulmaması gerekir.

William Niven’in Meksika vadisindeki Atzcapotzalco’da gerçekleştirdiği kazının yerini gösterir harita, kaynaksal alt yazısıyla birlikte verilmiştir. (boks.google.com/boks?isbn=089672414X…).

Yeşim işçiliğinin, tıpkı Hongshan-Liangzhu kültürlerinde olduğu gibi Mezoamerikan kültürlerinde de büyük değer taşıması dikkat çekicidir. Guatemala’daki Nebaj’dan ele geçen, zümrüt yeşili üzerine beyaz gölgeleme tarzında yontulmuş yeşim levha üzerinde, saray cücesiyle konuşan bir Maya soylusu betimlenmiş.[114]  Mayaların yeşim işçiliğinde gösterdikleri bu ustalık, Zümrüt tabletlerinin bir Maya tapınağının altında bulunması olasılığını destekler içeriktedir. Ancak bunun, Zümrüt tabletlerinin varlığını kanıtlayıcı bir belge olarak kabul edilemeyeceği açıktır.

Mısır'da İskenderiye kütüphanesinin tahribinden önce burada bulundukları anlaşılan Zümrüt tabletlerinden birinin tercümesinde adı “Keor” olarak geçen Kore’nin, günümüzdeki Kore ülkesine işaret etmesi; “Undal” gibi çok özgün bir ismi taşıyan dağların yine bu ülkede bulunması, Zümrüt tabletlerindeki bilgiyi açıkça desteklemektedir. Doreal’in bu ismi uydurmuş olabileceği kanısında değiliz. Zira Anadolu-Yunan mitoslarında yer alan Demeter, onun kızı Kore, Hades (Aides- Aidoneus)[115] ve Zeus arasında geçen olaylar zinciri, Uzak Doğu’nun bu bölgesinde oluşmuş “karni-Apollon karneios” olayıyla yakından ilişkilidir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder